Merhabalar, günaydıın! ☀️ Sizi bekletmek istemediğim için uyanır uyanmaz bölümü yayımlamaya karar verdim. 🌿 Bakalım bu bölümümüzde Alec ve Elizabeth kavuşabilecekler mi? Ya da Elizabeth yakalanacak mı? Çok sevdiğimiz birine bir şey olacak mı? Yorumlarınızı bekliyoruum. İyi okumalaaar! 🍒
Önceki bölümde...
"Alec!" Dylan'ın fısıldayan sesine doğru döndü hemen. "Bak deniz kabukları burada bitiyor!" Biraz daha ilerlediklerinde köşede onları bekleyen Donald'ı gördüler. Sessizce onun yanına ilerlediler. "Bakın az ileride ağaçların arasında bir kulübe var. Çok iyi gizlenmiş. Etrafına ağaç dalları sarmışlar. Adi p*çler bulunmamaları için ellerinden geleni yapmışlar." Alec de evin tasarlanma şekline şaşırarak baktı. Gerçekten de bulunmamak için her şeyi yapmışlardı. Evin etrafını saran ağaç dalları sanki orta büyüklükteki bir ağaç gibi görünüyor, orada bir kulübe olduğunu düşündürtmüyordu. Kulübenin pencerelerini bölük pörçük örten sarmaşıklar kendi hakimiyetini ilan etmişçesine rüzgarda hafif hafif salınıyordu. Kulübenin kapısı bile bir ağacın kabuğuymuşçasına görünüyor, asıl işlevini saklıyordu. Bu kadar uğraşılmış bir şekilde kaçırma planı hazırlayanların asıl amaçları ve Elizabeth'e yapmayı düşündüğü şeyler bile Alec'i çıldırtmaya yetiyordu. Hepsini öldürecekti. "Alec!" Lancelot'un kendisine seslenmesiyle dikkatini tekrar topladı. Şimdi Flora ve Peter evin önündeki yaklaşık beş altı kişilik bir grupla konuşuyordu. Alec onların konuşmanın içine iyice çekilmesini ve dikkatlerinin dağılmasını bekledi. Sabah karşı bu saatte casusların gelmesi onlar için iyiye işaret olamazdı çünkü. İstediği o an geldiğinde havaya kaldırdığı elini yumruk yaptı ve askerleri ilerlemeleri gereken işareti alıp hızla ileri atıldı.
Açılan kapıdan el ele tutuşarak hızla çıktılar ve kulübenin önündeki kargaşadan uzağa, tam tersi tarafa doğru ormanın içine daldılar. İkisinin de ayakları, bağlandığı ve yürümedikleri için uyuşmuştu, güzel bir şekilde koşamıyorlardı ama, kimsenin o gürültü içerisinde onları fark edip peşlerine düşme ihtimali yoktu. En azından Elizabeth öyle umut ediyordu. Koşarken bir yandan da etrafına bakınıyordu. İzlenmediklerinden emin olmalıydı. Jerry'nin tökezleyip yere düşmesiyle hemen ona doğru döndü. Zavallı çocuk yaşından çok büyük şeyler yaşamıştı. Artık koşacak hali kalmamıştı. Onun çöken elmacık kemiklerinden, kararan göz altlarından ve iyileşmeyen yaralarından bu çok kolay anlaşılabiliyordu. Çocuklara bu şekilde davranılan bir dünyada yaşamak Elizabeth'e çok ağır geliyordu. İnsan bu kadar küçücük varlıklara böylesine kötülükler yapacak kadar kalbini nasıl karartabilirdi? Kendini toparlayarak çocuğa döndü. "Jerry iyi misin?" Çocuk güçlü gözükmeye çalışarak ayağa kalktı ama, kalkmasıyla tekrar düşmesi bir oldu. "Ahh!" Elizabeth hemen eğilerek onun yanına çöktü. Bir yandan da etrafına bakınıyordu. "Lütfen beni burada bırakma, kalkacağım." Gözlerinden yaşlar süzülüyor, o küçücük bedenini umutsuzca ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Elizabeth çocuğa yaşatılan bütün bu olaylara lanet etti. Zavallı kim bilir neler yaşamak zorunda kalmıştı. Onun başını okşayarak hislerinin aksine gülümsemeye çalıştı. "Seni asla yalnız bırakmayacağım. Ama bana nerenin acıdığını söylemen gerekiyor ki ben de sana yardımcı olayım." Jerry burnunu çekerek sol ayak bileğini gösterdi. "Ben onlardan kaçmaya çalıştığımda çok sinirlendiler ve ayaklarıma vurdular. Şimdi de çok koştuğumuz için acıdı." Elizabeth elini oraya götürdüğünde çocuğun ağzından bir inleme çıktı. "Ahhh!" Elizabeth de endişeyle elini hemen geri çekti. "Özür dilerim, özür dilerim! Sadece şişmiş mi diye kontrol etmeye çalışıyordum ve maalesef şişmiş. Böyle yürüyemezsin Jerry. Seni kucağıma alacağım, gel." Kollarını açarak çocuğa yaklaşınca Jerry de ellerini onun boynuna sardı ve yanağına minik bir öpücük kondurdu. Elizabeth de gülümseyerek çocuğun saçından öptü. Bu sıcak ve kalbini eriten andan sonra gerçek hayata dönercesine içinde bulunduğu durumu idrak etti. Kavga sesleri hala uzaktan geliyordu ama, bu ormanın güvenli olduğunu göstermiyordu. Güneş ışığı da yükseldikçe iyice savunmasız kalıyorlardı. Ağaç kovuklarından sincaplar tembelce çıkmaya başladığına ve tavşanlar otlar arasında koşuşturduğuna göre birazdan her yer aydınlık olacaktı. Vücudunu ele geçiren kaygıyı kontrol etmeye çalışarak ne tarafa gideceğini ne yapacağını bulmaya çalışıyordu. Jerry'yi kollarıyla sıkıca sardı ve şu an yapması gereken en iyi şeyin o kulübeden uzaklaşmak olduğuna karar verip solda tenhada kalan orman yoluna saptı. Kucağında küçük de olsa bir ağırlığın olması onu yavaşlatıyordu. Ama sabredecekti. Sığınacak güvenli bir yer bulduktan sonra ne yapması gerektiğine o zaman karar verebilirdi. Yokuş patikayı çıktıktan sonra karşısına küçük bir dere çıktı. Derenin orada olması, çevrede yaşayan insan da olması demekti. Bunun iyi mi yoksa kötü mü bir şey olduğuna karar veremiyordu. Biraz daha ilerleyerek etrafını inceledi. Çalıların arasında usulca dolaşan hayvanlar ve yaprak hışırtısı dışında bir ses duyulmuyordu. Güneş iyiden iyiye kendini göstermiş Elizabeth'in gözünü alıyordu. Artık bir yere saklanmaları gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...