Önceki bölümde...
Elizabeth kucağında huzursuzca kıpırdadı. Ve Alec'i çok şaşırtarak iki elini Alec'in beline sararak, ona sıkıca sarıldı. Alec resmen donmuştu. Onun bu masum hareketine bedeninin böyle bir tepki vermesini beklemiyordu. Bütün vücudu dikleşti. Uygunsuz düşüncelerden kurtulmak istercesine kafasını salladı. İki, belki üç hafta her bu duruma geldiğinde bu şekilde mi tepki verecekti yani? Belki de aynı atı paylaşmak o kadar da harika bir fikir değildi.
Güneşin ilk ışıkları kendini gösterirken Elizabeth gözlerini kırpıştırarak açtı. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Gözlerini tam olarak açabildiğinde de ise Alec'in üstüne resmen yığılmış olduğunu fark etti. Üstelik ona sarılıyordu. Ahh uyumaması gerektiğini biliyordu. Bu da Alec'in suçuydu çünkü çok erken çıkmışlardı. Alec'e fark ettirmeden, uyku sersemiymiş gibi ellerini yavaşça belinden çekmeye başladı. "Günaydın Elizabeth." Kafasını kaldırıp Alec'e baktığında yine şeytanice gülümsüyordu. Nasıl zevk alıyordu bu durumdan. Ters ters baktı. "Günaydın." Esnemesine engel olamadı, utanarak ağzını kapattı hemen. Yavaşça toparlanırken her yerinin uyuştuğunu hissediyordu. "Güzel uykuydu demek..." Elizabeth tekrar ona döndü. Yüzü çok yakındı. Dudakları da... Bakışlarını dudaklarına diktiğini düşünmesin diye yüzünü başka tarafa çevirdi. "Duvar kadar sert olmanı saymazsak evet güzeldi." Alec güldü. "O yüzden saatlerdir bana sarılıyorsun demek, anladım." Elizabeth yüzü kızararak önüne döndü ve etrafını izlemeye koyuldu. Ne kadar güzel yerlerdi. İleride bir yerlerde akan derenin şırıltısı, ormandaki kuşların cıvıltısına eşlik ediyordu. Yemyeşil ağaçlar heybetli bir şekilde gökyüzüne erişmek için yarışıyorlardı sanki. Güneş soğuğa inat, bütün ormanda hareler yaratarak kendini gösteriyordu. Bir sincap ise bulduğu palamudu hızla ağaç kavuğuna taşıyordu. Büyülenmemek elde değildi. Ormanı hiç bu şekilde görmemişti. Hiç bu kadar ilerlememişti ve ilerlemediğine pişman oldu. Zeus'la ve Jenny ile birlikte buralarda olduğunu hayal etti. Ne kadar güzel olurdu. Kendi Hayal Yollarından bile daha güzeldi burası. En son Alec'le karşılaştığında görebildiği yer oluyordu orası. Döndüğünde muhakkak buraya bir daha gelecekti. Bacaklarının karıncalanmasının şiddeti, dikkatini dağıttı. Alec'e bir dere kenarında mola verip veremeyeceklerini sordu. "Az ileride bir dere var. Orada yemek için mola vereceğiz." Elizabeth cevabını aldıktan sonra yine önüne dönerek dimdik durdu. Alec onun bu haline içten içe gülüyordu. Sanki az önce kendisine sarılarak saatlerce uyuyan o değildi. Anlam veremeyerek yoluna devam etti. En sonunda mola yerine geldiklerinde, Alec sanki o kadar saat at sürmemiş gibi kolayca atından indi. Üstelik hiç uyumamıştı bile. İri askerlerin komutanına benzeyen bir adamla konuşmaya gitti. Düşüncesiz adam! İnsan en azından yardım etmeyi teklif ederdi değil mi? Tamam, Elizabeth çok iyi at sürerdi, ama her tarafı uyuşmuştu işte! Bu tavrından sonra da ondan yardım isteyecek değildi. Atın eyerinden destek alarak yavaşça aşağı inmeye çalıştı. Fakat yere adım attığı anda ayağı ona ihanet etti ve burkuldu. Yere düşeceğini hissettiği zaman elleriyle kafasını kapatarak gelecek olan darbeye kendini hazırlamak istedi. Ama beklediği gibi olmadı. Bir çift güçlü kol tarafından tutuldu. Sımsıkı kapadığı gözlerini açtığında karşısında Alec'in askerlerinden birini gördü. Çok yakınındaydı. Yola çıkmadan önce tanıştığı askerlerden hangisiydi o? Tamam, Crispin'di. Aniden geri çekilmek istediğinde ayağı onu bir kere daha aldattı. Crispin bu sefer daha sıkı tutmuştu onu. Utançla ve acıyla; "Teşekkür ederim Crispin." diye fısıldadı. Onu tutanın Alec olmasını dilerdi. En azından onu daha çok tanıyordu. Alec'e bir bakış attığında ise sinirli bir şekilde onlara doğru gelmekte olduğunu gördü. Alec yanlarına geldiğinde, Crispin'in Elizabeth'in belini sıkı sıkı tutmasına karşı ona ters ters baktı. Elizabeth kendi talihsizliğinin Crispin'e patlamasını istemediği için hemen Alec'e açıklama yaptı. Bu sırada tekrar atın eyerinden tutunarak Crispin'den uzaklaştı. Acıyla zonklayan ayağını düşünmemeye çalışırken, sürekli önüne gelen saçlarını geri attı. Tekrar teşekkür etti. Alec, Crispin'e gidebileceğini söyledikten sonra, Elizabeth birden ona sinirli ve ters ters bakmaya başladı. Ardından tek ayağından kuvvet alıp, topallayarak derenin gelen sesine doğru ilerlemeye başladı. Alec kız giderken arkasından bakakaldı. Kafası karışmıştı. Bu kıza ne olmuştu da yine kendisini öldürecek gibi bakıyordu ona? Zaten sinirleri tepesine çıkmıştı. Crispin'in ne işi vardı orda? Ne hakla dokunabiliyordu kıza? Sadece onun incinmemesi için yaptığını içten içe bilse bile bu sakinleşmesi için yetmiyordu. Homurdanarak kızın peşinden gitti. Kız derenin kenarına eğilmiş, yüzünü yıkıyordu. Sol ayağını diğerinden uzağa uzatmıştı. Aman Tanrım! Şimdi de küçücük mendilini suya batırıp, göğüslerine sürüyordu. Alec yine başka basit bir hareketten etkilenirken buldu kendini. Hemen dikkatini kızın ayağına vererek usulca yaklaştı. Kızın ayağının durumunu anlamak için dokunduğunda ise Elizabeth sinirle ve korkuyla eline vurdu. Alec neye uğradığını şaşırmıştı. "Tanrı aşkına ne yapıyorsun Elizabeth? Elizabeth kendini topladığında öfkeyle Alec'e baktı. "Sen ne yaptığını sanıyorsun! Önce düşüncesizlikle beni o atta bırakıyorsun ve yardıma ihtiyacım olup olmadığını sormuyorsun. Tamam ben de çok iyi at sürebilirim. Ama bu kadar uzun süre atla yolculuk yapmamıştım. Sonra da zavallı Crispin'i senin yapmadığın düşünceli hareketi telafi etmeye çalıştığı için resmen bakışlarınla cezalandırıyorsun. Şimdi korkunç haydutlar gibi bir izin alma nezaketini göstermeden bacağıma dokunmaya çalışıyorsun ve şaşırıp, korktuğum için de bana kızıyorsun. Artık nasıl bir tepki vereceğimi ben de şaşırdım!" Alec karşısındaki öfkeli güzele bakarken hala nasıl bu kadar sakin kalabildiğine şaşırıyordu. Daha önce kimse Alec'le böyle konuşmaya cesaret edememişti. Çünkü edemezlerdi. Elizabeth ayağını olabildiğince hızlı bir şekilde Alec'ten kurtarıp oradan uzaklaşmaya yeltendi. Alec onu bileğinden yakaladığından yeterince hızlı olmadığını anlamış oldu. Saçını savurarak Alec'e doğru döndü ve gözlerine bakmaya çalıştı. Bakmaya çalıştı çünkü Alec'in iri yarı vücudu ve keskin bakışları bunu zorlaştırıyordu. "Sen hiç söylediklerinin arkasında durmaz mısın? Herkese kaba diye bağırıp, sonra da sen kaba olmuyor musun? Her şey senin etrafında dönmüyor." Bunları söyledikçe kızın bileğini sıkıyordu. "Zavallı James senin gibi şımarık bir kızı olduğu için utanıyor olmalı!" Elizabeth'in gözleri doldu. "Canımı yakıyorsun, lütfen bırak artık." Alec o an ileri gittiğini anladı ve elini çekti. Neden kızın bu kadar üstüne gittiğine kendi de anlam veremedi. Crispin'i o kadar yakınında görünce kendine hakim olamamış, sinirini Elizabeth'den çıkarmıştı. Yapmamalıydı. Elizabeth kolu serbest kalır kalmaz, bileğini ovuşturarak arkasına döndü ve topallayarak askerlerin bulunduğu açık alana ilerlemeye başladı. Kalbi çok kırılmıştı. Ağlamamak için kendini çok zor tutuyordu. Dudaklarını ısırarak kendine hakim olmaya çalıştı. Bir ağacın dibine oturdu ve bacağını ovuşturmaya başladı.
Alec artık Elizabeth hakkında ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilmiyordu. Bir an onu o kadar çok arzuluyorken, diğer bir anda onu olduğu yerde bırakıp, çıkıp gitmek istemesine çok şaşırıyordu. Atın üstünde birlikteyken ne kadar utangaçtı. Az önce ise ona bağırıp çağırmıştı. Bu değişken ruh hali onun çatlak olduğunu göstermiyor muydu yani? Ama onu üzmüştü, farkındaydı. Kendine hakim olamamıştı. En iyisi onunla hiç ilgilenmemekti. Sadece James ve yakın dostu Ian için onu sağlam bir şekilde İskoçya'ya görürecek ve sonra bir daha yüzünü görmeyecekti. Evet, işte bu kadar basitti. Alec aldığı bu karar üzerine gülümsedi. Ama hiçbir şey düşündüğü gibi olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficção Históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...