Tekrardan merhabaaaaa! 🦋 İnterneti şimdi bulabildiğim için yine erken yükleyeceğim. Elizabeth'in geçmişten sesini tanıdığı kişi kim? Peki bu kadar zamandır kaleden dışarı bilgi sızdıran kim olabilir? 😱 Önümüzdeki bölümde bu soruların cevabını öğreneceğiiz! Haftaya görüşmek üzere, sağlıkla kalın! İyi okumalaaar! 🦄🌸
Önceki bölümde...
McAlister kalesinden çok çok uzakta bir yerlerde...
"Sonunda minik kuş kafesimizde!" Adam zaferine bakıp en içten kahkahasını attı. Karşısında elleri, ayakları ve gözleri bağlanmış bir şekilde duran Alec'in kadını Elizabeth Lawrence'dan başkası değildi. Aylar süren çabasının sonunda en büyük görevi tamamlamıştı. Şimdi bu güzel kuşu efendisine sunmak ve yeni emirleri almak için sabırsızlanıyordu. Tam o sırada kız baygın bir şekilde oturduğu sandalyede hafifçe kıpırdamaya başladı. Elini başına götürmek istercesine havaya kaldırdı önce ama yapamayınca nasıl bir durum içinde olduğunu yavaş yavaş idrak etti. Sonrasında ise debelenmeye başladı. "Bırakın beni! Ne istiyorsunuz? Ben İskoç bile değilim!" Ayaklarını hareket ettirmek için uğraştığında ise sandalyeden düşerek kendini yerde buldu. "Boşuna uğraşma, buradan ben istemediğim sürece çıkamayacaksın." Elizabeth göremediği gözlerini sesin geldiği tarafa çevirdi. "Alec sana istediğin şey neyse verecektir. Beni bırak lütfen! Sana zarar vermesine izin vermem. Hiçbir şey için geç değil!" Başının zonklamasını geri plana atmış, mantığının son kırıntısıyla onu hapseden insanı ikna etmeye ve bu cehennemden çıkmaya çalışıyordu. "Üzgünüm güzelim... Alec seni bırakıp gitti, bunu ben de duydum. Senin için bir şey yapmayacağını ikimiz de biliyoruz." Tutsağının umudunu kırmak her zaman işini kolaylaştırmıştı. O da öyle yaptı. Elizabeth'in vücudu acıyla kasıldı ve Alec'le yaşadığı son anı hatırladı. "Şimdi ikimizin iyiliği için de senin susman en iyisi olacak." Kızın ağzına bir bez parçası tıkadı, düştüğü yerden kaldırmaya bile zahmet etmedi. Şimdi tek yapması gereken liderinin gelmesini beklemekti. Kulakları Elizabeth'in acıyla çığlık atıp, konuşmaya çalışan sesini duymuyordu bile...
Geçmiş kendini tekrar ediyordu. Her şey bitmişti. Aptallığı yüzünden her şeyi mahvetmişti. Elleri titreyerek atından indi ve o korkunç olayın yaşandığı yere yaklaştı. Daisy yerde kanlar içinde yatıyordu. Karnına saplanmış okun kenarında bir not ve bir de kumaş parçası vardı. Zavallı at, acılarına direnerek gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Alec'i gördüğünde hareketlenmeye çalışmıştı. Alec notu ve kumaş parçasını kenara iterek hemen Hades'in üzerine attığı pelerini alıp Daisy'nin yarasına bastırdı. Sonra pelerininin kenarını yırtarak kan akışını durdurmak için pelerininin üstünden bağladı. Hareketlenen atı sakinleştirmek istercesine başını okşadı. O sırada Hades yardım etmek istercesine eğilerek burnunun ucunu Daisy'nin burnuna sürtüyordu. Alec Daisy'yi kurtarmak için hızlı bir şekilde hareket etmişti ama şimdi kana bulanmış not ve kumaş parçasına baktığında ellerinin titremesine, başının zonklamasına engel olamıyordu. Beceriksizce eline aldığı notu okudu: "Alec McAlister, hepinizin soyu tükenecek derken ciddiydik. Şimdi ise siz tarihe gömülürken neden canınız, sizin bizim canımızı yaktığınız gibi yanmasın dedik ve şu sıralar ilgini çeken minik İngiliz kuşunu misafirimiz olarak aldık. Kaçmaya çalıştı ve son nefesine kadar senin ismini sayıkladı. Merak etme, ölmedi ama direnirken yaralandı. Şimdi sadece bizim zaferimizi ve sizin çöküşünüzü izle!" Alec okudukları karşısında kanı donarak kağıdı elinden düşürdü. Gözleri kağıdın yanındaki kanlı kumaş parçasına gittiğinde, onun Elizabeth'in üzerine giydiği gömleğin bir parçası olduğunu anladı. İçinden gelen büyük bir isyanla bağırdı: "HAYIR, OLAMAZ!" Gözlerinden akan yaşlara kendisi de inanmıyordu. En son odasında, annesi ve babasının ölümünde böyle ağlamıştı. Daisy'nin yanında parıldayan bir şey dikkatini çektiğinde çaresizliğinin elle tutulacak kadar belirgin olduğu o korkunç seviyedeydi. Elleriyle gözlerini ovuşturarak parıldayan şeye uzandı. Minik su damlası kolyesi... Annesinin kolyesi... Elizabeth kolyeyi kendisine verdiğinde sinirle pelerinin cebine atmıştı ve kolye şimdi yere düşmüştü. Bu kolye Elizabeth'e aitti. Sevdiği kadına aitti. En başında boynundan çıkarmasına izin vermemesi gerekiyordu. Ona kızmaması gerekiyordu. Onu terk etmemesi gerekiyordu. Nasıl bırakabilmişti? Elizabeth'i savunmasız bir şekilde nasıl bırakabilmişti? Elizabeth son çırpınışlarında bile kendisinin ismini sayıklarken nasıl yapabilmişti? Gözlerini acıyla yumdu ve elinde tuttuğu kolyeyi avcunun içine alarak yumruk yaptı. Her şeyi düzeltecekti. Şimdi pes edemezdi. Gözlerindeki acının yerini, aynı bundan yaklaşık on yıl önce olduğu gibi intikam ateşi sardı. Elizabeth'i kaybetmeyecekti. Elizabeth'in ölmesine izin vermeyecekti. Yaptığı bütün hataları telafi edecekti. Hızla ayağa kalktı. Notu, kumaş parçasını ve kolyeyi cebine tıkıştırdı. Daisy'nin başını okşadı. "Yardım getireceğim kızım, dayan!" Sonra hemen atına atlayıp kalenin yolunu tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Tiểu thuyết Lịch sửİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...