Merhabalar sevgili okuyucularım! Size artık yavaş yavaş son bölümlere geldiğimizin haberini vermek isterim. 🥺 Aynı zamanda da işlerin karışacağı bölümlere... Geçen hafta çok geç yayımlayabildiğim için bu hafta şimdi sizlerle paylaşmak istedim. 🤗 İyi okumalar, güzel hafta sonları diliyorum! 🌸
Önceki bölümde...
İlk atından atlayan James, ikinci de Elizabeth oldu. O kadar hızlıydı ki Alec onun kollarının arasından aşağı inişini fark edemedi bile. Birbirlerine koştuğunda James bir eliyle kızının saçlarını okşarken diğer eliyle de onun belinden kavrayarak sarılıyordu. "Kızım... Güzel kızım..." Boğuklaşan ses Elizabeth'in saçlarında kaybolurken Alec ve Ian da atından indi. İkisinin bu mucizevi kavuşması bu koca devleri bile yumuşatmaya yetmişti. Birkaç asker bu sahne karşısında başlarını çevirerek tepkilerini göstermemeye çalışsa da yüzlerinden her şey okunuyordu. Elizabeth'in hıçkırıkları arasında söyledikleri anlaşılmıyordu. Bütün yapabildiği babasının güçlü kolları arasında yaşadığı olayların yükünü üstünden atabilmekti. Onlar birbirlerine kavuşmanın inanılmaz duygusunu yaşarken Alec kafa karışıklığının hepsini Ian'a hızlı bir şekilde sordu ve aldığı cevaplar karşısında öfkeden küplere bindi. Elizabeth'den de dinlemişti ama Ian'dan da bunları duymak düşüncelerinin doğruluğunu kanıtlamıştı. Richard ve Campbell p*çi başından beri bunu planlayıp o şekilde hareket etmişti. Elizabeth sadece onların işine gelen sürpriz biri olmuştu. Ve amaçları için onu kullanmaktan çekinmemişlerdi. Dişlerini sıkarak bir küfür savurduğunda James'in sesi duyuldu. "Bana selam vermeyecek misin McAlister?"
Alec, James'in kendisine seslenen sert sesini duyduğunda ister istemez bir toparlanma ihtiyacı hissetti. Neden bu şekilde hissettiğine çok fazla anlam veremese de sanki James'e hesap vermesi gerekiyor gibi hissediyordu. Ian'dan neden burada olduklarını öğrenmişti. Herkes Elizabeth'i arıyordu ve James olan biten her şeyi biliyordu. Yani Elizabeth'in ilk kaçırılışını da biliyordu. Hem de yorucu bir yolculuktan gelir gelmez karşılaştığı gerçekler hiç hoş şeyler değildi. Üstelik James Elizabeth'i kendisine emanet etmişti. Ama Alec iki kere başarısız olmuştu. Şimdi ona ne dese boştu. Çünkü başarısız olmuştu. Evet, şu an Elizabeth ufak yaralanmaları saymazsa büyük ölçüde sağlıklıydı. Ama gözlemlediği kadarıyla bu olayların onda çok başka etkileri olmuştu. Ani hareketlerden korkar hale gelmişti. Ve dün geceden anladığı kadarıyla kabusları da sıklaşmıştı. Sürekli onu rahatlatmak için kollarıyla sarmış ve okşamıştı. Tabi bu detayları James'in bilmesine gerek yoktu. Çok da güzel tepkiler vermeyeceğini tahmin etmek zor değildi. Boğazını temizledi. "Sizi bölmek istememiştim Lord James." İki adımda onların yanına geldi. "Hoş geldiniz. Sizi topraklarımızda görmek büyük bir şeref." James'in kaşları hala çatıktı. "Başka şartlar altında olsaydık ben de aynı şeyi düşünebilirdim ama seninle konuşacak çok şeyim var McAlister." Alec konuşamadan Elizabeth söze girdi. "Baba lütfen... Şimdi bunları konuşmayalım. Eve gitmek istiyorum. Annemi ve küçük bebeğimizi görmek istiyorum." Alec şaşkınlıkla başını Ian'a çevirdi. "Tanrı aşkına baba olduğunu bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun!" Ian omuz silkti. "Fırsat olmadı." Sakinliğinin aksine içinde heyecanla atan kalbi karısını ve oğlunu görmek için can atıyordu. Alec gözlerini devirdi ve tekrar James'e döndü. "Eve dönünce her şeyi anlatacağım James." James kızı için sakin kalmaya çalışarak başıyla onayladı. "Kızımın herhangi bir yarası olsaydı emin ol çok daha başka şeyler olurdu." Şu an ona sağ salim kavuşması her şeyden önemliydi. Konuştuğu kadarıyla da kızı iyi görünüyordu. Sadece göz altlarından yıpranmışlığı ve yorgunluğu belli oluyordu. Ayrıntıları dinleyememişti ama ana hatlarıyla yaşanılanları öğrenmişti. Sadece ilk kaçırılışıyla ilgili çok ayrıntılı konuşamamıştı. Ama konuşacaktı. Şimdilik Alec'le ve kızıyla konuşmak ertelenebilirdi. Zaten bir an önce eve dönüp Gillian'ı da rahatlatmak istiyordu. Zavallı karısı kim bilir nasıl endişeliydi. Alec alelen savrulan bu tehdidi sonuna kadar hak ettiğini biliyordu. Çünkü kendisine verilen bu önemli görevde başarısızlığa uğramıştı ve bir şey söylemeye hakkı yoktu. Askerleri ise James'i dolaylı olarak da olsa tanıyıp bildikleri ve efendilerinin hayatındaki öneminin farkında oldukları için bunu bir hakaret olarak saymadılar. "Herkes atlarına, eve geri dönüyoruz!" Ian'ın emrinden sonra Alec ve James de aynı emri verdi. Bütün askerler atlarına bindi. Ardından Ian da atına bindi. Alec, Elizabeth ve James kalmıştı. Alec, Hades'i Elizabeth'in yanına yaklaştırınca James tek kaşını kaldırdı. Elizabeth de ikisi arasında bakakalmıştı. Babasının atına binecekti. Alec'in bunu bilmesi gerekiyordu. "Kızım benim atıma binecek Alec. Umarım bunun için yanımızda dikilmiyorsundur. Çünkü..." Elizabeth bakışlarını babasına çevirdi. "Baba Tanrı aşkına... Alec elbette ki bunu biliyor. Belki de sana bir şey söylemek istiyordur." Sonra anlamlı bir şekilde bakarak Alec'e döndü. "Değil mi Alec?" James oğlu yerine koyduğu İskoç liderinin kızına bakışlarından hoşlanmamaya başlamıştı. Neler oluyordu Tanrı aşkına? Onların ikisini İskoçya'ya yolculukları için yolladığında birbirlerinden çok hoşlanmıyor gibiydiler. Şimdi ise aralarındaki garipliği seziyordu. Bir şeyler oluyordu ama bu olan şeyler James'in hiç hoşuna gitmiyordu. "Evet Leydi Elizabeth bir şey söylemek istiyorum." Sadece James ve Elizabeth'in duyacağı şekilde konuştu. Leydi Elizabeth'in benimle ata binmesi gerektiğini düşünüyorum." Elizabeth dehşetle kendisine bakarken James ise oldukça afallamıştı ve bu afallamayı çatılan kaşlar ile sinirli bir ses tonu takip etmişti. "Benim kızım ben buradayken neden seninle ata binecekmiş!" Alec bu sinirli ses tonuna karşılık sakinliğini koruyarak sohbet eder tarzda konuşmaya devam etti. "Çünkü biliyorsun ki senin atın böyle engebeli arazilerde ve ormanlarda sürülmeye alışkın değil. Buradan bile aşırı yorgun olduğu anlaşılıyor." Diğer askerler uzakta olduğu için James'e resmi bir şekilde hitap etmiyordu ve James'in atı gerçekten de çok yorgun görünüyordu. İngiltere'den onca yol geldikten sonra zavallı hayvan dinlenememişti bile. ama James bu durumu kabul etmeye hazır değil gibi görünüyordu. Elizabeth de babasının öfkelenmeye başladığını fark ediyordu. Bunu hemen engellemeliydi yoksa güzel şeyler olmayacaktı. Alec'in bu tavrı karşısında ise şaşırmaktan başka bir şey yapamıyordu. "Babacığım Alec haklı. Atın gerçekten de yorgun görünüyor." Babasının öfkeli bakışları kendisine dönünce daha hızlı konuşmaya başladı. "O yüzden eğer istersen Sör William'ın atına binebilirim. Onun atı biraz daha iyi durumda gibi görünüyor." Bu sefer afallama ve sinirlenme sırası Alec'deyken, James ise duyduklarından memnun bir şekilde sakinleşmişti. "Evet kızım, Sör William'la birlikte yolculuk edebilirsin. Böylesi daha uygun olacaktır." Aslında Alec ile at sürmesi James için bir problem değildi. Çünkü Alec oğlu sayılırdı ve ona güveni tamdı. Fakat ikisinin arasında sezdiği bu garipliği bizzat Alec'in yüzünde görmek istemişti. Gördükleri de tahminlerini kanıtlar şekildeydi. Alec'in yüzü öfkeyle kasılmış ve ateş saçan gözleri Elizabeth'le William arasında gidip geliyordu. Sör William yaklaşık olarak Alec ile aynı yaştaydı ve kumral İngiliz saçlarına sahip bir centilmendi. James'in askerlerinin kumandanıydı. Hatrı sayılır bir konumda olmasından dolayı kraliyet tarafından birçok ödül almıştı. Kral evlendiğinde ona ödülü olan kaleyi vereceğini vaad etmişti. Şimdilerde William kalesine bir leydi arayışı içerisindeydi. Bunun için özenli davranıyordu. O İngiltere'deki çoğu lordun aksine evleneceği insana para gözüyle bakmıyordu. Ömrü boyunca seveceği bir leydi olmalıydı. Tabi bulunması kolay bir şey değildi. Ama William sabırlıydı. Leydi Elizabeth'in söylediğini duyunca onaylayarak başını salladı. Zaten leydilerinin o barbarla at sürmesi kabul edilemezdi. Ayrıca leydiyi korumakta başarısız olmuş birisinin onun yanına yaklaşması bir hakaret sayılırdı. Kontu'un bu İskoçyalı barbarı sevip sayması ise William'ın düşüncelerini değiştirmiyordu. Sadece o da saygı duymak zorundaydı o kadar. Boğazını temizleyerek konuştu. "Sizin için de uygunsa lordum, Leydi Elizabeth'le at sürmekten onur duyarım." Alec'in ateş saçan bakışları William üzerinde odaklandı. James bu gergin ortama son verecek cevabı verecekken Ian söze girdi. "James işine karışmak gibi olmasın ama askerinin atının da senin atından çok bir farkı yok. Eğer sen ve askerlerin atlarınızın ölmesini istemiyorsanız Leydi Elizabeth'in bizlerden biriyle ata binmesi daha iyi olacaktır." James düşünceliydi. Alec deli gibi öfkeliydi. Elizabeth bir kavga çıkacak diye endişeliydi. Ian ise eğlenir gibiydi. James mantığının sesini dinlemek zorundaydı. Her ne kadar ikisinin arasında geçenleri tam olarak anlayamamış olsa da şu an yapması gereken buydu. "Haklısın Ian. Alec kızım seninle ata binecek. Fakat gözüm hep üzerinizde olacak." Bu tehditvari son cümleyi Alec'in yüzüne yayılan geniş sırıtmayı bozmak için söylemişti aslında ama, Alec istediğini elde ettiğinden geri kalan şeyleri rafa kaldırabilirdi. Çünkü Elizabeth'in başka bir adamla ata binmesine asla izin vermezdi. Sadece bu kolay yoldan olduğu için mutluydu. James'in kumandanını öldürmek istemezdi. "Tabi ki James, sen de dersen öyle olsun." Gülümsemesi hala yüzündeyken Elizabeth ona ters ters baktı. Ortalığı karıştırıyor şimdi de sırıtıp duruyordu. Herkes atlarına dönerken kimse görmeden Elizabeth, Alec'in kolunu sıkarak tepkisini belirtti. "Gülmeyi kes artık." Alec elini kendisine uzattığında hala gülümsüyordu. "Tabi ki Leydim, siz ne derseniz." Alec, William'a zafer dolu son bir bakış attığında Elizabeth sinirle soludu. "Yeter artık Alec!" Alec çevik bir şekilde onu belinden kavrayarak ata oturttu ve kendisi de arkasına atladı. Ellerini Elizabeth'in önünden uzatarak dizginleri eline aldı. Saçlarının kokusunu içine çekti. İşte şimdi bütün sorunlarını çözecek kadar kendisini güçlü hissediyordu. Ian ve James'in yanına ilerleyerek yanlarında yerini aldı ve evlerine dönmek için yola devam ettiler.
Richard uykusunu bölen tartışma sesleriyle homurdanarak kalktı. "Bu ne gürültü böyle Tanrı aşkına!" Lanet olası kalede rahat bir uyku uyuyamıyordu. Gücünü toplaması ve önümüzdeki birkaç gün içinde planladığı savaşa hazırlanması gerekiyordu. Ama burada aptal Campbell'ın bağırtılarıyla uyanmak zorunda kalıyordu. Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Bu adamı istediklerini elde edene kadar idare etmek zorundaydı. Pantolonunu hızla giydi ve gömleğini üzerine geçirdi. Düğmelerini kapatmadan çizmelerini giydi ve kapısını açarak merdivenlere indi. Sesler yükseldikçe başı zonklamaya devam ediyordu. "Ne demek kızımı kaçırdılar? Eğer buna bu kadar eminlerse ne demeye kimse müdahale etmemiş! Şimdi ya bütün her şeyi anlatırsa!" Richard yüzünü buruşturarak ana salona girdi. "Demek kızın da başarısız olmuş öyle mi Campbell? Sanki dün çok emin gibi konuşuyordun..." Sinirden ağzından köpükler çıkan Campbell öfkeli bakışlarını Richard'a çevirdi. "Bana adamlarından birini esir olarak aldıklarını neden söylemedin? Ya şimdi ikisi de konuşurlarsa? O zaman ne yapacağız? Neden gülüp duruyorsun, komik bir şey mi söyledim McLeod!" Richard düğmelerini ilikleyerek geniş sandalyeye yayılarak oturdu. "Şöyle ki, onlar istekilerini anlatabilirler." Parmağıyla kafasını işaret etti. "Onlar buradakini bilmiyorlar. Askerleri toplayıp yarın kaleye saldıracağız. Onlar eve dönüp plan yapmaya fırsat bulamadan en zayıf anlarında onları vuracağız." Campbell afalladığında Victoria şeytani gülümsemesini gizleyemeden ona oturması için bir sandalye uzattı. "Anlat bakalım kafanda neler varmış?" Richard askerlere başıyla işaret ederek kapıyı gösterdi. "Herkes dışarı çıksın, yalnız konuşacağız!"
Liam başına toplanmış olan asker kalabalığına baktığında neredeyse bayılacaktı. Nereden düşmüştü buranın içine? En başından bu paralı askerlik saçmalığını kabul etmeyecekti. Şimdi ne yapacağını bilmiyordu. Tek bir şeyden emindi ki, kimse onu kurtarmaya gelmeyecekti. O Richard denen adam yanındaki herkesi tek kalemde satardı. Kendisinin de bir ayrıcalığı olduğunu düşünmüyordu. O yüzden akıllıca hareket etmeliydi. Bu adamlar da canını bağışlayacak gibi durmuyordu aslında ama, belki onlara her şeyi anlatırsa bir şansı olabilirdi. Derin bir nefes alacakken etrafındaki uğultu kesildi ve konuşmasını engelleyen ağzının içindeki bez hunharca çekildi. Şimdi gerçekten herkesin dikkatini çekmişti ve biraz sonra konuşacakları hayatını belirleyecekti. Gözlerini sımsıkı kapattı ve tekrar açtı. "Bizi uğraştırmadan hemen konuş. Aksi halde yapacaklarımızı tahmin bile edemezsin." Daniel'ın tehlikeli ama sakin sesi sessiz odada yankılandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...