Önceki bölümde...
"Evliliğin bana göre olmadığını düşünürdüm. Sonsuza kadar farklı kadınlarla birlikte olacaktım. Yaşım ilerlediğinde de sadece varis için sıradan biriyle evlenecektim. Ama şimdi bunun ne kadar saçma olduğunu düşünüyorum. Gerçi o zamanki halime de hak veriyorum. Senin gibi hem yüreği hem de kendisi güzel bir kadınla tanışacağıma ihtimal vermezdim. Benim için savaşların ortasından geçip gelen, öylesi bir cesarete sahip olan bir kadın üstelik bu... Beni sevebilen deli bir kadın... Ve bu kadının kalbinde yer alabilmek benim verdiğim en güzel mücadeleydi." Gözleriyle annesinin Elizabeth'in boynundaki minik parıldayan kolyeye baktı. "Bizim hikayemiz çok önceden, haberimiz olmadan yazılmış sevgilim. Kendi Hayal Yolu'muzu bulmamız için..." Bir anda ayaklanarak Elizabeth'i de ellerinden tutup kaldırdı. Sonra elinde annesinin su damlası yüzüğünü tutarak eğildi ve diz çöktü. Elizabeth'in kalbi duracaktı. "Gözlerimi her sabah yanında açmak istiyorum. Elizabeth Lawrence, Son nefesime kadar gözlerinin içinde gülmeme izin verir misin?"
Richard'la olan nihai karşılaşmasından yaklaşık iki saat sonra Ian yatağında sırtını yaslamış oturuyordu. Mathilda ayağını temizlemiş ve sarmıştı. O kadar mühim bir yara değildi aslında ama Jennifer o kadar ısrarcı olmuştu ki Ian onu üzmek istememişti. Vücudu savaştan ötürü yorgun değildi. Onu asıl yoran şey yaşadığı duygusal çöküntüydü. Richard'ı öldürmeyi en başından beri kafasına koymuştu zaten. Ama şimdi bunu gerçekten yapmış olmak omuzlarına garip bir yük bindirmişti. Bu yük aslında her şeyin bambaşka da olabileceğinin düşüncesinin kafasında sürekli canlanmasıydı. Atlatacağından emindi. Ama bu düşüncelere de engel olamıyordu. Connor amcasıyla büyüyebilirdi. Onunla birlikte ata binmeyi öğrenebilirdi. Birlikte akşam yemeklerinde kahkahalarıyla ana salonu inletebilirlerdi. Asla gerçek olamayacak bu şeyleri düşünmek canını bacağındaki yaradan daha çok acıtıyordu. Hüzünlü bir şekilde iç geçirdiğinde kapı yavaşça açıldı. Jennifer o güzel yüzüyle kapıda kucağında Connor'la belirdiğinde Ian da ister istemez gülümsedi. Kollarını açarak onlarını beklediğini gösterdi. Jennifer kapıyı arkasından kapatıp yatağa doğru ilerleyip yanına oturdu. Connor annesinin kucağında bir ağız dolusu esnediğinde ikisi de istemsizce gülümsediler. "Kucağına almak ister misin?" Ian başını hafifçe salladığında Jennifer kucağına yavaşça bıraktı. Ian oğlunu kollarıyla kavradıktan sonra karnını hafifçe okşamaya başladı. Connor'ın mırıldanmaları sanki bir şey anlatmaya çalışır gibiydi. İkisini de ister istemez gülümsetmişti. "Çok güzel bir çocuk olacak Ian. Aynı babası gibi." Ian bakışlarını karısına çevirdi. "Senin gibi güzel bir kalbi olsun bana yeter sevgilim." Aniden çıkan bir gaz sesi ikisini de kahkahalara boğarken Ian ailesinin varlığına şükretti. Tanrı ondan bir kardeşi alıp güzel bir aile ve eş vermişti. Bunun kıymetini bilmeye kararlıydı. Ömrünün sonuna kadar karısı ve oğlu için çabalayacaktı. Tatsız günler yaşamışlardı ama bir kayıp vermeden bu sınavı da vermişlerdi. Artık her şey geride kalmalıydı. Kardeşini kalbinde de gömecekti. Ama oğlunun çok güzel kardeşleri olacaktı. Ian onlara kardeşliği öğretecekti. Birbirlerine destek olmayı, her koşulda birlikte olmayı... Kahkahalarının arasında karısının dudaklarına bir öpücük kondurarak uzun zamandır gülmediği kadar içten bir şekilde gülüşünün keyfini çıkardı.
Elizabeth duydukları karşısında ne tepki vereceğini şaşırmıştı. Boşta kalan eli istemsizce ağzına götürdü. O heybetli, savaşçı adam karşısında eğilmiş, aşkını ilan ediyordu! Elinde annesinin yüzüğüyle hem de! Gözlerinden akan yaşların farkında değildi. Yaşadığı duygular içinden patlayıp gözyaşlarına dönüşüyordu. Aylar önce bu yolculuğa çıktığında hissettiği duygularının şimdi filizlenip büyümesi, değişmesi ve böyle bir anla taçlanması kelimelerle ifade edilemeyecek kadar değişik bir hissiyattı. Ağzına kapattığı elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve Alec'i dirseğinden tutarak ayağa kaldırmaya çalıştı. "Kalk Alec, ayağa kalk." Alec kafasını iki yana salladı. "Sen bana cevap vermeden şurdan şuraya gitmeyeceğim." Elizabeth buhulu gözlerinin arasında mutlulukla başını salladı. "Evet! Yüzlerce kez evet!" Alec yüzüğü parmağına elleri titreyerek taktığında Elizabeth onu kalkması için kendine çekti. Alec ayağa kalktığında ellerini onun omzunda birleştirerek sardı. Alec de ellerini onun beline sararak kendisine çekti. "Kokunda bir ömür yaşayabilirim sevgilim." Alec'in nefesini boynunda hissetmek, bedenlerinin birbirlerini tamamlarcasına asla kopamaması Elizabeth'in çok hoşuna gidiyordu. "Kollarında bir ömür kalabilirim Alec." Alec geri çekilerek Elizabeth'in de kendisine bakmasını sağladı. Alınları ve burunları birbirine değiyordu. Önce Elizabeth'in alnını öptü. Sonra burnuna indi ve öpmeye devam etti. İkisini de beklentiye sokacak kadar yavaş bir şekilde aşağı indi. Dudakları aynı hizaya geldiğinde aralarında çok küçük bir boşluk vardı. Nefesleri birbirlerine karışıyordu. Ama Alec asla hareket etmiyordu. Sadece bekliyordu. Kendisi için de beklemek zordu ama bu sefer Elizabeth kendisine gelecekti. Elizabeth, Alec'in neden bir anda durduğunu anlamamıştı. Vücudu beklentiyle uyarıldığı için ondan bir şey bekliyordu. Ama Alec hareket etmemekte kararlı gibiydi. İçinde yaşadığı bu duygusal gerilim daha fazla beklemesine izin vermediğinde Elizabeth parmak uçlarında yükselip Alec'in dudaklarına uzun bir öpücük kondurdu. Alec'in boynundaki ellerinin tutuşunu sıkılaştırdığında öpücüğü de istemsizce derinleşti. Kendisi de bunu beklemiyordu ama Alec'in tek beklediği buydu. Elizabeth'i sertçe kendisine bastırdı ve yaşadıkları bütün acıları geçirmek istercesine onu büyük bir açlıkla öpmeye başladı. O an zaman durmuştu. Sadece ikisi vardı. Bu bir erkek ve kadının basit bir şekilde birbirlerini öpmesi değildi. İkisine özel, çok başka bir şeydi. Ateş ve suyun birleşmesi, denizle gökyüzünün bir araya gelmesi, baharda yeni açmış bir çiçekle arının kavuşması, bir annenin yeni doğan bebeğiyle vücutlarının ilk temas etmesi gibiydi. Hayatın mucizevi işleyişinin doğal bir parçası gibi normal ama aynı zamanda harika bir andı. "Sevgilim neden ağlıyorsun?" Alec yüzünün ıslanmasıyla dudaklarını geri çekmişti. Elizabeth duygularının ani değişimi ve tepkilerine anlam veremezken bunu Alec'e nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Ellerini onun omzundan çekerken yanaklarına götürdü. "Seni seviyorum McAlister." Alec gülümseyerek cevap verdi. "Ben de seni seviyorum Lawrence." Gözlerindeki duygu yoğunluğu yerini muzip parıltılara bıraktığında Elizabeth soran gözlerle baktı. Alec bir anda Elizabeth'in dizlerinin altından tutup onu kucağına aldığında Elizabeth ne olacağını anlamıştı. Ama Alec'e engel olmak için çok geç kalmıştı. "Sakın düşündüğüm şeyi yapma Alec! Alec dedim sana! Yapma!" Alec kucağında Elizabet'le ılık suya daldığında nehirden duyulan tek ses ikisinin sevinç dolu kahkahalarıydı.
"Ah yüce Tanrı'm! Ah Tanrı'm! Bu nasıl olabilir? Onun kardeşi var. Onun küçücük bir kardeşi var." Sophie yere çökmüş, ellerini dizlerine vurarak ağlıyordu. "Nasıl oldu bu? Ne işin vardı dışarıda? Şimdi ne söyleyeceğiz ona? Ne diyeceğiz?" Hıçkırıklarıyla cümleleri birbirine karışırken Daniel'ın da üzüntüsü yüzünden belli oluyordu. Sessiz bir şekilde yanındaki adama ölüp ölmediğini sorarken aldığı cevapla yüzü düştü. "Siz sırtından okları çıkartıp bizim klanımıza götürün. Ben Sophie ile ilgileneceğim." Sophie bu cümleleri duyunca çaresizce ayağa kalktı. "Hayır Daniel, o ölmedi. Flora ölmedi!" Sophie'nin gözlerinden akan yaşlar Daniel'ın kalbine birer hançer gibi saplanırken kendini toparlayarak kollarını ona sardı ve ilerlemesini engelledi. "Bırak beni Daniel! Bırak dedim sana! O ölmedi, dinle beni! O yaşıyor ölmedi..." Bir yandan da Daniel'ın kollarından kurtulmak için debeleniyordu. "Lütfen Sophie dur. Canını acıtmak istemiyorum dur!" Daniel çok üzgündü. Flora'nın böyle kötü bir şekilde hayatını kaybetmesine üzgündü. Sophie'nin böyle kendini harap etmesine üzgündü. İçi kan ağlıyordu. Ama yapılması gerekeni de yapmak zorundaydı. "Sophie o ölmüş. Yapacak bir şeyimiz yok. Lütfen dur. Kendini mahvettin!" Sophie hıçkırıklarının ve gözyaşlarının arasında hissizce çırpınmayı bıraktığında Daniel çevik bir hamleyle onu yakalayıp kucakladı. "Lanet olsun Sophie! Kendine gel uyan!" Sophie hareketsizce kollarında yatarken Daniel acıyla yere çöktü.
Merhabalar! Bu haftaki bölümü maalesef çok uzun yazamadım. 😥 İşlerim asla bitmiyor. Bölümü çok zor yetiştirdim inanın. ☹️ Eğer perşembe akşamı tamamlayamasaydım ancak pazar günü yayımlayabilecektim. O yüzden bölümün kısalığını mazur görün lütfen. 🙏🏻 Yorumlarınızı benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum. İyi hafta sonları!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Tarihi Kurguİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...