Önceki bölümde...
Alec McAlister o zaman karar vermişti. Birine her değer verdiğinde düşünceleri de bölünecekti, duyguları da. Bir daha böyle bir kalp ağrısı yaşamayacaktı. Sevgi zayıflıktı ve babası gibi sevginin zayıflığına düşmeyecekti.
"Abiciğim nerelerdeydin? Her yerde seni arıyordum!" Sophie'nin sözleriyle kafasını topladı ve duygularını tekrardan kalbinin kilitli odasına kapattı.
Sophie annesinin siyah kıvırcık saçlarını ve yemyeşil gözlerini almıştı. En önemlisi ise onun güler yüzü ve iyi kalpliliği Sophie'nin bütün kalbine işlemişti. O Alec gibi değildi, duygularını göstermekten ve hissettirmekten çekinmezdi. Bu da Alec'i korkutuyordu. Başkalarının küçük kız kardeşinin kalbini kırması fikri onu korkutuyordu. Gerçi onun kalbini kıranın, kalbini yerinden söküp atardı ama Sophie kendi yöntemlerini çok onaylamıyordu. Erkekler, güzel kız kardeşiyle konuştuğunda bile, henüz bir şey yaşanmadan onları kardeşinden uzaklaştırıp en ağır işleri veriyor, korkutuyordu. Sophie'yle bu yüzden pek çok kere tartışmışlardı. O da Elizabeth gibi kendisine karşı çıkma cesaretini gösteren nadir insanlardan biriydi. Şu an bile acemi askerlerin kardeşine bakışından hiç hoşlanmıyordu. Sophie'ye dönmeden askerlere işlerine dönmesi konusunda sert bir şekilde emir verdi. Donald'ı da onların başında durması için talim alanına gönderdi. Sophie yüzünün önüne gelen asi saçını kulağının arkasına sıkıştırarak abisinin bu davranışı karşısında yüzünü buruşturdu. Ama Alec'ten izin alması gerektiği için tepkisini belli etmemeye çalışarak cümlelerini toparlamaya çalıştı. "Evet Sophie?" Tanrım, keşke abisi biraz daha az sinirli olsaydı. "Ben senden bir şey isteyecektim." Gözlerini abisinin mavi gözlerine dikti. "Biliyorsun sen hala evlenmediğin için kalemizin bir leydisi yok." Alec'in eleştirisini anlamasını bekleyerek ona baktı. Alec'se ona huysuzca cevap verdi. "Bunun farkındayım Sophie?" Soru sorarcasına kaşlarını kaldırdı. "Bu yüzden de artık yetişkin bir kadın olduğum için, kalemizin düzeninden ve işleyişinden ben sorumluyum." Abisinin onaylamasını bekledi. "Önümüzdeki günlerde aile dostumuz McLeodları evimizde ağırlamak istiyorum. Klanlarımız arasındaki mesafe uzak olmadığından Leydi Jennifer'ın da gelebileceğini düşünüyorum. Ve en az onun kadar tatlı olduğuna emin olduğum kız kardeşi Leydi Elizabeth'in de. Ayrıca Leydi Elizabeth'e senin eşlik ettiğini de başkalarından öğreniyorum!" Son cümleyi gücenerek söylemişti. Ama Leydi Elizabeth'ten bahsedince abisinin gözlerinde aniden parlayıp sönen ışığı fark etmişti. Highland'deki çoğu klan gibi Sophie de yeni gelen misafirin dedikodusunu duymuştu. Herkes çok güzel olduğunu söylüyordu. Ama Sophie leydinin sadece güzelliğiyle ilgilenmiyordu tabi ki, onunla sohbet etmek istiyordu. Abisindeki bu belirgin ve beklenmedik huysuzluğu fark edecek kadar onu tanıyordu. Bunun sebebinin ne olduğunu da öğrenmek istiyordu. Alec küçüklüğünden beri hem annesi hem babası gibiydi. O felaketler olduğu zaman Sophie çok da büyük sayılmazdı ve abisi olmasaydı asla kendini toplayamazdı. Şimdi sıra ondaydı, abisinin ne sorunu varsa yardımcı olacaktı. Heyecanla Alec'in cevabını beklerken onun tereddüt ettiğini fark etti ve hemen hamlesini yaptı. Ellerini omuzlarının hizasında dua edermişçesine birleştirdi. "Lütfen beni kırma abiciğim!" Tam bir cadı diye düşündü Alec. Gözleri parlıyordu resmen. Onu kıramayacağını biliyordu. Sophie için bunu kabul edecekti, Elizabeth için değil. Kendisine bunu söyleyip duruyordu. Kafasını sallayarak kabul ettiğini bildirdi. Sophie sevinçle ona sarıldı. O da küçük kardeşinin sırtını sıvazladı. "Tamam küçük cadı, hadi ben kararımı değiştirmeden git ve yapman gerekenleri yap." Sophie o kadar mutluydu ki abisi ona cadı dediği için kızmayı bile unutmuştu. Her şeyin çok güzel olmasını sağlayacaktı.
Üç hafta sonra McLeod klanında akşam yemeğini yenilirken Ian, Elizabeth geldiğinden beri onunla evlenmek isteyen askerlerin sayısının onu bulduğunu düşündü huzursuzca. Elizabeth İngiliz'di! Evet, karısı da İngiliz'di ama askerlerinin İngiltere'yle bağlantılı olan herhangi bir şeye ilgi gösterebileceğini hiç düşünmemişti. Jennifer'a olan bağlılıklarından bahsetmeye gerek yoktu tabi ki! Neyse ki Elizabeth'in bu taleplerden haberi yoktu, aynı karısı gibi klanının işleyişine çok güzel ayak uydurmuştu. İnadını ve söz dinlemezliğini göz ardı ederse tabi. Şu sıralar kendi sabır sınırlarını zorlayan sadece Elizabeth ve karısı değildi. Baş kumandanı olan Samuel, onu Elizabeth'in güvenliğinden sorumlu tuttuğundan beri Elizabeth'e olan ilgisi katlanmıştı. Oysaki Ian bunun tam tersi olacağını düşünmüştü. Çünkü belli ki Elizabeth'in de aklı Alec'teydi. Alec o gece gittiğinden beri Elizabeth durgundu ve başka hiçbir erkeğin ilgisini istemeyeceğini de diğerlerinin anlayacağını düşünmüştü. Ama bu Samuel'ı yıldırmamış aksine daha da hırslandırmıştı. Elizabeth'le evlenme talebiyle yanına gelen askerlerden biriydi o da. Klandaki konumundan dolayı diğer askerlerden daha fazla ısrar etme hakkını kendinde bulmuştu ama Ian onu tekrar sert bir şekilde uyardığında susarak kabullenmişti. Eğer bu meselede kendisini daha fazla yorarsa onu görevinden alacağını da söylemişti. İşin aslı ise Brandon ve Samuel en güvendiği askerleriydi. Bu seçeneği tercih etmeyi istemiyordu bu yüzden daha fazla ısrar etmemesi herkes için iyi olacaktı. Bütün bunların yanında bir de Amelia vardı. O küçük kızın, karısı ve Elizabeth'in minik bir kopyası olduğuna yemin edebilirdi! Neyse ki onun ailesini de bulmuştu. Sorup soruşturduktan sonra geçen sene Highland'da dost olan klanların geleneksel olarak yaptıkları toplantıya ev sahipliği yapan McCuaig klanının liderinin kardeşi olduğunu bulmuştu. Bir de o buluşmayı ayarlaması gerekiyordu. Bir mektup yazıp onu klanına davet edecekti. McCuaig yirmi dört yaşında genç bir liderdi. Geçen sene toplantının hemen ertesi ayında annesi ve babası kim olduğunu bulamadıkları bir çetenin saldırısına uğramış ve genç yaşında aynı Alec gibi klanının başına geçmek zorunda kalmıştı. Tecrübesizdi evet ama akıllı ve hırslı biriydi. Kardeşinin güvenliğini sağlayamaması ise çok büyük bir talihsizlikti. Neyse ki bir zarar görmeden Alec ve Elizabeth çocuğu kurtarmıştı. "İyi geceler Ian." Elizabeth'in sesiyle düşünceleri bölündü. "İyi geceler Elizabeth. Güzel bir uyku çek ve yarın klanımın altını üstüne getirme." Gözlerini suratını buruşturarak kendisine yanıt veren Elizabeth'den onun elini tutan Amelia'ya çevirdi. "Sana da iyi geceler güzel kız." Çocuğa göz kırptı. Küçük kız ise onu unutmamasına sevinip koşarak Ian'ın boynuna atladı. Yanağına bir öpücük kondurdu. "İyi geceler Ian." Sonra tekrar Elizabeth'in yanına gitti ve gülümseyerek odalarına gittiler. Jennifer'sa anaç bir tavırla kocasına bakıyordu. "Mükemmel bir baba olacaksın Ian McLeod. Ian'ın gözleri parladı. Eğilip karısının dudaklarına bir öpücük kondurdu. "Aksini mi düşünmüştün sevgilim?"
Elizabeth yemek masasından kalktığında erken yatmayı düşünüyordu ama saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Amelia huzurlu bir şekilde uyuyordu ve o hala uyanıktı. Bütün gün kendini yoruyordu. Samuel'dan kaçabilirse -ki çoğu zaman kaçıyordu- kalenin dışına çıkıp ata biniyor, yüzüyor, çiftlikteki hayvanları besliyor, ev işlerinin düzenlenmesinde Jennifer'a yardım ediyordu. Sadece Alec'in onu nasıl yaraladığını düşünememek için... İşe yarıyor muydu peki? Yaradığını söyleyemezdi. Kendini onun alçağın, zorbanın, pisliğin teki olduğuna inandırmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Onu düşünmemeliydi. Hele ki kendisine sarf ettiği o kırıcı, affı olmayan sözlerden sonra... Onu öptükten sonra... Unutmalıydı, unutmak zorundaydı. İlk defa böyle şeyler yaşadığı için böyle hisleri olduğunu kendine hatırlatıp duruyordu. İngiltere'nin nefret ettiği cemiyetinde daha fazla yer almak istemediği için doğal olarak da çok fazla erkekle tanışmamıştı. Tanıştıkları ise içi boş, kendini yetiştirmemiş, kibirli İngiliz Lordlarıydı. Bütün bunları reddettiği için de cemiyete göre evde kalmış bir kızdı. Ama kendisi böyle bir yakıştırmayı asla kabul etmiyor hatta umursamıyordu. Bütün cemiyetin canı cehenneme! Annesi ve babası onu kendi tercihlerini kendisinin yapması konusunda cesaretlendirmişti ve bu hep böyle devam edecekti. O yüzden hayatına bir anda giren Alec'in her şeyi alt üst etmesine izin vermeyecekti. Amelia derin derin içini çekince dikkatini dağıttı. Gözlerini baktığı tavandan küçük kıza çevirdi. Şefkatle başını okşadı. Üstünden attığı örtüleri tekrar onun üstüne çekti. Ian bugün ona Amelia'nın ailesinden bahsetmişti. Miniğin annesi ve babası geçen yıl tuzağa düşürülerek öldürülmüştü. Elizabeth buna çok şaşırmıştı çünkü Amelia anne ve babasından bahsederken onlar hala yaşıyormuş gibi konuşuyordu. Abisi yakında onu almaya gelecekti ve Elizabeth Amelia'yı çok özleyecekti. Ama onu abisine teslim etmeden önce söyleyecekleri vardı. Nasıl sorumsuz bir insandı ki kardeşinin güvenliğini sağlayamıyordu! Amelia'nın güvende olacağından emin olacaktı. Küçük kızı kendine çekerek ona sarıldı ve kalp ağrısını unutmaya çalıştı.
Üç gün sonra kapısının çalınmasıyla Ian gözlerini klanının ihtiyaçlarını içeren parşömenlerden yukarıya kaldırdı. "Gir." Kapı yavaşça açıldı. İçeriye kumandanı Samuel girdi. "Efendim bir mesajınız ve bir de ziyaretçiniz var."
Elizabeth çok heyecanlıydı, aslında olmaması gerekirdi. Ama öyleydi. Sabah penceresini açtığı zaman kalenin avlusunda Alec'in renklerini taşıyan bir asker görmüştü. Siyahın derinliğiyle mükemmel altın sarısının birleşimi olan renkler. Bu renkleri karıştırmasına imkan yoktu. Alec gelmiş olabilir miydi? Belki de kendisinden özür dileyecekti. Ah kimi kandırıyordu ki? Özür dilemek isteyen insan bunun için bir ayın geçmesini beklemezdi. Ama yine de içindeki merakı dindiremeden Amelia'nın elini tutup hızla aşağıya inmeye başladı. "Elizabeth, hani Jennifer'ı da alıp Brigidlerin evine gidecektik. Neden başka bir yere gidiyoruz?" "Çünkü Amy, belki de bir misafirimiz gelmiş olabilir. Tamam sen sormadan söyleyeceğim. Alec gelmiş olabilir." Amelia'nın yüzü sevinçle aydınlandı. Elizabeth kapıyı çaldı ve cevap beklemeden içeri girdi. Onlar içeri girer girmez iki adamın bakışları da kendisine çevrildi. Ian'ın yanındaki adamı tanımıyordu. Elizabeth hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak gülümsemeye çalıştı. "Abiciğim!" Amelia elini bırakarak odadaki tanımadığı adama doğru koştu ve onun kucağına atladı. O an adamın McCuaig olduğunu anladı. Amelia'yı alıp götürecekti. Ian'la bakıştılar.
Tekrardan merhaba. 🙋🏻♀️ Mümkün olduğunca özenerek ve güzel bir şekilde yazmaya çalıştığım için gecikmeler olabiliyor. Onun için kusura bakmayın lütfen. Keyifli okumalar. 🤗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...