Merhaba! Umarım yeni bölümümüze hazırsınızdır. 🤗 Bu bölümde saldırıların ardında aslında kimin olduğunu öğreneceğiz. Ayrıca Elizabeth ve Alec'i özlediğinizi düşünerek hem bölümü uzun tuttum hem de çoğunlukla ikisine yer verdim. 🙈 Umarım beğenirsiniz! Yorumlarınızı bekliyorum. İyi hafta sonları, haftaya görüşmek üzere! 🌸
Önceki bölümde...
"Michael ormana gidip askerlerimi bul ve buraya geri dönmelerini söyle. Kadını da getirsinler. Margaret bizi bu gece evinde misafir ederseniz çok mutlu olurum. Askerlerim dışarıda kamp kuracaklar." Kevin hızla başını sallarken Michael "Emredersiniz efendim!" diyerek ahırlara atını almaya gitti. Margaret ise efendisine yaklaşarak gülümsedi. "Tabi efendim, istediğiniz kadar kalın lütfen. Onur duyarız!" Kafası fena halde karışmıştı ama şimdi ne olduğunu sorgulayacak değildi. Elbette neler olduğunu öğrenecekti. Ama şimdi sırası değildi. "Hemen odanızı hazırlayacağım!" Kadın aceleyle uzaklaşarak kulübeye doğru koşuşturduğunda Kevin yanlarına geldi. "Efendim, leydimize yiyecek bir şeyler hazırlamamızı ister misiniz?" Alec başıyla onaylayınca Kevin da karısının peşinden gitti. İkisi tekrar baş başa kalmışlardı. Elizabeth etrafında bütün bunlar olurken başını Alec'in boynuna gömmüş, kollarını ise kendi vücuduna sarmıştı. İnce pelerini artık vücut ısısını korumaya yetmiyordu. Alec'in güven veren kollarının payını da yok sayamazdı. Soğuk gevşeyen vücudunu yavaş yavaş titretirken dişleri birbirine vurmaya başladı. Alec, Elizabeth'in durumunu fark ederek bir küfür savurdu ve hızla kulübeye girdi.
Richard McLeod, McAlister ve McLeod klanlarının güney sınırının kesiştiği bölgenin biraz uzağında yakılan köylerin gerisindeki ormana saklanmış, klanlara verdiği zarardan gurur duyuyordu. Adamlarının öldürülmesi umrunda değildi. Hepsi onlara daha fazla kazanç sağlayan ilk teklifte kendisini arkasından vuracak pislik paralı askerlerdi. Sadece aklına takılan küçük can sıkıcı bir detay vardı. Elizabeth Lawrence'ı kaçırdığında yanında olan adamlardan birini rehin alarak götürmüşlerdi. Diğeri ölmüştü ama bu korkak adam yakalanmıştı. Hepsini yakalanma ihtimallerine karşılık Campbell'ın adını vermelerini emretmişti. Liam'ın da konuşmayacağını tahmin ediyordu fakat diğer ihtimali de göz önünde bulundurmak zorundaydı. Konuşmayacağını da değil de konuşamayacağını düşünüyordu aslında. Liam yolda kesin bir salaklık yapardı ve acıması olmayan McAlister ve McLeod askerleri onu öldürürdü. Sıkıntıyla tahmin ettiği şeyin olmasını dileyerek arkasında emrini bekleyen bir grup askere baktı. Onları da harcamaktan asla çekinmeyecekti ama daha zamanı gelmemişti. Bu sefer kaçmayacaktı. İki sene önce abisi Ian onu sürgüne gönderdiğinde canından olmamak için bunu yapmıştı ama şimdi hak ettiği ünvanı alacaktı. McLeod klanının lideri olacaktı. Herkes ona Laird Richard diye seslenirken abisi çoktan ölmüş olacak ve o ortalığı karıştıran karısı ise kalede kalıp Richard'ı memnun edecekti. Tehlikeli bir şekilde sırıttı. Ian'ın karısının hamile olduğunu da aklından çıkarmıyordu. O bebeği de öldürecekti. Liderliğini riske atacak hiçbir insana tahammülü yoktu. Salak Campbell ise bu yolda kendisine yardım edecek bir kukladan başka bir şey değildi. Ama Ian ve Alec çok yakın olduklarından Ian ölse bile Alec McAlister kendisini rahat bırakmayacaktı. Bu yüzden onun da işini bitirecekti. Gerçi tek sebep bu değildi. Zamanında abisine baş kaldırıp liderliği devralmak istediğinde McAlister bütün oyununun ortaya çıkmasını sağlayıp onu gafil avlamıştı. Bu onun da ölmesi için yeterli ve büyük bir sebepti. Gerilen sinirlerini yumuşatmak istercesine kafasındaki düşünceleri geri plana attı ve askerlere döndü. Sadece onların duyabileceği bir sesle "Toplanın! Campbellların kalesine gidiyoruz." dedi ve atına atladı. Çok yakında her şey istediği gibi olacaktı.
Alec, Elizabeth'i kucağında taşıyarak Margaret'ın onlar için hızlıca hazırladığı odaya girdi ve ayağıyla kapıyı iterek kapattı. Yanan şöminenin önüne gelerek yavaşça eğildi ve eski dokuma Türk halısının üzerine oturdu. Kucağındaki Elizabeth'i hala bırakamıyordu. Ateşin sıcaklığı onları ısıtırken bir yandan da elleriyle kadının omuzlarını okşuyordu. Elizabeth'in nefesini boynunda hissetmek bütün vücudunu titretmeye yetiyordu. Elizabeth elini yavaşça kaldırıp göğsüne koyduğundaysa kalbinin atışı istemsizce arttı. İkisi de konuşmuyorken Elizabeth kıpırdanarak Alec'in boynuna iyice sokuldu. Vücudu üşüme krizinin eşiğinden dönmüş ve gevşemişti. Yaşadığı duygu fırtınası sonrası o huzur dolu dinginlik her bir hücresine işlemişti. Şöminedeki alevlerin çıtırtısından başka hiçbir ses duyulmuyordu. "Seni seviyorum." O sessizlikte yankılanan bu iki kelime Elizabeth'in kalbini sekteye uğrattı. Alec'in göğsünde dolaşan eli aniden olduğu yerde donakaldı. Doğru mu duymuştu? Bunu Alec mi söylemişti? Hem de kendiliğinden, zorunda hissetmeden? Tamamen içinden gelerek? Ses tonu yanılgıya yer bırakmasa da istemsizce toparlanıp Alec'in bacaklarının arasına oturdu. Gözlerini onun deniz mavisi gözlerine sabitleyerek bir şeyler aramaya başladı. Alec ellerini sert avuçlarının arasına aldığında sekteye uğrayan kalbi bu sefer tam tersi bir şekilde hızla çarpmaya başladı. Dili tutulmuştu sanki, ağzından tek kelime çıkmıyordu. Alec'in gözlerine bakmaktan hiçbir şey yapamıyor, sadece şimdi ne olacağını merak ediyordu. "Lütfen söyleyeceklerimi iyi dinle. Sana bunları söylemek benim gibi bir adam için çok zor. Sen hayatıma girdiğinde başıma bir bela olduğunu düşünmüştüm. Senden bir an önce kurtulmak istiyordum. Çünkü Hayal Yolu dediğin o yerde ilk karşılaştığımız günden beri kafamı karıştırmaya ve sinirimi bozmaya başladın. Herkes benden korkup yolunu değiştirirken sen dik bakışlarını hiç üzerimden çekmeyip bana kafa tuttun. Seni ablana teslim ettikten sonra bütün bu karmaşanın biteceğini ve sonunda rahatlayacağımı düşündüm. Ama asla düşündüğüm o rahatlığa ulaşamadım. Seni düşünmemek için sürekli başka işlerle kendimi meşgul ettim. Olmadı, aklımdan çıkmadın. Ben bu zayıflığa kapılmış olamazdım. Babamın anneme kapıldığı gibi sana aşık olamazdım. Sen onların sonunun nasıl geldiğini biliyorsun. Ama onların aşkını bilmiyorsun. Babamın sonunu annemin aşkı getirdi. Annem ölünce babam gittikçe içine kapandı ve o güçlü, herkesin korktuğu savaşçı günden güne güçten düştü. Klanla ve bizle ilgilenmeyi bıraktı ve odasından çıkmadı. Sonunda hastalandı ve sesini bile duyamaz hale geldik. Zaten sonra olanları da sen biliyorsun..." Bakışlarını bir anlık da olsa şöminenin ateşine çevirip anlattıklarının hüznüyle ve yaşadığı acıyı dindirmeye çalıştığında Elizabeth bir elini Alec'in avuçlarından çekerek onun yanağına götürdü ve yavaşça okşadı. Bu yumuşak, şefkatli dokunuş Alec'in gözlerini tekrar Elizabeth'in gözlerine hapsetti ve elini yanağından tekrar avcunun içine aldı. Sonra konuşmaya devam etti. "Babamın başına gelenlerden sonra sana aşık olmam benim sonumu getirecekti buna emindim. O gün evime geldiğinde de senden uzak kalmaya çalıştım. Konuşmamaya, o lanet kumandanın senin yanında sürekli belirmesini görmezden gelmeye çalıştım. Ama o gece kollarımda belirdiğinde ve bana öyle sarıldığında seni asla bırakmak istemedim. Jennifer'a seni yanımda bırakması için ısrar ettim. Eğer bir haftada seni yanımda kalmaya ikna edebilseydim başarılı olacaktım. O gün pikniğe gittiğimiz zaman sana olan hislerimi anlatacaktım. Ama lanet dilimle her şeyi mahvettim. Sen ellerimden kayıp gittiğinde kendimden nefret ettim, perişan oldum. Seni bulamazsam ölürdüm. Ben o zaman anladım, ben sensiz yapamazdım. Seni sevmek ölümüme sebep olabilirdi ama sensizlik de ölümden farksızdı. Yavaş yavaş içime işlemiştin. O güzel kokun, gülümsemen, bana karşı gelmelerin..." Derin bir nefes alıp devam etti. "Seni bulduğumda gördüklerim beni öldürecekti. Öfkemi sığdıracak bir şey bulamadım. O adamı öldürmek bile yetmemişti. İçim asla soğumadı. Her yeri yakıp yıkmak istiyordum. Ama sen benden uzak durduğunda, gözlerime bir yabancıymışım gibi bakman dünyanın en kötü adamıymışım gibi hissetmeme sebep oldu. Bana az bile yapmıştın. Daha fazlasını hak ediyordum. O güzel kalbinle benimle konuşuyor olman bile bir lütuftu." Sesi istemsizce titremeye başladı. Evet, korkulan Laird McAlister'ın sesi titriyordu. "Klana döndüğümüz gece sana şu an anlattığım şeyleri anlatacaktım. Ama karnını gördüğümde..." Şakakları sinirle atmaya başladı ve istemsizce Elizabeth'in karnına dokundu. "Daha fazla bekleyemezdim. Bu işi halletmeliydim. Campbell geçmişten hortlamış ve annem ile babamı benden kopardığı yetmezmiş gibi aşık olduğum kadını elimden almaya cüret etmişti. İntikamdan başka hiçbir şey düşünemedim. O yüzden seni öyle bırakmak zorunda kaldım. Bu kadar uzun süre senden ayrı kalacağımı düşünmemiştim. Ama şimdi burada, bu şekilde karşıma çıkman... Elizabeth, seni seviyorum. Senden ayrı kalırsam yaşayan bir ölüden farksız olurum. Ben çok yanıldım. Seni sevmek beni zayıflatmadı, ben seninle güçlendim." Cevap beklercesine Elizabeth'in gözlerine baktığında karşılaştığı tek şey sessizlik olunca yoğun bir hayal kırıklığıyla gözlerini tekrar ateşe çevirdi ve ellerini geri çekti. Belli ki Elizabeth onu istemiyordu. "Beni istemezsen sana edecek tek kelimem olamaz. Sana bunları yaşattıktan sonra senin yerinde ben olsam, ben de istemezdim. Bütün bunları dinlemek zorunda kaldığın için özür dilerim. Biliyorum, özür dilemek acılarını dindirmeyecek ve beni affetmeyeceksin. Ben en iyisi kalkayım, sen dinlen. Sonra da nasıl buraya kadar geldiğini konuşuruz. Seni eve sağ salim götüreceğim. Sonra da daha fazla rahatsızlık vermeyeceğim, merak etme." Alec içi acıyarak ve vücudunun bin bir parçaya ayrıldığını hissederek ayağa kalktı. Tam gidecekti ki yumuşak ses onu olduğu yere umutla sabitledi. "Alec,dur!" Elizabeth içinde kaynayan ve çıkmak için sabırsızlanan o cümleleri sadece iki kelimeye sığdırıp onun gitmesini engellemek istemişti. Elizabeth de ayağa kalkarak onun karşısında durdu. "Ben... Ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Senden duymayı asla beklemediğim şeyleri söyledin. Ben başından beri beni istemediğini düşünüyordum. Bana babamdan dolayı böyle davrandığını ve benden uzak durmak istediğini... Hayal Yolu'nu unutmamışsın, dediklerimi böylesine dikkatle dinlediğini bilmiyordum. Beni korkutmaya çalıştığın o gün sana sinir olmuştum. Hatta sinir olmak hafif kalır. Senin tanıdığım en sinir bozucu ve alaycı erkek olarak düşünmüştüm. Öyle erkeklerden nefret ederim..." Ah neler söylüyordu böyle? Söylemeyi düşündüğü şeylerden çok farklı konuşuyordu. Aceleyle devam etti. "Senden nefret etmiyorum tabi ki ama, o yolculuğu seninle yapacağımı anladığımda çığlık atıp kaçmak istedim. Haftalarca senin gibi huysuz bir adamla nasıl yolculuk yapacaktım? Ama tabi o zaman bu huysuz adama daha önce varlığını bilmediğim duygular besleyeceğimi bilmiyordum. Ben o huysuz adama umutsuzca aşık oldum. Onun beni sevmediğini ve yanımda bulunmak istemediğini düşünerek aşık oldum hem de... Kendimle çok savaştım kabul etmemek için, ama seni görünce deli gibi atan kalbime engel olamadım. En son o piknik gününde içim acıyarak kabul etmek zorunda kaldım. Sen beni sevmiyordun, buna emindim. Ama içimde kalan minik bir umut her zaman bu konuşmayı benimle yapacağını hayal etmişti. Ne kadar kabul etmek istesem de içimdeki o umudu öldürememiştim. Çünkü bana dokunuşların sözlerinle çelişiyordu." Gözlerinin dolmasına engel olamadan bir yaş yavaşça yanağından aşağı süzüldü. Derin bir nefes aldı. "Seni seviyorum Alec McAlister." Bir adım atarak aralarındaki mesafeyi kapattı ve gözyaşları içinde gülümseyerek Alec'in sözlerine atıfta bulunup tekrar konuştu. "Beni hep rahatsız etmeni istiyorum." Alec duyduğu bu cümlelerden sonra yaşadığı duygu yoğunluğuyla tek kelime etmeden Elizabeth'i belinden tutarak kendisine çekti ve dudaklarını onun dudaklarıyla buluşturdu. Bu içinde birçok cümleyi barındıran bir öpücüktü. Yavaş, hassas ve tutkulu... Elizabeth de aynı şekilde karşılık vermeye çalışarak kendini Alec'e bastırdı ve ellerini onun boynuna sardı. Tam o anda Alec'in ağzından bir inilti çıktı. "Sen benim ölümüme sebep olacaksın kadın!" Alınları ve burunları birbirininkine değiyor, nefesleri karışıyordu. Elizabeth'in gözyaşları ise durmak bilmiyordu. Alec kısık bir sesle Elizabeth'in kulağına fısıldadı. "Artık ağlama sevgilim, seni hiç bırakmayacağım." Bu cümleler tam tersi bir etki yaratmış olacak ki Elizabeth'in hıçkırıkları arttı. Alec bunun üzerine geri çekilerek Elizabeth'in yüzüne baktı. Bir elini onun belinden çekerek çenesini yukarı kaldırdı. "Her şeyi yoluna girecek. Ağlama artık, seni böyle görmek hiç hoşuma gitmiyor ve sinirleniyorum!" Şefkatli sesi bir anda huysuz bir tona bürününce Elizabeth kendini tutamadan kıkırdadı. "Öyleyse seni çıldırtmak üzereyim! Çünkü yaşadıklarımı anlatınca sakin kalabileceğimi düşünmüyorum." Elizabeth'in sesi de gittikçe kısılıp hüzünlenmişti. Alec de gerçeğe dönmüşçesine kaşlarını çattı. Elizabeth'den uzaklaşmak istemiyordu. Onunla günlerce bu odada kalabilirdi. Ama çalınan kapıyla hem düşünceleri hem duygusal hali yok oldu. Suratı ciddileşti ve tehlikeli bir hal aldı. Elizabeth'i arkasına iterek "Gir!" dedi. Kapı açıldığında Lancelot göründü. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. "Efendim sizi asla bölmek istemezdim böylesi bir durumda ama bu kadın bayılacak gibi duruyor." Elizabeth arkaya itilmekten rahatsız ve sinirli bir şekilde Alec'i dürtüklüyordu. "Sanırım sırtındaki yaradan dolayı." Alec'in kendisini engellemesine ve geri plana atmasına daha fazla dayanamayan Elizabeth sinirle onun elini tutan elini sıktı. Onun bir anlık şaşkınlığından faydalanarak da öne doğru bir adım atıp yanına ilerledi. "Merhaba Lancelot, seni gördüğüm için çok mutluyum!" Işıldayan yüzü az önceki ruh halinin üstünü örtmüştü. Sadece burnunda tatlı bir kızarıklık kalmıştı. "Ben de sizi görünce çok mutlu oldum Leydim! İyi ki sizi gördüm!" Lancelot da bu heyecanlı karşılama karşısında afallayarak gülümsedi ve ne söylediğini fark ettiğinde kulaklarına kadar kızardı. Liderinin sinirli bakışlarıyla karşılaştığında hemen kendini toparladı. "Özür dilerim efendim." Lancelot hızlı bir baş selamı verip odadan ayrıldığında ikisi de birbirlerine kaşlarını çatarak döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...