Önceki Bölümde...
Alec onu öldürecekti. Mümkün olabileceği şekilde acıyla. Elizabeth'i o savaş alanında görünce neye uğradığını şaşırmıştı. Savaşırken de Elizabeth'in oraya gelmemesi için hiç yapmadığı şeyi yapıp dua etmişti. Ne diye kendini ortaya atıyordu? Ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamıyor muydu? O p*ç ona dokunduğunda içinde büyük bir yangın alevlenmişti. Adamın bütün kemiklerini etlerinden ayıracaktı. Ölene kadar ona bu dünyadaki bütün acıları tattıracaktı. Elizabeth'e dokunmanın cezasını çok ağır ödeyecekti. Çünkü az önce belki de dünyada yapması gereken en son şeyi yapmıştı.
Haydutu doğduğuna pişman etmişti. Etmişti etmesine ama içindeki alev sönmemişti. Bir şeyler yapmak istiyordu. Öldürdüğü haydutları bir daha öldürmek istiyordu. Öfkesi soğumuyordu. Kimin adamıydı ki bu haydutlar, bu kadar korkakça arkalarından sinsice saldırıyorlardı? Klanının hepsini ölümle tehdit eden, bu olayların arkasındaki kimdi? Onlar kimdi ki Alec'in himayesinde olanlara zarar vermeye cüret ediyorlardı? Nasıl bir cesaretle onun kampındaki kadını rehin alıyordu? Öfkeden hala şakakları atıyordu. Derede yıkanmış, yeni kamp alanına doğru yürüyordu. Üstü başı kanlı bir şekilde kızın onu görmesine izin veremezdi. Düşüncelerinde ertelese de şimdi Elizabeth'in yanına giderken onun ne kadar korkmuş olduğunu hayal bile edemiyordu. Adamları öldürürken kız onu görmüştü. Her şeye şahitti. Şimdi kendisinden nefret ettiğine emindi. Askerleri kendisi giderken Elizabeth'i uzaklaştırdığındaki karşı koymayışını, çaresizce kabullenişini unutamıyordu. Alec için sıradan bir şey olsa da onun gibi hassas kalpli biri için yaşadığı korkunç bir olaydı. Lanet olsun, yolculuklarının bitmesine bu kadar az zaman kala böyle bir şey yaşamaları kadar büyük bir talihsizlik yoktu! Askerler kamp alanını oradan daha uzak bir yere taşıyıp kurmuşlardı. Bugün yola devam etmeyi planlamıyordu. Yarın sabah devam edeceklerdi. Zaten birazdan güneş batacaktı. Kızın nasıl bir ruh halinde olduğunu tahmin edebiliyordu ve yolculuk yapamayacağına da emindi. Kamp alanına geldiğinde Dylan dışında diğerlerinin ortada yaktıkları ateşin başında olduklarını gördü. Hepsi mutsuz bir şekilde başlarını öne eğmiş oturuyorlardı. Bu onların yaşadığı en basit çatışmaydı. Bu şekilde olmalarına anlam veremiyordu. Üstelik bir kayıpları da yoktu. Yanlarına yaklaştı. "Ne oluyor size? Bu haliniz ne? Dylan ve Elizabeth nerede?" Hepsi başlarını kaldırıp Alec'e baktı. "Leydi Elizabeth çadırında olmak istediğini söyledi, Dylan'da çadırının başında nöbet tutuyor. Alec kafasını çevirip çadıra baktı. Dylan da inanılmaz mutsuz görünüyordu. Arthur sözlerine devam etti. "Alec kızı görmeliydin, çok kötüydü. Söylediğimiz hiçbir şeye itiraz etmedi, yemek yemeyi reddetti ve ağzından çıkan tek şey çadıra gitmek istediği, birimizin de onun çadırının başında bekleyip bekleyemeyeceğimizi sormak oldu. Elleri sürekli titriyordu. Sanırım daha önce kimseyi öldürmemiş ve bundan çok etkilenmiş. Bizden birini bu şekilde savunması korkak İngiliz ırkından kesinlikle beklenmeyecek bir hareketti ve bu İngiliz'in bir kadın olması daha da beklenmedik bir şeydi." Alec genç askerinin söylediklerinin hepsine katılıyordu. Elizabeth çok değişikti, kendisinden beklenmeyen, cesaret isteyen her şeyi yapmakta ustaydı. Annesinin kolyesini tam olarak hak eden biri olduğuna emindi artık. Üstelik gördüğü kadarıyla askerlerinin de gönlünü kazanmıştı. Ki bu çok kolay kazanılacak bir şey değildi. Arthur'a katıldığını belli edercesine başını salladı ve kızın olduğu çadıra ilerledi. Çadırın başında bekleyen Dylan'a arkadaşlarına katılabileceğini söyleyerek içeri girdi yavaşça. Kendisi içeri girer girmez Elizabeth sıçrayarak uzandığı yerden ayağa kalkmış ve askerlerin temizleyerek kendisine verdiği kamayı Alec'e doğrultmuştu. Alec'i görünce elleri titreyerek bıçağı kınına yerleştirdi. Gözleri kıpkırmızıydı ve ağladığı, ne kadar yıprandığı yüzünden belli oluyordu. Alec'in içi acıdı. Aklına buna sebep olan p*ç geldi. Gözü seğirmeye başladı. Neden bu kıza karşı bu kadar sahiplenici ve korumacı davranıyordu? O sıradan bir kızdı. Tanrı aşkına, kimi kandırıyordu? Bu kız sıradanın yanından bile geçemezdi. Hangi İngiliz kızı bir savaş alanının ortasına atlayıp birilerini öldürürdü? Farkında olmadan yumruğunu sıktı. James'in kızı ve emanet olduğu için böyle hassastı tabi ki! Başka bir sebep olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Fiksi Sejarahİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...