Bölüm 39

428 59 16
                                    

Merhabalaaar, hepinize bayram sabahından kocaman bir günaydıııın! 🍭 Umarım yeni bölümler hoşunuza gidiyordur. Düşüncelerinizi yorumlarda bekliyorummm. 🌸 Elizabeth ve Alec ne zaman kavuşacaklar? Ya da kavuşabilecekler mi? Gelecek bölümlerde  hepsini öğreneceğiz. İyi okumalar! 💕Sevdiklerinizle de çoook mutlu, sağlıklı bayramlar diliyorum. 😌💝 Haftaya görüşmek üzereee!


Önceki bölümde...

McAlister kalesinde...

Kadın çıldırma seviyesine gelmiş, istemsizce saçlarını yoluyordu. "Napacağım ben napacağım? Bu kadar kötü biri olamam! Ben bana bu kadar iyi davranan birine bunu yapamam..." Mutfakta Melanie'nin başına gelenleri düşünüyor ve kendisi yüzünden parçalanan hayatları düşünüyordu. Ama kardeşi ondan söküp alınmıştı, yapması gerekiyordu... Ya da bütün olanları en başından liderine anlatmalıydı. Leydi Elizabeth bunları hak etmiyordu, kardeşi bunu hak etmiyordu, ne kadar kötü olsa da Melanie de bunu hak etmiyordu... Ve bütün bunların sorumlusu kendisiydi. Ağlayarak mutfağın zeminine çöktü. "Tanrı'm bana kuvvet ver, ne yapacağım ben!" Tam o sırada iyi niyetle söylenen yardım teklifini duyduğunda kanı çekildi ve kendini daha fazla tutamadı, karanlığın derin sessizliğine gömülüp bilincini kaybetti. "Flora iyi misin?" Alec gözünün önünde yere yığılan kadına doğru hızla atıldı. "Tanrı'm, Arthur hemen Eric'i buraya çağır! Flora bayıldı!"

Elizabeth elleri ve ayakları bağlı halde saatlerdir o korkunç sandalyede oturuyordu. El ve ayak bilekleri kanıyordu, dudağı kanıyordu, avuç içleri yere düştüğünde taşlara sürtündüğü için sızlıyordu, kıyafetleri kan içindeydi ve saçları da dağılmış önüne düşmüştü. Ama şu an içinde bulunduğu durumu Joseph Campbell'ın anlattıklarıyla kıyaslayamazdı. İlk başta her şeyin bu şekilde gerçekleştiğine inanmayı reddetmişti. Sonra Campbell ona artık boynunda taşımadığı su damlası kolyesinin tıpatıp aynısı olan yüzüğü gösterince yaşadığı yıkım iki misli artmıştı. Bu kötülüğün sebebi neydi? Nasıl masum insanlar bu şekilde katledilebilmişti? Nasıl erkeklerin güç savaşlarının arasında kadınlar ve çocuklar bu şekilde harcanıp kolayca öldürülebilmişti? Duyduklarının acı veren ağırlığı bütün vücuduna çökmüş, bütün olanları kendisi yaşamış gibi hissediyordu. İstemsizce gözlerinden akan yaş, yanağındaki kiri süpürerek dudağına ilerleyip yarasını sızlattı. Ama Elizabeth hiçbir şey hissetmiyordu. Hiçbir insan bu şekilde acımasızca hayattan koparılmayı hak etmiyordu. Zavallı Alec, annesi ve babasını o kadar korkunç bir şekilde kaybedip sonra nasıl toparlanabilmişti? Leydi ve Laird McAlister hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir şekilde katledilmişlerdi. O genç yaşında her şey Alec'in üstüne kalmıştı, ilgilenmesi için sadece küçük bir kız çocuğu değil, koskoca bir klan vardı. Bütün bu acıların ve sorumlulukların altından kalkmayı nasıl başarabilmişti? Aynı şey kendisinin başına gelseydi bu kadar güçlü kalabileceğini düşünmüyordu. Joseph Campbell olan bütün her şeyi sanki kendi ailesi haklı gibi anlatmıştı ama Elizabeth bu bitmek bilmeyen kan dondurucu savaşın sebebinin sadece birbirlerini seven iki insan olduğuna inanmakta zorlanıyordu. En azından Elizabeth'in düşündüğü şey buydu. Söylediğine göre Alec'in babasından küçük olan amcası, Joseph Campbell'ın yeğeni, yani abisinin kızına akla alınmayacak şeyler yapmış ve bu da iki klan arasında inanılmaz bir savaş başlatmıştı. Bu yüzden de ateşkes bozulmuş ve Campbell klanı McAlisterlara saldırmak için geçerli bir sebep bulmuştu. Elizabeth, Alec'in ailesinin bu kadar kötü olabileceğine inanmıyordu. Birbirini seven ama şimdi hayatta olmayan bu iki insan böylesine büyük bir savaşı başlattığını bilmiyor, kim bilir belki de barış köprüsü olacağını düşünüyorlardı. Ama kader onları ölümlerinde buluşturmuştu. İkisi için üzüldü, Leydi ve Laird McAlister için üzüldü, Alec ve Sophie için de üzüldü. Kimsenin acı çekmemesini dilerdi. Bu şekilde olmamalıydı. Akan yaşları çenesinde birikmiş, bütün bu insanların yaşadıklarına ağlamıştı. Campbell sinsice gülümseyerek kendisine bakıyordu. "Ne o minik kuş? Çok mu etkilendin? Senin duyduklarını biz yaşadık ve Alec McAlister bu intikamı sonuna kadar hak etti! Klanımızdaki bir kadına yapılan bu yanlışa bizim karşılık vermemiz gerekirken o klanımızı yok etti! Ama ben o sırada burada değildim. Şimdi ise klanımızı ayağa kaldırmak ve intikamımızı almak için tekrar buradayım! Sen de bize yardımcı olacaksın." Elizabeth adamın söylediklerini duyuyordu ama sanki o sandalyede oturan kendisi değildi de başkasıydı. Duyduklarını sindirmekte zorlanıyordu. "Sana söylüyor salak kız!" Sert bir şekilde dürtüklendiğinde başını yanında dikilen Victoria'ya çevirdi. Kendini toplayarak dik bakışlarını yüzüne yerleştirdi. "Bu yalan hikayede senin rolün tam olarak ne 'Vicky'? Ayak işlerini yapıp, efendini memnun mu ediyorsun?" Suratına sert bir tokat daha indiğinde canının acımasını umursamayarak gülümsedi. "Bu evet demek oluyor sanırım..." Sinirlenen kadın sandalyeye yaslı bir odun kütüğünü alıp kafasına geçirdi ve son hatırladığı şey buradan kurtulacağından emin olmasaydı. Gerisi ürkütücü bir karanlıktı.

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin