Önceki Bölümde...
"Seni son kez uyarıyorum Alec! Ben senin emrinde çalışan biri değilim. Bana emir vermeyi ve bu şekilde davranmayı da bırak artık! Seninle konuşmak, sohbet etmek için defalarca uğraştım. Kalbimi defalarca kırmana rağmen İngiltere'de asla yapmayacağım şeyleri her seferinde senin için yapmaya çalıştım. Ben birini öldürdüm, birinin hayatına son verdim. Sana, senin askerlerine değer verdiğim, onları sevdiğim için yaptım ben bunu! Kimsenin canını isteyerek yakmazdım ben. Ama bu ellerimle birini öldürdüm ve sen beni çocukça oyunlar oynamakla suçluyorsun! İçimdeki çocuğu her zaman yaşattım ben ve bundan da gurur duyuyorum. Senin gibi huysuz ve karamsar olmadığım için de senden asla özür dilemeyeceğim!" Bu sözleri söyledikten sonra ağırlığını sağ ayağına vererek çadırdan dışarı çıktı.
Elizabeth öfkeyle ani bir şekilde dışarı çıkınca henüz uyumamış, ateşin başında oturup konuşan askerler ayaklandılar. "Bir şey mi istemiştiniz Leydim?" Leonard sormuştu. Elizabeth hepsinin neden hala ayakta olduğunu anlamamış olsa da, hissettiğinden daha sakin bir şekilde: "Teşekkür ederim centilmenler. Sadece biraz yürüyüş yapacaktım. Siz rahatınıza bakın." Diyerek kamp alanlarından uzaklaşarak ormana doğru yöneldi. Yürüyüş yapmak, kendini rahatlatmak istiyordu ama biraz çekiniyordu çünkü hava karanlıktı bu da Elizabeth'i korkutuyordu. Fakat kafasındaki bir sürü düşünce korkusunu unutturmaya yetiyordu. Düşüncelerinin ana başlığını ise tabi ki Alec oluşturuyordu. Bir an ince düşünceli biriyken, nasıl başka bir anda bu kadar kırıcı olabiliyordu? Aslında ne bekliyordu ki? Bu kadar rahat bir şekilde insanları öldürebilen ve normal hayatına devam eden bir adam nasıl kırıcı olmasındı? Kim bilir hayatı boyunca kaç insanın canını almıştı ve bütün bunlara rağmen Elizabeth nasıl hala onun yanında olmak istiyordu? İyice kafası karışmıştı. Ama toparlanması gerekiyordu. İngiltere'de bir adamla aynı çadırda kalmayı bırak, yanında hiç kimse olmadan konuşsa bu hiç hoş karşılanmaz ve ayıplanırdı. İtibarı yerle bir olurdu. Şimdi neler yapıyordu? Alec'le aynı çadırda kalmaktan hoşlanıyor ve adamın ona sarılmasını istiyordu. Kimi kandırıyordu ki? Zaten İngiltere'nin kadınları sıkan kurallarından hiç hoşlanmıyordu. Sadece ayak uydurmak zorundaydı. Gerçi kimsenin yanında kötülemezdi ülkesini ama bu, kuralları sevdiğini de göstermiyordu. "Elizabeth daha ne kadar yürüyeceksin? Uzun bir gün oldu ve ben uyumak istiyorum." Elizabeth korkuyla çığlık atmak için ağzını açtığı anda sesinin kesilmesi bir oldu. "Elimi çekeceğim ama bağırmayacaksın güzelim, tamam mı?" Elizabeth başını sallayarak burnunu dolduran erkeksi orman kokusunu içine çekti. Alec elini çektiği anda ise sanki onun kokusunu hissetmekten hiç memnun değilmiş gibi sinirle arkasını döndü. Ama onu bu kadar yakında bulmayı beklemiyordu. Kafasını kaldırarak adama baktı. Çünkü göğsünün yarısını açıkta bırakan gömleğinin ve bacaklarını sıkı saran pantolonuna odaklanamayacağını biliyordu. Dikkatinin dağılmasına izin veremezdi. Çenesini dikleştirerek gözlerinin içine dikti gözlerini. "Senin ne işin var burada? Niye beni takip ediyorsun? Hem bana korkunç kaba bir domuz gibi davranıyorsun hem de sürekli peşimden geliyorsun!" Alec aniden bir eliyle kızın belini kavradı, diğer eliyle de bacaklarından tutarak kucağına aldı. Elizabeth sinirle tekrar ağzını açıp hemen onu indirmesi gerektiğini yoksa avazı çıktığı kadar bağıracağını söyleyecekti ki Alec konuşmaya başladı. "Şimdi sen konuşmaya başlamadan söyleyeyim. Eğer bağırır ya da buna benzer bir şeyler yapmaya kalkarsan çok pişman olursun ve seni susturacağımdan da emin olabilirsin. Seni uyarıyorum Elizabeth, sorumlusu ben olmam. Çok yorgunum ve uyumak istiyorum, o yüzden hemen çadıra dönüp uyuyacağız. Sorduğun soruya gelirsek senin gibi bir baş belasını da ormanda yalnız bırakamayacağımdan peşinden gelmek zorunda olduğumu ve James'e söz verdiğimi de biliyorsun. İşleri zorlaştırma ve uslu bir kız ol." Bu cümleleri kurarken kamp alanına doğru ilerliyordu ve Elizabeth'i göğsüne yaslayıp kucağında taşıyordu. Söylediklerine kırılmıştı tabi ki! Babasına söz verdiği için birlikte yolculuk yaptıklarını pek tabi biliyordu. Ama bunu ağzından bizzat işitmek hassas duygularını biraz daha incitmişti. "Anladım." diye fısıldamakla yetindi sadece. Alec'le uğraşacak enerjisi yoktu ki olsa bile onun incitici sözlerini daha fazla duymak istemiyordu. "Beni indirebilirsin Alec. Kendim yürüyebilirim, zorluk da çıkarmayacağım söz veriyorum." Sesi o kadar sakindi ki, Alec şaşırarak yüzüne baktı. Çünkü bağırmasını, kızmasını ve itiraz etmesini bekliyordu. Elizabeth boşta kalan elleriyle kollarını sararak kendini ısıtmaya çalışıyordu aynı zamanda. Hava hissedilebilir derecede soğumuştu çünkü. "Az yolumuz kaldı ve sen üşüyorsun. Ayağının da tam olarak iyileşmediğini biliyorum. Bu karanlıkta bir yerlere takılıp düşeceğine eminim. O yüzden seni indirmeyeceğim." Buna da itiraz etmesini bekledi ama kız sadece başını sallayıp Alec'in kucağında büzülüp kendini ısıtmaya çalışmaya devam etti. Kızı kucağında biraz daha yukarı çıkararak kendi sıcak vücuduna bastırdı ve onun ısınmasına yardımcı olmaya karar verdi. Elizabeth bu sıcaklığa karşı minnetle başını adamın boynuna koydu. Alec'le tartışmak şu an istediği son şeydi ve kendisini kucağına aldığında kafasının ve vücudunun yorgunluğunu daha çok hissetmişti. Onun gerçek olmadığını bildiği zorunlu şefkatine sığınacaktı. Canını aldığı o haydutu ise düşüncelerinin en arka rafına kaldırmayı başarmıştı şimdilik. Vücudu kısmen ısınırken kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı.
Alec kızın kucağında uyuduğuna inanmıyordu. Nasıl bir insan bu pozisyonda uyuyabilirdi! Halinden çok memnundu, orası ayrıydı tabi. Kokusu yine sarhoş edecek kadar güzeldi. Kızı kucağına aldığında kendisini zorlayacağından adı gibi emindi fakat hiç düşündüğü gibi olmamıştı. Sessiz, yorgun ve incinmiş hali Alec'e dokunmuştu. Elizabeth'i üzmek yapmak istediği en son şeydi. Ama mesafesini korumak zorundaydı, üstelik bunu sadece kendim için yapmıyorum diyerek kendisini avutmaya çalıştı. Kızın kendisine olan davranışlarında yumuşamayı hissettiği an gardını almak zorunda hissediyordu. Sanki sözleriyle onu kendisinden uzaklaştırabileceğine inanırmış gibi. Birkaç gün sonra İskoçya'ya varmayı planlıyordu ve o zamana kadar ne kızın kendisine bağlanmasını ne de kendisi bu şefkat saçmalığının üzerine yapışmasını istiyordu. Günlerdir korumaya çalıştığı mesafesini, tek tek ördüğü duvarların yıkılmasına izin vermeyecekti. Kendine bir daha hatırlattı: Sevgi ve aşk kocaman bir zayıflıktı. Alec de asla zayıf olmayacaktı. Düşüncelerinin derin kuyusundan çıktığında kamp alanlarına gelmiş olduğunu fark etti. Kızın titrediğini hissederek başını eğip ona baktı. Lanet olsun, dudakları yine kurumuştu! Eğer hemen ısınmazsa yine moraracağını biliyordu. Hızla çadırın içine girdi kızla birlikte. Pelerinlerini çıkarıp kızı yatırdıktan sonra hemen postlarla üzerini örttü. Yüzünü izleyip durumunu anlamaya çalışarak Elizabeth'in soluklarını dinledi. Zaten hareket etmekte zorlanıyordu çünkü çadırları iki kişi için küçüktü. Ya da Alec gibi biri için küçüktü. Biraz daha yakınına yaklaştığında daha şiddetli titremeye başladığını gördü. Hay aksi şeytan! Hemen postların altına girdi ve kızı kollarına alıp ısıtmaya çalıştı ilk gecede olduğu gibi. Tanrı aşkına nasıl bu kadar üşüyebilirdi! Kollarıyla kızın bütün vücudunu sardı ve elleriyle onu ısıtmaya çalıştı. Elizabeth boynuna sokulup ona sarılınca Alec kaskatı kesildi. En başında dışarı çıkmasına izin vermemeliydi. Böyle olacağını tahmin etmişti. Dişlerini sıkıp, Elizabeth ısınana kadar bekledi. Papatya kokusu her yerdeydi, her yerindeydi artık. İradesinin son kırıntısını da kullanıp, kız ısınınca ondan uzaklaşmak için yavaşça elini kafasının altından çekmeye çalıştı. Tam o sırada Elizabeth'in fısıltı gibi gelen sesini duydu. "Alec lütfen beni bırakma. Bu gece beni bırakma. Sana ihtiyacım var." Bu sözlerden sonra ne yapabilirdi ki? İçini bu kadar ısıtıp, koruma ve sahiplenme duygusu yaratan bu cümlelerden sonra nasıl onu bırakıp arkasına dönebilirdi? Tanrım! Bütün duvarlarını yıkmıştı işte. Ömrü boyunca ördüğü duvarları yerle bir etmişti. Alec bu cümleleri ilk defa duymuyordu. Daha önce birlikte olduğu kadınlar, aralarındaki ilişkiyi asla istemediği boyuta getirmek için çok defa böyle kelime oyunları yapmışlardı. Ama kimse onu kendi sınırından çıkaramamıştı. Çünkü Alec kadınların hiçbirine gerektiğinden fazla önem vermemişti, vermesine gerek yoktu. Alec için kadınlar sadece bazı ihtiyaçları içindi ki onlara da bunu en başından söyleyip bir umuda kapılmamaları konusunda uyarıyordu. Daha fazlasını isteyip beklediklerinde ise arkasına bakmadan gidiyordu. Şimdi de yapması gereken arkasına bakmadan dönüp gitmesiydi. Önceden hiç tereddüt etmezdi bu noktaya geldiğinde. Fakat şimdi sanki onu oraya bağlayan görünmez ipler vardı. Sinirle gözlerini kapattı ve kendini doğru olan şeyi yapması için zorladı. Ama ne kolunu kızın başının altından çekmeye çalıştı ne de beline sardığı elini çekti. Aksine kızın vücudunu kendi vücuduna daha sıkı bir şekilde bastırıp, burnunu saçlarına gömdü ve kokusunu derin derin içine çekti. Uykuya dalmadan önce kendine bulduğu bahanesi ise İskoçya'ya varmasına çok az kaldığı ve o zamandan sonra Elizabeth'i bir daha görmeyeceğiydi. Şimdilik bundan hiçbir zarar gelmezdi. Gelmesine izin vermeyecekti. Bu zayıflığını da unutacak, bir daha yaşanmamasını sağlayacaktı.
Gecikmeden dolayı affınıza sığınıyorum. Yoğun günler geçirdim. Umarım okurken keyif alırsınız. Önerilerinize açığım, desteklerinizi bekliyorum. 😌 İyi okumalaar. 🥰
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...