Merhabalaar! Öncelikle geç olduğu için kusura bakmayın. Toplantım olduğu için eve de geç geldim. Düşüncelerinizi yorumlarda belirtirseniz çok seviniriiim. Sizi tutmadan bölümle baş başa bırakıyoruum! Umarım beğenirsiniz, haftaya görüşmek üzere, sağlıkla kalın!
Önceki bölümde...
"Şunun bağlarını çözün de insin aşağı!" Önce ellerinin, sonra ayaklarının ve son olarak da gözlerinin bağının çözülmesiyle Elizabeth rahat bir nefes aldı. Tek sıkıntısı ellerini ve ayaklarını hissedememesiydi. Karıncalanmayı her tarafında hissediyordu. Bir anda yüzüne vuran ışığın gözlerini acıtması da cabasıydı. Üstelik bu akşam güneşiydi. Üç adam tepki vermesini beklercesine kendisine bakıyordu. Elizabeth ise gözlerini ovuşturmaktan ileri gidemiyordu. Bu sürede de uyuşan eklemlerinin kendine gelmesi için zaman kazanmaya çalışıyordu. "Şu lanet kadını bekleyemeyeceğim! Acil ihtiyaçlarım var." Adamlardan kıs kıs gülme sesi geldiğinde lider gibi görünen asker sinirlenmiş olacak ki sesi yükseldi. "Siz iki aptal gözünüzü ondan ayırmayın! Ve sen küçük baş belası, kaçmayı aklına getirme bile, artık çok başka topraklardasın." Elizabeth parmaklarının arasından onun şeytani gülümsemesini gördü ama görmemiş gibi yapıp cevap vermedi. Nitekim adam da Elizabeth'le daha fazla uğraşmadan adamaları bir kere daha uyardı ve uzaklaştı. Elizabeth parmaklarını gözünün önünden çekti ve kendisini hazırladı. Az sonra buradan ve korkunç adamlardan kurtulacaktı.
Alec çok kan kaybediyordu. Ama onlarca savaş görmüş bedeni artık böylesi acılara alışmış ve acı eşiği yükselmişti. Hızlı düşünmeye çalışarak bilincini sabit tutmaya çalıştı. Eliyle yarasına bastırıp akan kanı engellemek istediğinde kılıçla kesilen kolu da kendisini hatırlatırcasına sızladı. Dişlerini sıkarak bir küfür savurdu. "Biriniz hemen onun peşinden gitsin!" Askerlerden biri hızla atını çevirdi ve ormanda kaybolan gölgenin peşinden gitti. Alec sarındığı ekose kumaşını çıkartarak göğsünün altındaki yaranın üzerine sardı ve kan akışını engelledi. O sırada Lancelot da kendi ekose kumaşını çıkartarak liderinin kolundaki yaraya sardı. "Hadi, biz de gidiyoruz!" Lancelot endişeli bir şekilde liderine baktı. "Emin misiniz efendim? Yaralarınız..." Alec'in öfesi aman vermez ve tehlikeliydi. Sıkılı dişlerinin arasından konuştu. "Gidiyoruz!" Alec liderliği alarak atını dört nala ileri sürdü. Bu sefer elinden kurtulamayacaktı ve Elizabeth'e yaşatılanların öcünü alacaktı. Sık ağaçların ve engebeli tepelerin bulunduğu bölgede elbette ki at sürmek zorluydu. Fakat Highlands'in her karışı böyleydi. Alec ve askerleri için bu bir çeşit oyun gibiydi. Hızını kesmeden ustaca atı Hades'i yönlendiriyor ve kaçan adamın peşinden son sürat ilerliyordu. Akşam güneşi son ışıklarını gönderirken bundan faydalanmakta kararlıydı. Çünkü hava karardığında hiçbir şey bulamayacaklarını biliyordu. Alec bunları düşünürken önde askeri göründü. Atını yavaşlatmadan onun yanına ilerledi. Askeri liderinin bakışlarından sorusunu anlayarak konuştu. "Hemen önümüzde efendim! Çok yaklaştık!" Askerinin rüzgarla karışan sesinde dediklerini zor da olsa anladı ve tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Sonra liderliği tekrar alarak ilerledi. Göğsü ve kolu bu kadar zorlandığı için sızlıyor, acıyor ve kendilerini hatırlatıyordu. Ama Alec'in umrunda değildi. Kendisini vuran o adamı bulacak ve nihai saldırısını gerçekleştirecekti. Kendisini atının üzerinde dikleştirerek dizginleri sıkıca tuttu ve ileriye bakarak adamı bulmaya çalıştı. Sık ağaçlar bunu zorlaştırsa da sonunda önünde kaçan adam belirdi. Gözlerini onun üzerine kitledi ve askerlerine onu çember içine almaları için tek eliyle işaret etti. Askerleri etrafa dağılırken Alec belindeki küçük kamayı kınından çıkartarak kendisini hazırladı. At süratle ilerlerken tek gözünü kıstı ve kamayı ileriye doğru fırlattı. Fırlatmasıyla atın binicisi bir inlemeyle atından düştü. Alec onun yanına ilerlerken askerleri de etraflarını çevreledi. Lancelot korkudan kaçmaya çalışan ve şahlanan atı dizginlerinden tutarak yakaladı ve sakinleştirdi. Yere düşen adamın üstünü pelerini kaplamıştı ve sık nefesler alıyordu. Alec'in kaması adamın sırtına gelmişti ve pelerinde kırmızı lekeler bırakıyordu. Alec zafer gülümsemesiyle atından indi ve yere saçılan oklardan asıl hedefine ulaştığını anladı. Bir ayağını adamın sırtına bastırdı ve kamasını sertçe çekti. Bunun verdiği acıyla adamdan tiz bir inleme sesi daha çıktı. Alec duyduğu ince sese karşılık kaşlarını çattı. Düşmanının sırtından akan kana aldırmadan onu omzundan tutarak çevirdi. Düşmanlarının yüzünü gördüklerinde hepsi şaşırarak baktılar. Bu bir kadındı!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...