Merhabalar, işe girdiğimden beri bölümü geç yüklüyorum. Bunun farkındayım ama, elimden geldiğince erken yüklemeye çalıştığımı bilmenizi isterim. Bölümleri inanın hafta sonu yazıp tamamlayabiliyorum. Çünkü okul çok yoğun şu sıralar. Bir de küçük bir dipnot, diğer bölümün son kısmı ne yazık ki anlamadığım bir sebepten yüklenmemiş. Ben tekrar güncelledim. Aşağıdaki önceki bölüm kısmında da okuyabilirsiniz. İyi hafta sonları, iyi okumalaar!
Önceki bölümde...
Alec uyku sersemliğiyle, karanlığa alışan gözlerinin yönlendirmesiyle Elizabeth'in yukarı çekilen geceliğini istemsizce kaldırdı ve acıyan yeri görmek istedi. Elizabeth şaşkınlıkla onu engellemeye çalışsa da Alec'in ağzından çıkan bir küfürle geç kaldığını anladı. Alec'in elini sertçe itti ve geceliğini kapattı. "Ne yaptığını zannediyorsun sen!" Fısıltıyla çıkan sesi cümlesinin etkisini tam olarak göstermesini engellemişti. "Ne oldu karnına? Biri sana bir şey mi yaptı? Hemen söyle!" Elizabeth'in karnı gece karanlığında bile fark edilecek şekilde simsiyahtı! Adamın aniden yükselen sesi Elizabeth'in irkilmesine sebep oldu. Duraksaması ise Alec'in uyku sersemliğini anında atıp daha da sabırsızlaşmasına sebep oldu. "Elizabeth biri sana bir şey mi yaptı dedim!" Genç kadının dolan gözleri Alec'in her şeyi yanlış anlamasına sebep olduğunda Elizabeth sesi titreyerek konuştu. "Ben... Kulübede bana dokunmaya çalışan bir askere engel olmaya çalıştığımda..." Ağzından kaçan hıçkırıkla birlikte Alec de dişlerinin arasından küfretti. Kendini sakinleştirmeye çalışarak sesinin tonunu biraz daha yumuşatmaya çalıştı. "Ne yaptılar sana güzelim?" Elizabeth, Alec'in yumuşayan sesiyle gözünden damlayan birkaç yaşa engel olamadı. "K-karnıma tekme atmaya başladı. Sürekli karnıma t-tekme attı..." Alec ise içinde kaynayan öfkeyi ve siniri daha fazla tutamayarak hızla yorganı üstünden attı ve çizmelerini giymeye başladı. Elizabeth onun ani bir şekilde yanından gitmesine anlam veremeden sadece şaşkınlıkla baktı. Alec tek kelime etmeden odanın kapısını çarparak çıktığında Elizabeth onu çok uzun süre göremeyeceğini bilmiyordu.
Elizabeth gece Alec'le yaşadığı o hassas ama bir o kadar da garip andan sonra yine bitap düşene kadar ağlamış ve o şekilde de uyuyakalmıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla da Sophie'nin kendisine seslenmesiyle uyanmıştı. Birbirleriyle hasret giderip doya doya sarıldıktan sonra da Elizabeth giyinip hazırlanmış, sonra da birlikte kahvaltı etmişlerdi. Sophie kahvaltı ettikten sonra kalenin arkasındaki kış bahçesine gitmeyi ve konuşmayı teklif etmişti. Elizabeth ise bu yaşadıklarından sonra güzel kalpli bir arkadaşla rahatça sohbet etmek istemişti. Çünkü kalede kahvaltı ederlerken başkalarının duyma ihtimaline karşılık hiçbir şey konuşmamaları gerekiyordu. Alec ve komutanlar kale halkının içinde başka bir casus olması ihtimaline karşılık yaşanılanların duyulmamasını, bu sayede de başka bir casus varsa onun iş üstünde yakalanmasını istiyorlardı. O yüzden ellerindeki bir bardak melisa çayıyla kış bahçesine doğru ilerlerlerken ikisinin de içinde tutamayıp biriktirdikleri vardı. Meyve bahçelerinin cümbüşlüğü ve güzelliği bile ikisini mutlu etmeye yetmiyordu. Sophie, Elizabeth'in arkasından saydam kapıyı kapattığında etrafta kimsenin olmadığından emin oldu. Sonra geçen iki saat boyunca ikisi de hıçkırarak ağladılar, birbirlerinin dertlerinde kendilerini bulup, geçmişe gittiler. Yaşadıkları dünyanın kötülüğüne ve acımasızlığına lanet ederek birbirlerinin omuzlarında taşımakta zorlandıkları yaşanmışlıklarının yükünü hafifletmeye çalıştılar. Sonunda ikisi de gözleri kıpkırmızı halde sakinleştiklerinde gözyaşlarını silecek peçeteleri bile tükenmişti. "Sen çok güçlü bir kadınsın Sophie. Küçüklüğünden beri annen olmadan kendini o kadar güzel yetiştirmişsin ki, Daniel bunu elleriyle geri tepiyorsa sonradan kafasını istediği gibi bir yerlere vurabilir." Sophie hafif bir kıkırdamayla Elizabeth'in ellerini tuttu. "En azından ne düşündüğünü bilmem iyi oldu. Ben de nasıl bir tavır sergilemem gerektiğini öğrendim. Demek ki karşılıklı değilmiş hislerim... Ayrıca bana güçlü diyorsun ama, senin bu yaşadıklarını yaşasam senin kadar güçlü olabileceğimi düşünmüyorum. Seni orada bıraktığını öğrendiğimde o kadar çok sinirlendim ki, Alec'e söylemediğim şey kalmadı ve sana bir şey olacak diye çok korktum..." Elizabeth kısa sürede böylesi bir sevgi göreceğini ve çok değerli bir arkadaş kazanacağını düşünmemişti. Gözleri bir kere daha dolarak gitme vaktinin geldiğini hatırladı. Ellerini tutan Sophie'nin elini okşadı. "Her şey için sana minnettarım. İyi ki tanışmışız. Jenny'nin seni neden bu kadar çok sevdiğini şimdi daha iyi anlıyorum." Gözlerini kaçırarak başka bir yere baktı. "Ama ne kadar ertelemek istesem de artık gitmem gerekiyor." Sophie'nin gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Nasıl yani, şimdi mi gideceksin? Ama yüzün... Jennifer anlayacaktır." Sophie onu vazgeçirmeye çalışıyordu. "Engebeli ve taşlı bir yolda takıldığımı söyleyeceğim. Gerçeği bilmeyecek." Ayağa kalktı. "Hadi Sophie, lütfen beni daha fazla üzme. Birbirimizi görebileceğimiz birkaç ayımız daha var." Gözleri buhulandı. "Bir de Alec'i görmek bana çok fazla acı veriyor artık. Biliyorum Sophie, senin abin. Ama senin de bildiğin sebeplerden ötürü, savaşacak gücüm kalmadı. Söylediğin gibi bir şeyler karşılıksız olunca çabalamak, insanı yormaktan başka bir işe yaramıyor maalesef..." Sophie üzüntüyle içini çekti. Bu sırada kış bahçesinden çıktılar. "Söyleyecek bir şeyim yok, seni engelleyemem de, ama her zaman yanında olduğumu bilmeni isterim. Sadece çok üzgünüm, Alec'e çok kızgınım. Ama yapacak bir şey yok. Umarım çok mutlu olursun." Kalenin arka tarafından avluya doğru yöneldiklerinde Elizabeth de bu sözler üzerine gülümsedi. "Üzülme Sophie. Bazen bir şeylerin olmaması gerekir. Her olan şeyin bir anlamı olması gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum." Dolan gözlerini kırpıştırarak yaşları geri göndermeye çalıştığı sırada avluda Dylan'ı gördü. "Dylan!" Komutan seslenildiğini duyunca konuştuğu askeri yanından gönderip leydilerin yanına yaklaştı. "Buyurun leydim." "Rica etsem bana bir at ayarlayabilir misin?" Asker kaşlarını çatarak baktığında Elizabeth konuşmaya devam etti. "Bugün ablamın yanına döneceğim." Dylan sıkıntıyla düşündü. Alec gecenin bir yarısı birkaç asker ve komutanla birlikte kaleden ayrılmıştı ve hala daha ortalıkta yoktu. Leydi Elizabeth'in gidip gitmemesiyle ilgili de bir şey söylememişti. Leydiyi biraz daha orada tutmak için bir şeyler denemeye karar verdi. "Ama leydim birazdan çok şiddetli bir yağmur ve ardından da fırtına başlayacak gibi duruyor. Bugün gitmezseniz daha iyi olacak sanki..." Elizabeth onun sözlerinin bir arkası olmadığını biliyordu. "Ben eşyalarımı toparlayana kadar sen bana hemen bir at ayarlarsın, sonra da hemen çıkarım ve o korkunç fırtınaya yakalanmam." Sophie onun kararını değiştiremeyeceğini bildiği için sesini çıkarmadan Elizabeth'in kaleye, Dylan'ın ise ahırlara doğru gitmesini hüzünle izledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Tarihi Kurguİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...