Merhabalaaar! Çok geç kaldığımı biliyorum. Beni affedin, dışarıdaydım. 🙇🏻♀️ Çok fazla konuşmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum. İyi okumalaar! 💕
Önceki bölümde...
Alec, Elizabeth banyo yapıp yemeğini yerken, Alec de duş almış ve Donald'ın zorlamalarıyla bir şeyler atıştırmıştı. Sonra Daniel'ın yanına gidecekken yolda Eric onu durdurmuş ve zorla odasına götürüp göğsünü sarmıştı. Kimin ona haber verdiğini asla söylememiş, üstüne de onu sorumsuz ve düşüncesiz olmakla suçlamıştı. Alec ondan başka türlü kurtulamayacağını bildiği için de sesini çıkarmadan işini yapmasını beklemişti. Eric'den kurtulduktan sonra da hemen Daniel'ın kaledeki odasına yöneldi. İçeri girdiğinde gördükleri karşısında önce şaşkınlıkla olduğu yerde kaldı. Sonra yavaşça gelen bir farkındalıkla sinir bütün bedenini ele geçirdi. Gür sesiyle odayı inletti. "Daniel!"
Daniel, yüksek sesle isminin odada yankılandığını duyduğunda uykusundan sıçrayarak uyandı. Göğsündeki yarayı unutarak ayağa kalkıp kılıcını eline aldığında karşısında Alec'i gördü ve rahatladı. "Tanrı aşkına Alec, gecenin bir vakti ne diye bağırıp duruyorsun?" Komutanı uyku sersemi ayakta dikilip kendisine bakıyordu. O sırada yataktaki tül perdenin arasından çıkan Sophie de uyku mahmurluğuyla abisine baktı. Gözlerini ovuşturduktan sonra abisinin yok olmadığını görünce panikle kendini açıklamaya çalıştı. Daniel ise Sophie'nin yatağından çıktığını görünce neredeyse yere düşüp bayılacaktı. "Senin ne işin var burada!" Alec, Daniel'ın en az kendisininki kadar şaşırmış tepkisini kaşlarını çatarak izledi. "Abiciğim lütfen beni dinle. Daniel'ın burada olduğumdan haberi yok. O gittiğimi sanmıştı ama, Eric onun yalnız kalmaması gerektiğini söylemişti. Ben de o yüzden burada bekledim." Alec tehditvari bir şekilde kardeşinin üzerine yürüdü. "Lanet olası kalede senden başka Daniel'ın başında bekleyecek kimse yok muydu kardeşim?" Daniel yapmaması gerektiğini bildiği halde içgüdüsel bir şekilde Sophie'nin önüne geçti. Alec kaşlarını çatarak komutanına baktığında Daniel sakince konuşmaya çalıştı. "Alec belli ki uyuyakalmış, sen de gördün benim haberim yoktu. Ama sen her şekilde haklısın, böyle bir durumun affedilebilir bir yanı yok. Özür dilerim. Bir daha böyle bir şey yaşanmayacak." Alec ikisini de düşüncelerini okumak istercesine süzdü. "Yani ikiniz?" Daniel hiç tereddüt etmeden cevap verdi. "Hayır ikimiz arasında hiçbir şey yok, olamaz." Sophie gözlerinden taşan hayal kırıklığıyla Daniel'a baktı. Alec bu sırada kardeşinin tepkilerini inceliyordu. Sophie gözlerini parlatan yaşları geri göndererek abisine döndü. "Evet abi, aramızda hiçbir şey yok, olmayacak da." Son kelimesini Daniel'a bakarak söylemişti. "Şimdi izninizle ben uyumaya gidiyorum. İyi geceler." Sonra arkasına bakmadan odayı terk etti. Evet kesinlikle aralarında bir şeyler vardı ama Daniel az önce bunu elinin tersiyle itmişti. Alec komutanının gözlerindeki sıkıntıyı fark etti. Kardeşinin arkasından gitmek istercesine kapıya bakıyordu ama duygularına hakim olarak orada kaldı. Daniel tabi ki liderine karşı gelecek herhangi bir şey yapamazdı ama, kalbi Sophie'yle birlikte kalmıştı. Sophie, acıyla inlediği her an yanında olmuş, alnındaki teri silmiş, gecenin bir vakti de olsa boğazı kuruduğunda içecek bir bardak suyu ona vermişti. Şefkatle saçlarını okşamış ve ihtiyacı olduğu her an yanında olmuştu. Şimdi kendisinin yaptığı o Sophie'yi inciten konuşma için lanetler okuyordu. Yumruklarını sıkarak hoşlandığı kadının, liderinin kardeşi olmasının talihsizliğini sindirmeye çalıştı. Alec'in sorularını yanıtladı ve lideri gittiğinde söylediklerinden pişman olarak yatağa girdi. Gözlerine uyku giremeyeceğini bildiği halde...
Alec Daniel'ın odasından kafasındaki soru işaretlerini arttırarak çıktığında, kendi odasına, Elizabeth'in yanına gideceği için kalbi güçlü bir şekilde atıyor, kendi varlığını hatırlatıyordu. Sophie ve Daniel hakkındaki düşüncelerini rafa kaldırarak odasının kapısını sessizce açtı. İçerisi karanlıktı. Balkonun açık kapısından esen rüzgar perdeleri havalandırıyordu. Elizabeth bu soğuk havada balkonu açık bırakarak asla yatmazdı. Onun yolculuğun başındaki üşüme krizlerini biliyordu. O yüzden yatağa bakmadan balkona ilerledi. Elizabeth pelerinini üzerine sarınmış bir şekilde kalenin balkonunun kenarlarına tutunmuş, dışarı bakıyordu. Alec onu korkutmak istemediğini düşündüğü anda Elizabeth arkasını döndü. "Bir şey mi istiyordun Alec? Bu saatte buradasın?" Alec o kadar sessiz olduğu halde nasıl varlığını hissettiğini anlamaya çalışırken kız konuşmaya devam etti. "Şu geçen iki günde en ufak sesi bile duymayı öğrendim." Elizabeth gördüğü kabuslar yüzünden uyuyamamış ve hava almak istemişti. Alec başıyla onayladı ve iki adımda kızın karşısına geldi. "Bende sana ait bir şey vardı. Ben de uyuyup uyumadığını öğrenmek için sana bakmaya geldim." Elini cebine götürerek annesinin su damlası kolyesini çıkardı. Elizabeth ay ışığında parlayan kolyeye içi acıyarak baktı. "Onun bana ait olmadığını biliyorsun. Yıllarca sadece tekrar sana dönsün diye onu taşıyormuşum demek ki... Ama kolyeyi taşıdığım her an için gurur duyduğumu bilmeni isterim. Annen duyduğum ve anladığım kadarıyla kalbi iyilikle dolu bir kadınmış. Baban da aynı şekilde. Sonlarının böyle olması çok üzücü bir şey. Sen sormadan da söyleyeyim bütün bunları Campbell'dan öğrendim." Alec yumruklarını sıkarak kızı dinlemeye devam etti. "Yaşanmaması gereken şeyler yaşanmış, olmaması gereken şeyler olmuş. Keşke zamanı geri alacak bir şeyler olsaydı. Keşke bütün bunları senden duyabilseydim..." Elizabeth kelimelerin yarattığı ağırlıkla ürperen bedenini elleriyle sardı. Alec içgüdüsel olarak kıza sarılmak için ilerlediğinde kendisini kontrol ederek durdu. "Annenin yine bu kolye gibi su damlası şeklinde bir de yüzüğü varmış. Sen biliyorsundur tabi... O yüzük Campbell'ın elindeydi, gördüm. Ama alamadım. İnan çabaladım Alec, ama elim kolum her yerim bağlıydı." Alec kızın söylediklerini sindirmeye çalışırken onun samimiyetine bütün kalbiyle inanıyordu. "Ben her şeyi çözeceğim. O p*ç doğduğu güne lanet edecek! Aileme ve sana yaşattığı her kötü an için onun kemiklerini kıracağım!" Sıkılı dişleri arasından çıkan cümlelerine hakim olmaya çalışarak kendisini sakin olmaya zorladı. Elizabeth de onun gözlerinde yanan öfkenin ateşini bütün vücudunda hissetti. Titreyen ellerini pelerininin altına sokarak ısıtmaya çalıştı. Alec'i nasıl sakinleştireceğini bilmiyordu. Açıkçası yaptıklarından sonra Joseph Campbell'a hiç acımamasını istiyordu ama, şu an annesini hatırlatarak da onu üzmek istememişti. "A-Alec..." Sesindeki titremeye kendisi de şaşırarak duraksadı. Kendini iyi hissetmiyordu. Bir an önce yatağa geçmesi gerektiğinin farkındaydı. Kendisini toplayarak sesini düzeltmeye çalıştı. "Ben biraz d-dinlensem iyi olacak-k." Alec, Elizabeth'e doğru ilerledi. Onun titrediği fark etmişti. "Yardım etmeme izin ver." Elizabeth yardım etmesini istemiyordu. Yanına yaklaşmasını istemiyordu. Tek istediği yatağın sıcaklığıyla yaklaşmakta olan krizini engellemekti. Bacakları titrerken Alec'in yaklaşmasını istemeyerek, onu engellercesine elini havaya kaldırabildi. Ama bütün vücudunu ele geçiren titreme, önce üzerinde tuttuğu pelerinini balkonun mermer zeminine düşürdü. Sonra da ayakta tutmaya çalıştığı vücudunun dengesini yitirmesine sebep oldu. Alec çevik bir şekilde, soğuk Highland ayazında, odasının balkonunda pelerini yere düşmüş, geceliğiyle çaresiz bir şekilde önünde titreyen ve bedeninin kontrolünü yitiren aşık olduğu kadını tek hamlede yakaladı ve kucağına aldı. Bir küfür savurarak Elizabeth'i tüllerin arasından yatağın içine bıraktı. Yorganla üzerini örttü ve hemen balkona yönelip kapıyı sertçe kapattı. Oradan sönmeye yüz tutmuş şömineyi harlayarak ateşi canlandırdı. Tekrar yatağa döndüğünde kızın dudaklarının morardığını gördü. Çizmelerini hızla çıkartarak yorganın içine girdi ve Elizabeth'i kollarına aldı. Vücudu adeta buza dönmüştü. Soğuktan kolay kolay etkilenmeyen Alec bile bir an için irkilmişti. Ellerini kızın çıplak teninde aşağı yukarı gezdirerek onu kendi sıcak vücuduna bastırdı. Lanet olsun, bu havada neredeyse görünmeyecek kadar ince bir geceliği giymenin manası neydi! Giyiyorsa bile balkonda ne işi vardı? Ellerini sürekli aşağı yukarı hareket ettirerek onu ısıtıyor, aynı zamanda da kendi kendine söyleniyordu. Ne kadar süre bedenleri birbirlerine sarılı şekilde kaldı bilmiyordu ama bakışlarını Elizabeth'in dudaklarına çevirdiğinde normal rengine döndüğünü fark etti. Gevşeyerek rahat bir nefes aldığında kıza sarıldığı bir elini yüzüne götürerek stresten ağrıyan başını ovaladı. Vücuduna yaslı beden dönerek boynuna sokulduğunda Alec kaskatı kesildi. Elizabeth başını boynuna gömmüş bir elini de beline sarmıştı. Ne yapması gerektiğini bilemeyerek göğsünün üstünde dalga dalga yayılan altın sarısı saçlardan burnuna gelen papatya kokusunu içine çekti. Elizabeth açıkça kendisini istemediğini belli etmişti. Şimdi bu özel durumda onun kendisine sarılmasına izin vermek ne kadar doğruydu? Düzenli nefes alış verişleri artık yardıma ihtiyacı olmadığını gösteriyordu. Kalbi ve mantığı savaşırken Elizabeth bir an titreyerek Alec'e iyice sokuldu. Alec mantığına lanet ederek döndü ve boşta kalan eliyle kızın belini sardı. O kadar güzel ve masumdu ki, ona dokunmaya kıyamıyordu. Yaşattıklarından sonra Elizabeth'le ilgili hiçbir şeye hakkı olmadığını düşünüyordu ama, kendisini de ondan uzak tutamıyordu. Ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Jennifer'a verdiği sözü hatırladı acıyla... Elizabeth'i isteği dışında burada tutmayacaktı. Bir hafta içerisinde onun fikrini değiştirmeye çalışacaktı ama olmazsa da zorlamayacaktı. Yarın o bir haftanın son günüydü ve Alec'in beş günde yapmaya çalıştığı her şey iki günde yıkılmıştı. Pişmanlık ve kalbinin acısıyla burnunu kızın saçlarına bastırdı ve gözlerini kapatarak belki de Elizabeth'in bu kadar yakınında olacağı son günde başka hiçbir şey düşünmedi.
Elizabeth karnına saplanan acıyla hava henüz aydınlanmadan uyandığında, panikle ayağa kalkmaya çalıştı. Beline sarılan ve acı veren kol, tutuşunu sıkılaştırdığında paniği daha da arttı. Beline sarılan kolun sahibini görmek istercesine kafasını çevirdiğinde karanlığa alışan gözleri önce kirli sakalları fark etti. Tanıdık, gür kirpikler kırpışarak açıldığında Elizabeth rahat bir nefes aldı. Ama kendisini yatağa çekmeye çalışan kol tekrar canını yaktığında ağzından kaçan iniltiye engel olamadı. Tam o anda Alec de panikle ayağa kalktı. "Bir şey mi oldu, iyi misin?" Elizabeth yanında güven veren tanıdık sesi duyduğunda acısıyla baş etmeye çalışarak nefes nefese kalmış, karnını tutuyordu. Alec uyku sersemliğiyle, karanlığa alışan gözlerinin yönlendirmesiyle Elizabeth'in yukarı çekilen geceliğini istemsizce kaldırdı ve acıyan yeri görmek istedi. Elizabeth şaşkınlıkla onu engellemeye çalışsa da Alec'in ağzından çıkan bir küfürle geç kaldığını anladı. Alec'in elini sertçe itti ve geceliğini kapattı. "Ne yaptığını zannediyorsun sen!" Fısıltıyla çıkan sesi cümlesinin etkisini tam olarak göstermesini engellemişti. "Ne oldu karnına? Biri sana bir şey mi yaptı? Hemen söyle!" Elizabeth'in karnı gece karanlığında bile fark edilecek şekilde simsiyahtı! Adamın aniden yükselen sesi Elizabeth'in irkilmesine sebep oldu. Duraksaması ise Alec'in uyku sersemliğini anında atıp daha da sabırsızlaşmasına sebep oldu. "Elizabeth biri sana bir şey mi yaptı dedim!" Genç kadının dolan gözleri Alec'in her şeyi yanlış anlamasına sebep olduğunda Elizabeth sesi titreyerek konuştu. "Ben... Kulübede bana dokunmaya çalışan bir askere engel olmaya çalıştığımda..." Ağzından kaçan hıçkırıkla birlikte Alec de dişlerinin arasından küfretti. Kendini sakinleştirmeye çalışarak sesinin tonunu biraz daha yumuşatmaya çalıştı. "Ne yaptılar sana güzelim?" Elizabeth, Alec'in yumuşayan sesiyle gözünden damlayan birkaç yaşa engel olamadı. "K-karnıma tekme atmaya başladı. Sürekli karnıma t-tekme attı..." Alec ise içinde kaynayan öfkeyi ve siniri daha fazla tutamayarak hızla yorganı üstünden attı ve çizmelerini giymeye başladı. Elizabeth onun ani bir şekilde yanından gitmesine anlam veremeden sadece şaşkınlıkla baktı. Alec tek kelime etmeden odanın kapısını çarparak çıktığında Elizabeth onu çok uzun süre göremeyeceğini bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficción históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...