Önceki bölümde...
Alec acele etmeden yavaşça peşlerinden yürümeye başladı. Kendisine inanamıyordu. Kızdan ne kadar uzaklaşmak istese de, hatta bunu onu üzme pahasına yüzüne söylese bile kendi kendisiyle çelişiyordu. Kendine hakim olamamak onun tarzında bir şey değildi. Kırılmaz iradesinin tek hassas noktası kız kardeşiydi. Şimdi ise Elizabeth... Tanrı yardımcısı olsun, şu günü de atlattıktan sonra her şey daha kolay olacaktı. Kamp alanına vardığında gördüğü şey karşısında neredeyse kalbi duracaktı.
Elizabeth açık alanda yola çıkmak üzere hazırlanmış olan, kömür karası atının yanında durmuş, onunla konuşuyor gibiydi. At şahlanmaya çalışıyor, Elizabeth ise dizginleri tutup buna engel oluyordu. Askerler ise hiçbir şey yapmayıp şaşkın şaşkın kızı izliyorlardı. Arkası ona dönüktü. Atı Hades yolculuk sırasında sürekli iki kişi taşımaktan çok yorulmuştu ve genel olarak da huysuz bir attı. Alec herhangi bir hamle yapamadan Elizabeth atın üstüne atlayıverdi. Ah söz dinlemez kız! Atı onu aşağı atabilir, incecik boynunun kırılmasına sebep olabilirdi. Daha önce yapmışlığı vardı. Hızla kendine gelerek onların yanına gitti. "Tanrı aşkına deli kadın ne yaptığını sanıyorsun!" Askerlere döndü. "Siz de aval aval bakacağınıza neden müdahale etmiyorsunuz? Hades'in nasıl bir at olduğunu gayet iyi biliyorsunuz!" Askerler ağzını açamadan Elizabeth konuştu. "Herkese esip gürlemeyi bırakır mısın artık? Burada huysuzluk ve tehlike yaratan kişi Hades değil." Cümlesini devam ettirmemek için kendini çok zor tuttu. "Biz çok iyi anlaşıyoruz." Öne doğru eğilip atın yelelerini okşadı ve başından öptü. Hades de karşılık verircesine başını Elizabeth'e çevirip, elini yaladı. Alec ve diğer askerler şaşkınlıkla ikisine bakarken Amelia eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı. Daha sonra Elizabeth hiç istifini bozmadan Daniel'a döndü. "Ne diyordum? Daniel, Amelia'yı önüme oturtabilir misin?" Alec'in keskin sesi duyuldu. "Amelia, Daniel'la ata binecek." Ses tonu itiraz etmeye mahal vermese bile Elizabeth şansını zorladı. "Ama o da benimle birlikte olmak istiyor, değil mi Amelia?" Amelia'ya bakarak tepki vermesini bekledi. Ama Alec buna izin vermeden konuştu. "Seninle biraz konuşabilir miyiz minik?" Çocuk hevesle başını sallayarak adamın elini tuttu ve uzaklaştılar. Kim bilir neler diyecekti şimdi küçücük çocuğa! Herkes merakla onları bekliyordu. Birkaç dakika sonra Alec çocuğu kucağına almış, yanlarına yaklaşıyordu. Amelia'nın kahkahaları ise ormanda yankılanıyordu. Amelia'yı Daniel'ın önüne oturttu. Elizabeth tam ağzını açacaktı ki; "Ben Daniel'ın atına bineceğim. Onun atının rengi daha güzel Elizabeth. Hem Daniel benimle konuşmayı çok seviyor." Elizabeth şaşkınlıkla önce Alec'e sonra da çocuğa baktı. Ne yapmıştı da Amelia bu kadar uysalca onu dinlemişti? Alec ise atının yanına gelerek Elizabeth'in yüzünden okunan kafa karışıklığını keyifle izledi. Sonra atına atladı. Öne, kızın kulağına eğilerek konuştu. "Hades'in uysallığına hala anlam veremesem de, şaşırılacak şeyleri tek sen yapmıyormuşsun, değil mi güzelim?" Yüksek sesle kahkaha atarak atını hızla hareket ettirdi ve yolculuklarının son gününü başlatan yola çıkma emrini verdi.
Yola çıkalı neredeyse üç saat olmuştu ve Elizabeth kaçıncı kere arkasına dönüp baktığını hatırlayamıyordu. Alec o kadar büyüktü ki, arkasını döndüğünde çok fazla eğilmesi gerekiyordu. Bir kere daha arkasına dönerek bakmaya çalıştığında dengesini kaybetti. Düşmeye kendini hazırlayarak gözlerini kapattı ama Alec, Elizabeth'in inanamadığı çeviklikle onu belinden sıkı bir şekilde kavrayıp yerine oturttu. "Bir kere daha bakmaya çalışıp dengeni kaybedersen seni tutmayacağım, haberin olsun. Daniel'la güvende olduğunu sen de biliyorsun. Gereksiz yere endişelenmeyi bırak artık." Bütün bunları gözlerini yoldan ayırmadan söylüyordu. Ahhh nasıl sinir bozucu bir adamdı! Yola çıktıklarından beri tek kelime etmemiş, şimdi ne güzel kendisiyle dalga geçer gibi konuşuyordu. Tek kelime bile etmeden bıkkınlık ve sinirle önüne döndü. Alec'in bu tavırlarından o kadar sıkılmıştı ki, artık onun dengesiz davranışlarına şaşıramıyordu bile. Bir an öpecek gibi oluyordu -ki o an nasıl yaşandı aklı hala almıyordu- bir an da kendisine yanında yokmuş gibi davranıyordu. Madem Alec onla konuşmamaya kararlıydı o da aynısını yapacaktı. Alec düşüncelerini anlamışçasına belindeki tutuşunu daha da sıkılaştırdı. Tam da o anda at şahlanarak büyük bir kayanın üstünden atladı. Elizabeth buna çok hazırlıksız yakalanmıştı. İstemsiz olarak Alec'e sımsıkı sarılarak gözlerini kapattı. "Elizabeth?" Ne yani saatlerdir konuşmamıştı ama şimdi mi konuşmak istiyordu? "Alec susar mısın, düşüyoruz şu an!" Alec kahkaha atarak atını durdurup, diğerlerine devam etmelerini işaret etti. Elizabeth hemen gözlerini açarak etrafına baktı, hala Alec'e sarılıyordu. "Biz... Düşmedik." Alec gülerek ona baktı. "Hayır düşmedik." Elizabeth'in hızla doğrulmasını keyifle izledi. Yanakları daha fazla kızaramazdı herhalde. Elizabeth gözlerini kaçırarak konuşmaya başladı. "Ben bir an boş bulundum Alec, dikkatini dağıtmak istemedim. Özür dilerim. Lütfen devam edelim." Alec sesini çıkarmayınca kendini onun gözlerine bakmaya zorladı. Gözleri birbirini bulduğunda kitlenmişçesine kaldı. Ağzı bir şey söylemek için açıldıysa da konuşamadı. Dili tutulmuştu sanki. Alec ise iradesinin son kırıntısını az önce kaybettiğini hissediyordu. Elizabeth'i tam da şu an öpecekti. Çünkü başka bir şansı olmayacaktı. Ve bunun için de asla pişman olmayacaktı.
Elizabeth, Alec ona yaklaşırken az sonra ne olacağının farkındaydı. Onu engellemesi gerektiğini de biliyordu ama olmuyordu. Hareket kabiliyetini kaybetmişti sanki! Alec dudaklarını dudaklarına bastırdığında hala hareket edemiyordu. Ama Alec belindeki elini sıkılaştırıp, vücudunu vücuduna bastırdığında aniden çözüldü. Ellerini Alec'in boynuna sararak karşılık vermeye çalıştı. Alec, Elizabeth'in bu masum çabasıyla daha da tahrik oldu ve kızın dudaklarını aralamaya zorlayarak dilini içeri soktu. Elizabeth'in tereddütünü hissedince dudakları daha da ısrarcı bir şekilde kızın dudağına kapandı. Elizabeth, Alec'in öpüşüyle kendinden geçmişken mantığının son kırıntısı beyninde onu uyarmaya başladı. Dudaklarını Alec'inkilerden ayırırken elleriyle adamı göğsünden yavaşça itti. Sonra boğuk bir sesle fısıldadı: "Alec yapamayız." Çekinerek Alec'e baktığında şaşırdığını gördü. Sessizce önüne döndü. Alec ise neye uğradığını şaşırmış, az önce yaşadıklarının etkisinden çıkamıyordu. Tanrım, o pembeleşmiş dudaklarıyla ne kadar güzel ve çekici olduğunun farkında bile değildi! Yanakları sakallarının tahriş etmesiyle hafif kızarmıştı. Şimdi önüne dönmüştü. Yaşadığı andan pişman olmamasına rağmen iradesine lanet etti! Bir küfür savurarak dizginleri tekrar eline alarak atı hareket ettirdi. Elizabeth ise Alec'in önünde dimdik ona yaslanmadan oturuyordu. Nasıl kendisini öpmesine müsaade etmişti? Daha da kötüsü ne düşünüyordu da öpüşüne karşılık vermişti! O kadar kolay kendini bırakabiliyordu yani! İtiraf etmesi en zor olan şey ise çok hoşuna gitmişti ve bir daha böyle bir şey olsa karşı koymazdı. Onun kollarında eridiğini hissetmişti. Pişmanlıkla gözlerini kapattı. Bu hiç yaşanmamış olmamalıydı. Ama neden arsızca onu bir kez daha öpmek istiyordu? Unutmalıydı. Unutmak zorundaydı.
Tekrardan merhaba. ☺️ Alec sonunda, en başından beri istediği şeyi yaptı. Bakalım ilerleyen bölümlerde neler olacak. ✨ Sonraki bölümde, Jenny'nin bütün bu yolculuğa sebep olan sürprizini öğreneceğiz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. İyi okumalaaar. 🥰🦋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...