Bölüm 63

331 51 8
                                    

Merhabalar, geç saate kaldığım için kusura bakmayın. Bu hafta o kadar yoruldum ki, uyuyakalmışım... Bu sefer hiçbir ipucu vermeyeceğim, heyecanlı olsuun. Bölümü okuduktan sonra yorumlarınızı bekliyorum ve sizi daha fazla bekletmeden hemen bölümü yayımlıyoruum. İyi okumalar, sağlıkla kalın! Haftaya görüşmek üzere!








Önceki bölümde...

   Ian ve James atlarından inerek sönmüş kamp ateşinin etrafında dolaşıp ne kadar süre önce sönmüş bir ateş olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Diğer askerler de inmiş bulundukları bölgede herhangi bir iz bulmak için etrafa bakınıyorlardı. "Çok fazla uzaklaşmış olamazlar Ian. Hala sıcaklık hissediliyor. Aradığımız onlarsa çok yaklaştık demektir." Ian onaylayarak başını salladı. "Takip ettiğimiz at nalları burada duraksamış görünüyor. Ama esas soru daha sonra ne yaptılar?" James düşünceli bir şekilde etrafında dönerek bulundukları yeri inceledi. "Etrafta kurbağalar var. Bu da yakınlarda bir dere ya da göl olduğunu gösteriyor. Burada durdularsa muhakkak suyun yanına da gitmişlerdir. Hadi gidelim!" Ian onun sözünü ikiletmeden askerlere eliyle işaret etti. Normalde bir İngiliz'in sözünü dinlemeyi bırakın onunla yüz yüze gelip konuşmazdı bile. Fakat James farklıydı. O hem karısının babası hem de birçok olaydan dolayı saygı duyduğu bir adamdı. Onu bir İskoç olarak düşünüyordu. Çünkü James gibi bir adam İngiliz olamayacak kadar onurlu ve şerefliydi. Bunları düşünürken bir yandan da gözleriyle etrafı tarıyordu. İlerleyerek dereyi keşfettiklerinde James nefesini tuttu. Ian da çok farklı değildi. Sadece tepkisini daha az göstermişti. Derenin az ilerisinde toprakta azımsanamayacak şekilde bir kan lekesi vardı.

Jennifer karnı henüz doymuş ve uykuya dalmış olan bebeğini yorgunlukla annesinin kucağına doğru uzattı. Gillian şefkatle torununu kucağına aldığında göz ucuyla siyaha bürünmüş havaya baktı. Bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyordu o da ailesi gibi. Henüz ismi koyulmamış bu güzel erkek bebeği beşiğine bıraktığında gözlerindeki hüznü saklayamadan kızına döndü. "Onu bulacaklar değil mi anne?" Gillian içindeki şüpheyi ve acıyı hala yorgunluğunu atamamış olan kızına belli edecek değildi. "Tabi ki bulacaklar Jenny! Elizabeth çok güçlü bir kadın. Ian ve James onları bulana kadar o bir şekilde yolunu bulacaktır." Gillian kendisini bu zor durumdan kurtaran Sophie'ye minnetle baktı. Onunla Jennifer ve Ian'ın düğününde tanışmışlardı. Gillian onun çok iyi bir çocuk olduğunu düşünüyordu. Daha ilk tanışmalarında bunu anlamıştı. Sophie'yi Alec'den daha iyi tanıyordu. Alec Gillian için tam bir muammaydı. Sadece James'in anlattığı kadarını biliyordu. Ama ister istemez kocasının söylediklerinden etkilenip Alec'e karşı olumlu hisler beslemişti. İngiltere'deki tanışmalarında ise olumsuz herhangi bir şey hissetmemişti. Şimdi de kendisini sakin kalmaya zorlayarak kızının sağ salim geri gelmesini bekliyordu. "Biraz dinlenmen gerekiyor artık Jenny... Hadi şu ilacını iç bakalım." Sophie, Mathilda'nın Jenny'ye içmesi için hazırladığı karışımı eline alarak onun içmesine yardımcı oldu. Yorgun bedeni daha fazla dayanamayan Jennifer da uzandı. Gözlerini açık tutmak için uğraşıyor, ama göz kapakları birer taş gibi gözlerine baskı yapıyor ve onları açık tutamıyordu. Biraz Jennifer'ın yorgunluğu biraz da Mathilda'nın karışımı onu uykunun kollarına itti. Huzursuz uykusunda zihninde yankılanan tek kelime küçük kardeşinin ismiydi... Sophie bakışlarını Gillian'a çevirdiğinde onun gözlerinin altının siyahlaştığını fark etti. Haftalar süren yolculuktan sonra dinlenemeden bir kabusun ortasına düşmüştü zavallı kadın... İlerleyerek yanına yaklaştı ve fısıldadı. "Gillian biraz dinlenmek ister misin? Jenny ve bebeğin yanında ben kalabilirim." Gillian başını sağa sola hafifçe salladığında Sophie onun dirseğinden hafifçe tutarak kapıya yönelmeye başladı. "Lütfen itiraz etme. Söz veriyorum hep yanlarında kalacağım." Gillian gülümsedi. "Güzel bir kalbin var çocuğum. Onlara iyi bakacağından eminim. Teşekkür ederim." Kapıyı Gillian'ın çıkması için açtığında Sophie de çok az hatırladığı annesinin şefkatini karşısındaki kadının gülümsemesinde hissetti. Tam bir şey söyleyecekti ki kapının dibinde bekleyen Daniel'ın aniden karşısına çıkmasıyla irkildi. "Tanrı aşkına ne işin var senin burada Daniel!" Daniel onun bu tavrı karşısında sinirlenerek kaşlarını çattı. "Sizin için burada bekliyorum Leydi Sophie. Güvenliğinizden ben sorumluyum." Çatılan kaşlarının aksine sesi keskin ve tehlikeliydi. Sophie altta kalmayan bir şekilde konuşacakken Gillian şaşkın bir şekilde ikisinin arasındaki bu tatlı atışmayı izliyordu. "Benim kimsenin korumasına ihtiyacım yok." Daniel aniden onu yok sayarak Gillian'a cevap verdiğinde Sophie görmezden gelindiği için iyice gerilmişti. "Merhaba Leydi Gillian. Size selam veremedim. Kabalığımı bağışlayın." Gillian konunun bir anda kendisine çevrilmesinden dolayı afallasa da bunu bu iki gence belli etmedi. "Kabalığını bağışlıyorum Daniel." Böyle söylemişti ama gözlerinde muzip parıltılardan Daniel'la uğraştığı çok belliydi. Sophie bunu anlamıştı ama Daniel anlamamıştı. Bu iri ve uzun boylu savaşçının bir anda bakışları utanır bir hal aldı ve mahcupça kendini açıklamaya çalıştı. "Leydi Sophie bir anda konuşunca -gerçi sürekli konuşuyor- ona cevap vermem gerekiyor gibi hissettim, kusura bakmayın leydim..." Gillian onunla daha fazla uğraşmamaya karar vererek yorgun, hüzünlü ve anaç bir şekilde gülümsedi. Eliyle Daniel'in koluna dokundu. "Sana takılıyorum çocuğum, problem yok. Ben biraz dinlenmeye çalışacağım. Siz ikiniz birbirinizle anlaşmaya çalışırken lütfen sessiz olun." Bakışlarını Sophie'den Daniel'a çevirdi. "Bebek uyanırsa sen bakmak zorunda kalırsın, benden söylemesi..." Bu cümleleri söylerken Daniel'ın yüz ifadesine gülmemek için kendini tutarak uzaklaştı. İçine dolan garip bir mutlulukla Tanrı'ya bir kere daha dua etti. Minik bebeğimi bulacağız, biliyorum Tanrı'm... Lütfen biraz hızlı olsun, bize yardım et.

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin