Bölüm 52

398 54 23
                                    

Merhabalar, yeni bölümle sizi baş başa bırakmadan bir şeyler söylemek istiyorum. İzmir'de beş senemi geçirdim. Okulumu orada okumuştum. Şimdi nasıl üzgün olduğumu tarif bile edemem. Umarım en az zararla herkes kurtarılabilir. Dualarımız İzmir'le olsun. 😔🙏🏻

Bölümle ilgili yorumlarınız benim için çok önemli, düşüncelerinizi bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere, iyi okumalar. ☺️



Önceki bölümde...

Masaya bıraktığı kitabını da alarak kalenin arkasına yöneldi. Meyve bahçelerini biraz gezmek ve sonra kış bahçesinde kitabını okumak belki biraz kafasını dağıtmasına yardımcı olurdu. Çünkü başına üşüşen düşünceler ancak kitap okuyunca onu rahat bırakıyordu. Pelerinini üzerine çekerek kalenin arkasına ilerledi. Meyve bahçelerine yönelecekken aklına Daisy geldi ve özel ahırlarına ilerleyerek atına bakmaya gitti. Gıcırdayan kapıyı araladığında, ahırın sessiz olduğunu fark edince Matthew'in orada olmadığını gördü. Hades ahırdaki bölmesinde olmadığı için daha az tedirgin bir şekilde içeri girdi. Daisy sıkıntıyla bölmesinde bir ileri bir ileri giderken sahibini gördüğünde neşeyle kişnedi. Sophie de gülerek onun yelelerini okşadı. "Biliyorum sıkılıyorsun ama, Matthew birkaç gün daha dinlenmen gerektiğin söyledi. Öyle üzgün bakma, biraz daha toparlan söz veriyorum ne kadar istersen o kadar gezeceğiz." Burnunu atının burnuna dokundurduğu sırada duyduğu sesle irkildi ve olduğu yerde korkuyla dönerek ahırın kapısına baktı.

Elizabeth ablasının yanına döneli üç gün olmuştu. Söylendiğinde basit gelen bu üç gün Elizabeth için hiç de kolay geçmemişti. Çünkü tabi ki ablası yüzü için söylediği yalana inanmamış ve saatlerce ağzından laf almaya çalışıp bir sürü şekilde sorular sormuştu. En sonunda Elizabeth onun bu anaç tavrına daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladığında bütün olanları biraz daha yumuşatarak anlatmak zorunda kalmıştı. Günlerdir ihtiyacı olan bu şefkati Sophie'den de görmüştü ama, Jennifer'ın ablası olmasının verdiği bu ruh hali üzerine yapışıp kalmış ve sonunda ağlamasıyla sonuçlanmıştı. Sekiz aylık hamile olan ablası ise duydukları karşısında sinirlenmiş, etrafına -özellikle kocasına ve Alec'e- ateş püskürmüş, hiçbir şeyin kendisine söylenmemesine isyan etmiş ve sonunda hıçkırarak karnının el verdiği kadar ağlayarak kendisine sarılmıştı. İkisi birlikte ne kadar zaman geçirdiklerinin farkında değillerdi. Elizabeth aynı küçüklüklerindeki gibi ablasının bacağına yatmış, Jenny de onun saçlarını okşamıştı. Ablası en sonunda bütün sorularına cevap alıp tatmin olduğunda hala gözleri doluyor ve ağlıyordu. Bütün olanların kendisine söylenmemesinin çok büyük bir yanlış olduğunu ve bunu hiç affetmeyeceğini söylüyordu. Bu cümleleri ağlama krizleri öncesine söylüyor ve sonrasında onu sakinleştirmek çok zor oluyordu. Elizabeth o andan sonra artık kendi sıkıntılarını ve üzüntüsünü bir kenara bırakmış, Jenny'ye odaklanmıştı. Aslında bir noktada bu onun için de iyi olmuştu. Çünkü Alec'in kendisine tek bir şey söylemeden ortadan kaybolması, yaşadığı travmalar, Victoria ve Joseph Campbell düşüncelerine hakim olmuştu. Şimdi ise Jenny ile bu düşünceleri kendisine daha fazla işkence etmemesi için bastırıyor ve kendisini ablasının mutluluğuna ve hamileliğinin son günlerini güzel geçmesini sağlamaya adıyordu. Tabi bu arada kendisine kızmayı da ihmal etmiyordu. Eğer ablasının önünde bu şekilde ağlamasaydı ve uydurduğu hikayeye sadık kalsaydı böyle olmayacaktı. Ama dayanamamıştı işte... Neyse ki karnındaki korkunç siyahlığı saklayabiliyordu. Kapının açılıp kapanmasıyla çıkan ses Elizabeth'in düşüncelerini dağıttı ve başını kapıya çevirdi. Jennifer'la yemek masasında oturmuş akşam yemeklerini yiyorlardı. İçeri giren Ian mahcup bakışlarını karısının üzerine çevirerek yerine oturdu. "Özür dilerim, geç kaldım." Elizabeth anlayışlı bir şekilde gülümsemekle yetinirken Jenny kafasını sert bir şekilde diğer tarafa çevirdi. "Hadi ama Jenny, artık bunu yapma bana. Kaç kere açıkladım sana, bunu senin iyiliğin için yaptım. Bilseydin çok endişelenirdin, çok üzülürdün..." Elizabeth masanın altından ablasının elini tutarak sıktı. Artık onun kocasını affetmesini istiyordu. Çünkü Elizabeth bütün bu yüklerden kurtulmak için öncelikle içten bir şekilde Alec'i affetmişti. Onun geçmişiyle bağını koparamadığını ve bu yüzden de kendisiyle bir gelecek kuramayacak kadar düşüncelerinin başka bir yönde olduğunu kavramıştı. Kendisine işkence yapmaya son vermeye işte tam da o anda karar vermişti. Alec'i sevmişti, hala seviyordu hatta bütün kalbiyle ona aşıktı ama, artık onlar için bir geleceğin olması balıkların uçabilmesi kadar imkansız ve zor bir şeydi. Kendi imkansızlıklarını aşarak bu seviyeye gelmiş ablası ve Ian'ın ise ellerindekinin kıymetini bilmesini istiyordu. O yüzden sandalyesini geriye doğru ittirip ayağa kalktı. "Ben yemeğimi bitirmiştim ve zaten görünüşe göre sizin de biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var. Lütfen böyle olmayın, özellikle benim yüzümden böyle olmayın. Size böyle şeyler yaşattığım için zaten kendimi kötü hissediyorum ve bu aramızdan birinin suçu da değil." Jennifer'ın itiraz etmesine izin vermeden devam etti. "Şimdi de böyle olmanız... Lütfen yapmayın." Ablasına döndü. "Beni seviyorsanız yapmayın... İyi geceler." Onların cevap vermesine izin vermeden ana salondan çıkarak odasına yöneldi.

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin