Merhabalaar, yarın akşam dışarıda olacağımdan ve bölümü geçe saate bırakmak istemediğimden dolayı bugün yüklüyoruum. 🤗 Bu bölümde sizi Elizabeth ve Alec'ten biraz ayıracağım. 🤭 Umarım hikayemizin yan karakterlerini ve olay örgüsünü beğenirsiniz. Düşüncelerinizi bekliyoruuum. İyi akşamlar! 🙋🏻♀️
Önceki bölümde...
Gitme vakti gerçekten geldiğinde hala etrafta görünmeyen Alec'in geleceğine olan inancı da yok oldu. Kendisine karşı o tarif edemediği ama, güzelliğini en içinden hissettiği duyguları hissedemeyen insanın veda etmesini beklemek çok saçmaydı. Acısını içine atarak karnındaki siyahlığı düşünmeden ata atladı ve etrafında ona bakan insanlara tek tek baktı. Bir devri kapatıyordu. Alec onun için burada bitiyordu. Kalbini ise daha yavaş bir şekilde iyileştireceğine olan inancı tamdı. Herkese içi ağlarken gülümseyerek baktı ve kalbini de orada bırakarak atını dört nala sürdü.
Elizabeth gideli üç gün olmuştu. Aynı zamanda abisi de ortadan kaybolalı üç gün olmuştu. Sophie kalenin avlusundaki masalara oturmuş, avluda çalışan insanları izliyordu. Avuçlarının içinde tuttuğu bardağının içinde sıcak melisa çayının dumanı tüterken, gittikçe kendini gösteren ve çiçeklerin filizlenmesini, ağaçların yeşilliğinin ortaya çıkmasını sağlayan bahar bile onu mutlu etmeye yetmiyordu. Hayatında önem verdiği insanların birer birer gitmesi ve onu hayal kırıklığına uğratması canını çok acıtıyordu. Elizabeth gitmek durumundaydı, bunu kabul ediyordu ama, Alec kendisine haber vermeden asla bir yere gitmezdi. Şimdi ise onun yokluğunun üçüncü gününde yavaş yavaş endişelenmeye başlıyordu. Dylan ona endişelenecek bir şey olmadığını, sadece küçük bir inceleme görevine gittiğini söylemişti. Bir de Daniel vardı tabi. Yaralandığında saatlerce yanında durmuş, insanların düşüncelerini umursamadan geceleri onun odasında ateşini kontrol etmek için odasında beklemişti. Her sayıkladığında onu sakinleştirmiş, üzerine titremişti. Daniel yavaş yavaş toparlandığında yaşadıkları ise hemen aklına gelerek gözlerinin dolmasına sebep oldu.
Gecenin karanlığında Sophie uykusuz gözlerle Daniel'ın başındaki bezi değiştirirken onun biraz daha iyi olduğunun farkındalığıyla rahatlamıştı ve uykusuzluktan isyan eden göz kapakları, yatağın yanına yerleştirdiği tekli koltukta gevşeyen bedeniyle bir olarak kendisini uykunun kollarına itiyordu. Nitekim Sophie de daha fazla dayanamamış, olduğu yerde büzüşerek uyumuştu. Ne kadar uyuduğunu bilmeden yere düşen sert bir şeyin çıkardığı sesten sıçrayarak uyandığında bir küfür duymuştu. Kafasını çevirdiğinde Daniel altında pantolonu, üzerinde ise sargısından başka hiçbir şey olmadan sönmüş şömineye atmaya çalışmış, ama belli ki atmaya çalıştığı odunu yere düşürmüş, almaya çalışıyordu. Ağzından bir inleme çıktığında ise Sophie uyku sersemliğinden kurtulmuş ve hemen onun eğilmesini engellemişti. "Tanrı aşkına, ne yapıyorsun Daniel?" Onun cevap vermesini beklemeden hızla odunu alıp şömineye atmış ve alevi harlamıştı. Önüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırıp Daniel'a döndüğünde ise onu çok yakınında bulmuştu. Gözleri parlayarak kendisine bakıyordu. Sophie ise kalbinin ritminin anlamsız artışını anlamlandırmaya çalışarak gözlerini ona bakmaya zorluyordu. Ama adamın delici bakışları gözlerini de geçip sanki düşüncelerini okumak istercesine bakıyordu. O değişik anı dağıtmak istercesine konuştuğunda tam olarak ne söylediğinin farkında değildi. "Ne işin var gecenin bu saatinde burada? Senin yatakta dinlenmen gerekiyordu." Daniel'ın ani gülüşü onu şaşırtsa bile sonradan gücendirmişti. "Ne diye öyle gülüyorsun? Komik bir şey mi söyledim?" Daniel gözlerinin parıltısını kaybetmeden kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı. "Ben de tam sana gecenin bu saatinde burada ne aradığını soracaktım da, senin önce davranmış olman beni güldürdü." Sophie'nin yanaklarının ani kızarışı şömine ateşinin ışığında bile belli olacak seviyeye geldiğinde Sophie kapıya doğru yöneldi. Bileğinden tutan sert eller onu tekrar oraya çektiğinde, kendisini bir anda Daniel'ın göğsüne yapışmış bir şekilde buldu. Diğer bir sert el ise belinden tutmuştu. Daniel da ateşle oynadığını, Sophie'nin Alec'in biricik, el üstünde tuttuğu kardeşi olduğunu biliyordu. Ama o an kendi kontrolü kaybolmuş, kendisini o ana bırakmıştı. "Nereye gidiyorsun beni yalnız mı bırakacaksın yoksa?" Sophie bulunduğu duruma anlam veremeden yaşadığı kafa karışıklığını yüzünde belli etti. "Gördüğüm kadarıyla beni gücendirecek ve dalga geçecek kadar iyileşmişsiniz. Artık bana ihtiyacınız yok." Sinirlendiği için tekrar ona 'siz' diye hitap etmeye başlamıştı. Daniel dudaklarını büzdü. "Ama bu kadar samimiyetimiz vardı sanki, resmi konuşmaya gerek yok değil mi 'Leydi Sophie'?" Sophie kendini ondan kurtarmaya çalışıp başarılı olamadığında sinirleri iyice gerildi. "Sadece sana yardımcı olmaya çalışıyordum. Eric yanında birinin beklemesi gerektiğini söylediğinde, nasıl yaralandığını ve klandaki olayları kimsenin bilmemesi gerektiği için de ben kaldım. Ama görünüşe ve senin bu tavırlarına göre yapmasaymışım daha iyiymiş! Neden burada olduğumu soracağına basit bir teşekkür yeterli olurdu. Ayrıca birazcık kafanı eğip göğsüne bakarsan neden burada olduğumu çok iyi anlayacaks-" Sophie'nin cümlesi dudaklarına bastırılan dudaklarla kesildiğinde kalbi duraksar gibi oldu. Ne yapacağını bilemeyerek bir süre hareketsiz kaldığında, Daniel cevap vermesini istercesine ona baskı yapmaya devam etti. Ve Sophie hayatında ilk defa abisinin ne diyeceğinin korkusu olmadan ellerini Daniel'ın boynuna dolayarak onun vücudunu kendisine bastırmasına izin verdi. Karşılık vermek istercesine o da dudaklarıyla Daniel'ın dudaklarına baskı yapmaya başladı. Bunu fark eden Daniel kızı aniden kucağına alarak daha sert öpmeye başladı. Kızın göğsündeki yarayı düşünüp tepki vermesine izin vermeden onu yatağa taşıdı ve kendisi de yükünü vermeden onun üzerine geçerek öpüşlerini biraz yumuşattı. Bir dirseğini yatağa bastırarak destek alıyor, diğer eliyle de kızın yumuşak, kıvırcık saçlarını okşuyordu. Elini istemsizce kızın göğsünün üstüne götürünce Sophie irkildi ve yaşadığı tutkulu buhran anından bir an da olsa sıyrıldı. Kapalı gözleri aralandı. "Dur Daniel!" Ağzından nefes nefese çıkan bu sözleri duyan Daniel hemen durdu ve elini kızın göğsünün üzerinden çekti. "Canını mı acıttım? Bir şey mi oldu?" Sophie utanarak gözlerini kaçırdı ve Daniel'ın bu kadar yakında olup, gözlerinin içine bakması onu heyecanlandırmış, uzaklaşmak istemesine neden olmuştu. "Ben bu şekilde olsun istemiyorum. Üzerimden kalkar mısın?" Daniel'ın yüzünde beliren anlık üzüntü ve pişmanlık hızla gelip geçmiş ve yine aynı hızla yatakta yanına oturmuştu. "İstemediğin bir şey yaptıysam çok özür dilerim. Bir daha tekrarlanmayacağına emin olabilirsin." İradesine sinirlenip dişlerini sıkarak konuşuyordu. Sophie onun böyle hissetmesini ve düşünmesini istememişti. Hemen yatakta Daniel'ın önüne geçti ve utanarak onun gözlerine bakmaya çalıştı. "Bana istemediğim bir şey yapmadın Daniel. Tam tersi ben de çok istedim." Bunu söylerken gözlerini kaçırmıştı. Ama ben bu şekilde konuşmadan, birbirimizi dinlemeden böyle bir şey yaşansın istemedim. Çünkü ben... Bazı şeylerden emin olmalıyım, bilmeliyim..." Daniel sıkıntıyla elini saçlarına götürdü ve Sophie konuşmaya devam etti. "Senden hiçbir şey beklemiyorum. Sadece sen de benim gibi mi düşünüyorsun diye merak etmiştim. Ama öyle değil sanırım. Sen iyi olduğuna göre ben gitsem iyi olaca- Ahh Daniel, göğsün kanıyor! Hemen pansuman yapmamız gerekiyor. Ama Eric klanın diğer tarafında doğum yapacak bir kadının yanına gitti birkaç saat önce! Ne yapacağım!" Kendi kendine konuşarak bir çözüm bulmaya çalışıyordu. "Tamam, sakin olacağım ve pansumanı ben yapacağım." Hızla odadan çıkmış ve Eric'in odasından gerekli malzemeleri almış ve geri dönmüştü. Elinden geldiği kadarıyla, Eric'inki kadar muntazam olmasa da yarayı temizleyip, sarmıştı. Daniel ise ağzını açıp tek kelime etmemişti. Sadece ağzından belli belirsiz bir 'Teşekkür ederim.' çıkmıştı. Sophie'nin işi bittiğinde ise ona minnetle ve gözlerinden okunan birçok cümleyle tekrar teşekkür etmişti. Yorgunluktan, Eric'in verdiği ilaçlardan ve göğsünün yarattığı acıdan gözleri yavaş yavaş kapanırken Sophie'ye artık gidebileceğini, yalnız idare edebileceğini söylemişti. Sophie ise onun boncuk boncuk terleyen alnına baktığında gitmesinin çok da iyi bir seçenek olmadığını düşünmüştü. Yatağın boş tarafına çıktı. Alnını temiz bezle silip, arada bezi değiştiriyordu. Daniel'ın tek kelime etmemesi, kendisini öperken ki halinin hiç var olmamış gibi davranması kalbini kırsa bile, onun hasta olduğunu, bu yüzden böyle davrandığını düşünmek istemişti. Ya da bu konularda tecrübesiz olan kalbi Daniel'ın her kadınla yaşayabileceği anı sadece kendisi o an orada olduğu için yaşadığını kabul etmek istemiyordu. Zaten gerisi belliydi. Sophie onun alnındaki bezi değiştirdiği aralarda uyuyakalmış, Alec odaya geldikten sonra ise Daniel'ın gerçek düşüncelerini öğrenmişti. Sonra da onu bir daha görmemişti.
Düşünmek istemeden sıkıntıyla bardağında kalan çayının son yudumu da içti ve ayağa kalktı. Masaya bıraktığı kitabını da alarak kalenin arkasına yöneldi. Meyve bahçelerini biraz gezmek ve sonra kış bahçesinde kitabını okumak belki biraz kafasını dağıtmasına yardımcı olurdu. Çünkü başına üşüşen düşünceler ancak kitap okuyunca onu rahat bırakıyordu. Pelerinini üzerine çekerek kalenin arkasına ilerledi. Meyve bahçelerine yönelecekken aklına Daisy geldi ve özel ahırlarına ilerleyerek atına bakmaya gitti. Gıcırdayan kapıyı araladığında, ahırın sessiz olduğunu fark edince Matthew'in orada olmadığını gördü. Hades ahırdaki bölmesinde olmadığı için daha az tedirgin bir şekilde içeri girdi. Daisy sıkıntıyla bölmesinde bir ileri bir ileri giderken sahibini gördüğünde neşeyle kişnedi. Sophie de gülerek onun yelelerini okşadı. "Biliyorum sıkılıyorsun ama, Matthew birkaç gün daha dinlenmen gerektiğin söyledi. Öyle üzgün bakma, biraz daha toparlan söz veriyorum ne kadar istersen o kadar gezeceğiz." Burnunu atının burnuna dokundurduğu sırada duyduğu sesle irkildi ve olduğu yerde korkuyla dönerek ahırın kapısına baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...