Önceki bölümde...
Gillian tam konuşacakken kapı açıldı. "Ne huysuzluğu? Kim zorlaştıracaktır?" İkisinin telaşlı bakışları James'e çevrildiğinde Jennifer ellerini ovuşturarak hızla babasının yanına geldi. "Connor'dan bahsediyoruz babacığım! Dişleri çıkmaya başladığında ne kadar huysuzlaşacaktır değil mi?" Babası kafası karışmış bir şekilde bakınca doğru yolda olduğunu anlayıp devam etti. "Sonuçta sen Lizzie ve benden biliyorsundur. Geceler süren ateşler, ağlamalar, huzursuzluklar..." James şaşkınlıkla başını salladı. "Jenny sakin olmayı denemelisin kızım. Evet ben bunları biliyorum ama torunum doğalı daha bir hafta bile olmadı. Bunları düşünmek için daha çok erken." Jennifer'ın elini sıvazlayıp karısının yanına oturdu. "William gideli bir süre oluyor. Eğer biraz daha gelmezlerse ben gideceğim haberin olsun Gillian." Gillian sıkıntıyla isyan etti. "James gerçekten çocuk gibi davranıyorsun. Ben bunları daha fazla dinlemeyeceğim. Ne istiyorsan yap! Ben gidip biraz hava alacağım!" Hışımla dışarı çıkıp kapıyı çarptığında Jennifer tarafını belli edercesine omuzlarını kaldırdı ve annesinin arkasından gitti.
Alec askerinin söylediği haber karşısında ilk olarak çok şaşırdı. James'in neden böyle bir şey yaptığını anlayamamıştı. "Anlayamadım Dylan. Babam neden bu kadar acele bir şekilde beni istiyormuş ki? Hades yaralanmıştı onu görecektik. Bir de yavru tay vardı. Sonra Jerry ile de konuşmamız gerekiyordu." Elizabeth, Alec'in aklındaki soruyu sormuştu. Dylan biraz sıkıntılı bir şekilde bakışlarını kaçırdığında Alec'in sabrı kalmamıştı. "Dylan açık açık ne olduğunu hemen söyle bana!" Dylan artık lafı dolandırmasının bir anlamı olmadığını fark ederek her şeyi söyledi. "Ben Leydi Elizabeth'i sizin getirebileceğinizi, o yüzden gidebileceğini söylediğimde leydimizin sizle herhangi bir bağının olmadığını ama kendisinin Lawrence ailesinin baş kumandanı olduğunu, bu yüzden de Leydi Elizabeth'i kendisinin götürmekle görevli olduğunu, Lord Lawrence'ın da özellikle bu şekilde emrettiğini size iletmemi söyledi. Alec gözü öfkeyle seğirmeye başladığında Elizabeth gözlerini kapatarak Tanrı'dan sabır diledi. Gözlerini açtığında ortayı bulmak zorunda olduğunu biliyordu. Alec'in elini tutarak dikkatini çekti. "Ben şimdi Sir William'la gitmeliyim. Sen de akşama gelirsin, babamla konuşuruz. Ben yarın Jerry ve Hades için bir daha gelirim. Babamı sinirlendirmemem gerekiyor." Söyledikleri karşısında Alec'in ateş saçan bakışları Elizabeth'e döndü. Ah Elizabeth nasıl söylediklerinin bu kadar kolay uygulanabileceğini düşünmüştü ki! Alec'in inadı ve siniri de babasından farksızdı. Nasıl bu kadar güzel insanlarken böyle sinirli bir ruh haline bürünebiliyorlardı? "Seni o adamla göndereceğime gerçekten inandın mı Elizabeth? 'Lord Lawrence'ın' bilmediği bir şey var." Eliyle Elizabeth'in elini havaya kaldırdı. Ben sana evlenme teklifi ettim, sen de kabul ettin. Yakında benim karım olacaksın. Bu yüzden pekala da seni o William bozuntusuyla göndermeyeceğim!" Bu coşkulu cümlelerden sonra Dylan'ın yüzü sevinçle aydınlandı. O sırada koridordan geçen askerler ve odaları temizleyen görevliler tepkilerini gizleyemeden şaşkınlıkla ellerini ağızlarına götürüp olduğu yerde kaldılar. "Efendim tebrik ederim! Leydim sizi de tebrik ederim! Çok mutlu oldum. Şimdi gidip o William bozuntusuna böyle bir hakkı olmadığını söyleyeceğim!" Elizabeth herkesin öğrenmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Bu şekilde olmasını hayal etmemişti. Telaşla konuşmaya başladığında Dylan gitmek üzereydi. "Ah siz beni deli bir kadına çevireceksiniz! Hayır Dylan, hiçbir şey söylemeyeceksin! Sir William'la gideceğim. Henüz annemlerin neler olduğundan haberi yok. Bu şekilde öğrenemezler!" Dylan cevap vermeden Alec'e döndüğünde Alec az önceki halinden daha da öfkeli bir şekilde kendisine döndü. "Sana o adamla tek başına hiçbir yere gidemeyeceğini daha açık nasıl anlatabilirim?" Bu sefer gözlerinden ateş saçarak öfkelenme sırası Elizabeth'deydi. "Asıl ben sana, evlenme teklifini kabul etmekle için senin her dediğini yapmayı kabul etmediğimi nasıl daha açık anlatabilirim?" Dylan bu cümle üzerine hiçbir şey demeden oradan uzaklaşırken diğerleri de hızla dağıldı. İkisi de birbirlerine öfke ve inatla bakıyordu. "Askerlerinin ve klan halkının gözü önünde bana böyle davranamazsın. Sen bana saygı duymazsan onlar hiç duymaz! Ve belki de evlenme teklifini bu kadar çabuk kabul etmek bir hataydı!" Elini Alec'in elinden kurtararak hızla kalenin ana kapısına inen merdivenlere yöneldi. Arkasından gelen adım sesleri umurunda değildi. Tam merdivenin ilk basamağına adım atacaktı ki belinden geri çekilerek durduruldu. Alec onu arkasından yakalayarak sarılmıştı. "Elizabeth özür dilerim. O şekilde konuşmamam gerekiyordu." Kollarını hafifleterek onu serbest bıraktı. Elizabeth de arkasını döndü. "Ben de özür dilerim. Bir anda sinirlendim, daha sakin olmam gerekiyordu." Kollarını Alec'in omuzlarına sararak sarıldı. Alec de istemsiz bir şekilde ellerini onun beline sardı. "Babamın Jenny'nin evlilik sürecinde nasıl bir ruh halinde olduğunu biliyorum. Onunla inatlaşırsak güzel şeyler olmaz. Biz, yani ailesi söz konusu olduğunda James Lawrence'ı kızdırmak istemezsin." Geri çekildiğinde Alec de belindeki kollarını gevşetti ama tam olarak bırakmadı. "Ablamın İskoçya'da yaşayacağını bilmek babamı mahvetti. Bize çok bağlıdır. Şimdi bile Jenny'nin yokluğu onu duygusallaştırıyor. Benim de burada olacak olmam onu derinden etkileyecektir. Yani babamın farklı bir tarafını görmeye kendini hazırlasan iyi edersin." Alec sıkıntıyla içini çekti. "Savaş için buraya gelmeden önce James'e seni çok sevdiğimi ve aşık olduğumu söyledim. Umarım beni ciddiye almıştır." Elizabeth'in gözleri şaşkınlıkla büyürken Alec konuşmaya devam etti. "O bir şey söylemeden oradan ayrıldım. Ne tepki vereceğini bilmiyorum. Ama senin dediğin gibi olsun. Lanet olası William'la git. Ama yanında Dylan da olacak. Zaten ayrı bir at süreceğinden bahsetmeme gerek yok sanırım." Elizabeth, Alec için bu söylediklerini -her ne kadar normal bir şey olsa da- yapmasının zor olduğunu biliyordu. Çabasını takdir ediyordu. Etrafında göz gezdirdikten sonra parmak uçlarında yükselerek Alec'in dudaklarına minik bir öpücük kondurdu. "Hadi aşağı inelim." Alec bu küçük öpücüğün onu serseme çevirmesine şaşırarak Elizabeth'in elini tutarak merdivenlerden inmeye başladı. Ana salona girdiklerinde Dylan ve William gergin bir şekilde oturuyorlardı. Geldiklerini görünce ikisi de ayağa kalktı. Sir William eğilerek selam verdi. "Leydim." Tekrar dik durdu. "Laird McAlister." Alec'in gergin suratında tek bir mimik oynamadı. "Dylan da sizinle birlikte gelecek. Elizabeth'in atı birazdan hazır olur." Alec, William'ın gözlerinin ellerinin üzerinde olduğunu biliyordu. "Sophie'nin durumuna bakacağım. Bugün belki gelemeyebilirim. Ama mutlaka geleceğim." William gergin bir şekilde onları izliyordu. Bulunduğu yerde mutlu olmadığı her halinden belli oluyordu. En azından Alec böyle düşünüyordu. "Öncelikle nazik teklifiniz için Lawrence ailesinin adına teşekkür ederim. Fakat ben Leydi Elizabeth'i tek başıma götürmeyi tercih etmekteyim. Sizin sorumluluğunuzda olmadığından askerlerinizin yorulmasına gerek yok." O sırada Elizabeth'in bineceği atı hazırlayan Matthew geldiğinde Elizabeth hemen müdahale etmesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü William, Alec'in sınırlarını zorlayan şeyler söylemişti. O aslında çok kibar biriydi ama şu an neden böyle davrandığını anlayamıyordu. "Sir William ince düşünceniz için teşekkür ederim ama Dylan'ın da gelmesi gerekiyor. Sizinle ilgili bir durum değil-" Alec sert bir şekilde konuşmaya dahil olduğunda Elizabeth ona engel olamadı. "Çünkü 'ben' Dylan'ın gelmesini istiyorum. Bunu söyleyecektin değil mi 'güzelim'?" Baskı yaptığı kelimeler çok açık bir şekilde belliydi. Elizabeth'e döndü. "Atına binmene yardımcı olayım." Bu sırada William yüzünde İngilizlere özgü olan ifadesiz yüzünü takındığında sadece tek kaşını kaldırıp bu güç gösterisi karşısında tepkisini belirten tek bir cümle söyledi. "Siz nasıl isterseniz Leydi Elizabeth." Alec, Elizabeth'i ata bindirdikten sonra dişlerini sıktı. "Şunu öldürmüyorsan sırf senin için sevgilim. Ama başka bir şey daha duyarsam yüzüne yumruğu geçireceğim yemin ederim." Elizabeth sadece ikisinin duyacağı bu cümleler karşısında desteğini belirtmek istercesine Alec'e sarıldı. "O da beni korumak istiyor Alec. Lütfen sakin ol." Alec geri çekilerek başıyla onayladı. Henüz son cümlesini söylememişti. "Sophie iyi olduğunda Lord Lawrence'la manevi oğlu olarak evliliğimiz için izin alacağım. Görüşürüz güzel leydim." Bu cümleler kalenin avlusunda yankılandığında Alec aşkını sadece William'a değil, bütün McAlister klanına duyurmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...