Merhabalar! 💁🏻♀️ Maalesef okuldaki yoğunluklardan dolayı ancak bu saate yeni bölümü yükleyebiliyorum. Beni mazur görüün. 😢 Acaba Alec neden bu kadar sinirlendi? Kaleye tekrar dönmek Elizabeth'e ne hissettirecek? Hepsini göreceğiiz, iyi okumalar! Haftaya görüşmek üzere! 💙
Önceki bölümde...
"Matthew sen gitmeden önce bir şey sorabilir miyim?" Seyis arkasını dönüp gidecekken dizginini tuttuğu atla birlikte hızla geri dönerek durdu. "Tabi ki leydim, bilebileceğim bir şeyse cevaplamaktan onur duyarım." Alec dikkatle soracağı soruyu bekliyordu. "Daisy iyi mi? lütfen bana iyileşeceğini söyle." Matthew gözleri bir kez daha parlayarak Alec'e anlamlı bir bakış attı. "Ah leydim lütfen güzel kalbinizi üzmeyin. Daisy şu an iyileşme sürecinde, ahırda dinleniyor. Her gün düzenli olarak bakımıyla ilgileniyorum ve o da bana çok yardımcı oluyor." Elizabeth'in yüzünde uzun zamandır görülmeyen içten bir gülümseme belirdi. "Şimdi görebilir miyim peki?" Matthew, bir leydinin gülümseyen yüzüne, bir de leydinin arkasında kendisine doğru olumsuz bir şekilde başını sallayan efendisine baktı. Kimi dinleyeceği belliydi. "Üzgünüm leydim, Daisy şimdi uyuyor. Yarın sabah onu görmeniz daha iyi olacaktır." Üzülerek içini çekti, leydiyi hayal kırıklığına uğratmıştı. Anında kaybolan gülümsemesinden belliydi. "Peki teşekkür ederim. İyi geceler." Elizabeth atı göremeyeceği için üzgün bir şekilde kalenin kapısında geçip avluya girdiğinde üzerine atılan bir şeyle dengesini kaybedip yere düştü. "Elizabeth!"
Alec ve askerlerin geri kalanı kılıcını çıkartıp saldırmaya hazırlanıyorken Elizabeth'in şaşırtan kahkahasıyla hepsi olduğu yerde kaldılar. Arkasından Elizabeth'in yanına çökerek bu karmaşaya katılan Jerry'nin tasasız gülüşleri, izleyicilerinin istemeden de olsa gülümsemelerini sağladı. Elizabeth üzerine çullanıp yere düşmesine sebep olan Blue'ya ilk başta şaşırarak ne yapacağını bilememişti. Ama onun yüzünü gıdıklayan yalamasına daha fazla karşı koyamayarak gülmeye başladığında Jerry'nin de yanlarına geldiğini ve Blue'ya sarıldığını gördü. Üçü ne kadar bu şekilde eğlendiler bilmiyorlardı. Ama kalenin her tarafından duyulan kurt ulumasını Blue da duyduğunda hemen ayağa kalkarak kulaklarını dikleştirdi. Herkes ona odaklanmışken, kurt arkasına bir kere daha bakmadan koşarak kalenin avlusundan çıktı ve karanlık gecede kayboldu. Elizabeth ve Jerry şaşkınlıkla kendilerini toparlayarak ayağa kalktıklarında Jerry dudağını büzmüş, giden kurdun arkasından bakakalmıştı. Elizabeth de en az Jerry kadar üzülmüştü ama, tepkilerini kontrol etmeye çalışarak çocuğun başını okşadı. "Belki önemli bir işi vardır. Belki de o da bizim gibi çok yoruldu, dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünmüştür." Jerry kafasını kaldırarak kendisine umutla baktı. "Bizi unutmaz değil mi Elizabeth? Buraya bir daha gelir?" Elizabeth gülümseyerek çocuğun seviyesine indi. "Ben bizi unutacağını düşünmüyorum. Ama ne zaman geleceğini bekleyip göreceğiz." Jerry bir sepet dolusu çiçek gibi bir gülümsemeyi kendisine gönderdiğinde kendisine engel olamayarak içtenlikle çocuğa sarıldı.
Bu sırada Flora dikkat çekmeden Alec'in yanına yanaştı. "Kararınız ne olursa kabul etmeye hazırım. Kararınız hayatıma son vermek olsa bile... Biliyorum, sizden hiçbir şey rica etme hakkım yok. Ama lütfen efendim, son bir gece kardeşimle vakit geçirmeme izin verin ve lütfen kardeşim sahipsiz kalmasın, o çok küçük... Sonra ne derseniz kabulüm." Flora'nın kendisine sessiz bir şekilde fısıldadığı bu cümleleri Alec, ifadesiz bir yüzle dinledi. Bütün dikkatini Elizabeth'e verdiğinden sadece başını sallamakla yetindi. Flora bu küçük baş hareketiyle bütün dünya kendisinin olmuşçasına sevinerek "Teşekkür ederim efendim!" Sonra hızla kardeşinin yanına geldi. "Jerry, Leydi Elizabeth'i rahat bıraksak daha iyi olacak sanırım. İkinizin de dinlenmesi gerekiyor." Flora'nın sesini duyan Elizabeth, çocuğun yanağına bir öpücük kondurarak ayağa kalktı. "Jerry beni asla rahatsız etmez, böyle düşünme lütfen Flora." Şefkatle kızın kolunu okşadı. "Flora'nın gözleri suçlulukla dolarken, kendini tutamayarak Leydi Elizabeth'e sarıldı. Elizabeth de bir an afallasa da o da beceriksizce kıza sarılmaya çalıştı. "Çok güzel bir kalbiniz var Leydim! Her şey için teşekkür ederim, siz olmasaydınız kardeşim belki de bugün burada olamayacaktı." Elizabeth de geri çekilen Flora'ya gülümsedi. "Biz her şeyi birlikte başardık." Sonra da aslerlere ve Alec'e döndü. "Hepinize çok teşekkür ederim. Siz olmasaydınız neler olurdu bilemiyorum..." Hüzünle ve acıyla kararan gözleri boşluğa daldığında bunu ilk fark eden Alec oldu. "Biz yapmamız gerekenden daha fazla bir şey yapmadık. Ama şimdi dinlenmen gerekiyor." Askerler de başlarıyla onaylayarak Alec'e katıldıklarını belli ettiler. "Evet dinlenmemiz gerekiyor." Flora ve kardeşine döndü. "Yarın sizle tekrar konuşalım olur mu?" Flora leydinin ne hakkında konuşmak istediğini endişe ve merakla karışık bir şekilde düşündü. Ama sadece başını sallamakla yetindi. "Tabi leydim." Elizabeth hepsine başıyla selam verip reverans yaptı ve arkasını dönüp herkesin onu izlediğinden habersiz kaleye yürümeye başladı. Yürüdükçe bütün vücudu ayrı ayrı sızlıyor, ağrıyor ve yaşadığı cehennem anlarını ona hatırlatıyordu. Kalenin içine girip, tanıdık merdivenlerden gücünü toplayarak yavaş yavaş çıktı. Kaldığı odaya, yani Alec'in odasına yöneldiğinde tek istediği İngiltere'de kendi yatağında, anne ve babasının güvenli kollarında olmaktı. Kaç yaşında olduğu önemli değildi, şu an kendisini tek rahatlatacak şey annesinin her üzüldüğünde, küçüklükten beri yaptığı gibi saçlarını okşayıp, her şeyin güzel olacağını söylemesiydi. Ama o da imkansız bir şeydi. Annesi ve babası çok uzaktalardı. İçini çekerek elini kapının koluna götürüp açtığında, yorgun bedeni içeride şöminenin önünde üzerinde sıcak su buharları tüten, önceden hazırlanmış banyoyu görünce mutlulukla doldu. Çünkü böyle bir şey beklemiyordu. Banyodan gelen sesleri duyunca irkilerek kapıdan çıkmaya çalıştığında, oradan çıkan Rose'u gördü. İçi rahatlayarak rahat bir nefes aldı. "Sen mi hazırladın bütün bunları?" Rose başıyla onaylayınca minnetle gülümsedi. "Rose'un kendisinden çok hoşlanmadığını biliyordu, o yüzden düşünüp böyle bir şey yapması onu çok mutlu etmişti. "Teşekkür ederim Rose. Bunun beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin." Rose şaşkınlıkla baktı. "İsmimi biliyorsunuz leydim!" Elizabeth onun buna şaşırmasına şaşırdı. "Evet tabi ki biliyorum. Sen bize o kadar güzel yemekler yapılmasına yardımcı oluyorsun. İsminin bilinmesini de hak ediyorsun." Rose en başta Leydi Elizabeth'den hoşlanmıyordu, bu doğruydu. Ama şu an duydukları karşısında kendi duygularından utanarak mahcup oldu. Sonra da bu kadar güzel düşünen bir insan hakkında, bu kadar kötü şeyleri ima ederek konuştuğu için de kendi kendine sinirlendi. "Ah leydim, beni utandırıyorsunuz! Asıl ben teşekkür ederim. Hayatımda sizin kadar kibar ve düşünceli birini daha görmemiştim!" Heyecanlı sesi Elizabeth'i gülümsetti. "Tanıdıkça birbirimizi daha çok sevebilirdik ama, yakında, muhtemelen yarın ablamın klanına döneceğim. Ama hiçbirinizi unutmayacağım." Hüzünle iç geçirdiğinde Rose, leydiyi ayakta lafa tuttuğu için kendi kendine kızdı. "Leydim sizi ayakta tuttum, çok özür dilerim. Lütfen şimdi gitmeyi düşünmeyin. Önce dinlenmeye ihtiyacınız var. İzin verirseniz banyo yapmanıza yardımcı olayım." Elizabeth telaşla yanına gelen Rose'u kırmak istemeyerek konuştu. "Üzerimde korkunç bağcıklı ve katmanlı bir elbise olmadığı için çok zorlanacağımı düşünmüyorum. Ama teklifin için çok teşekkür ederim." Rose, leydinin üzerindeki Alec'in bol ve kanlı gömleği dikkatini çektiğinde nefesini korkuyla içine çekti. Nasıl fark etmezdi! "Leydim, kan! Hemen Eric'i çağırmalıyız. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Elizabeth onu sakinleştirmeye çalışarak kızın yanına yaklaştı ve ellerini tuttu. "Bu bana ait değil, sakin ol lütfen... Eric'i benim için değil ama Alec için çağırabilirsin. Endişelenecek bir şey yok, merak etme. Ben kan kaybı olmasın diye Alec'in göğsünü sarıp bağladım. O kendiliğinden gitmez belki ama, sen Eric'e söyle lütfen. Onun ısrarlarına dayanamayacağını düşünüyorum." Rose neşeyle kıkırdadı. "Tabi leydim, siz ne derseniz." Tam arkasını dönüp gidecekti ki, duraksayarak geri döndü. "Leydim, bana ihtiyacınız olmayacağından eminsiniz değil mi?" Elizabeth ona güven vermeye çalışarak gülümsedi. "Eminim, hadi sen benim dediğimi yap." Rose selam vererek dışarı çıktı. Elizabeth odada yalnız kaldığında iki gündür uzak kaldığı odayı incelemeye fırsatı oldu. Yatak muntazam bir şekilde toplanmış, yatağın tepesinden tüller açık balkon kapısından esen gecenin sert esintisiyle uçuşuyordu. Ürpererek balkon kapısına ilerlerdi ve açık olan kapıyı sıkıca kapattı. Perdeyi çekerek Alec'in kendisi için koydurttuğu aynalı masaya ilerledi. Kanlı gömleği üzerinden çıkartarak yere bıraktı. Sonra da pantolonunu çıkarıp, gömleğin yanına koydu. Sonra da at kuyruğu yaptığı saçlarını tokasından kurtardı. Geriye giderek aynada kombinezonundan başka bir şey kalmayan vücuduna baktı. Kirlilikten ve bakımsızlıktan keçeleşen saçları yer yer koyulaşmış ve kalıplaşmıştı. Gözlerini aşağı indirdiğinde kollarındaki ve bacaklarındaki morluklara baktı. Bazıları açık mora, bazılarıysa mordan yeşile dönmüştü. Üzüntüyle dudağını ısırdı ve yapmaktan korktuğu şeyi daha fazla geciktiremeyeceğini kabullendi. Kombinezonunun iplerini arkadan yavaş yavaş çözdü ve serbest kalan kumaş parçasını da diğer kıyafetlerin yanına bıraktı. Aynada gördükleri karşısında tuttuğu nefesini bırakarak dolu gözlerinden yaşların akmasına izin verdi. Ellerini ağzına kapatarak kanı kurumuş, dudağının yanındaki yarasını umursamadan ağzından kaçan hıçkırıkları ve sesleri bastırmaya çalıştı. Bütün vücudu gördükleri karşısında sarsılıyordu ve ağlamasına engel olamıyordu. Göğüslerinin alt kısmından başlayan siyahlık, kasıklarına kadar uzanıyor, açık renkli teninde bir leke gibi görünüyordu. Karnına aldığı darbelerin, vücudunda böylesine bir etki yaratacağını hiç düşünmemişti. Yaşadığı onca şey arasında vücudunun görünmeyen bu kısmının ağrılarını hissetmeye vakti bile olmamıştı. Küçük omuzları ağlamasının şiddetiyle sarsılıyor, bacakları kendisini taşımayı reddediyordu. Kendisini daha fazla görmeye dayanamayarak, Rose'un kendisi için hazırladığı suya girdi. Daha sonra ne yaptığını çok da bilmeden, özellikle adamın kendisine dokunduğu yerler olmak üzere, beceriksizce bütün vücudunu kızartana kadar ovaladı. Siyahlaşan karnının acımasını umursamadan orayı bile ovalamıştı. Keçeleşen saçlarının ise sertçe tarayarak sabunla bütün pisliğini akıttı. Bütün işinin bittiğini düşündüğünde gözlerinin yaşı hala durmamıştı. Üzerinden sular damlayan ıslak vücuduyla geniş küvetten çıktı. Aynalı masanın önündeki sandalyenin kenarına asılmış havluyu alarak üstüne sardı. Aynaya bakmadan yatağa doğru ilerledi ve tüllerin arasından muhtemelen Sophie'nin kendisi için koyduğu geceliği aldı. Yaşlı gözleriyle havluyu çıkartıp geceliği giydiğinde, kafası hırpalanmış bedeninden uzaklaştı. Acaba Sophie neredeydi? Çoktan yanına gelmiş olmalıydı. Ama eğer gelmediyse de, Elizabeth bunun için iyi bir sebebi olduğunu biliyordu. Düşüncelerinde kaybolmuşken kapının çalınmasıyla olduğu yerde sıçradı. Dışarıdan Rose'un sesini duyunca içi rahatlayarak, gelmesini söyledi. Rose peşinde birkaç tane kadınla içeri geldi ve çabuk hareketlerle onların su dolu küveti kovalarla boşaltmasını sağladı. Sonra dışarı çıktı ve onun peşinden iki kadın geldi. Küveti taşıyarak dışarı çıktıklarında, Rose elinde bir tepsiyle tekrar içeri girdi. "Leydim bunları yemeniz gerekiyor." Leydi Elizabeth'in itiraz etmek için hazırlanan ifadesini görünce konuşmasına hızla devam etti. "Ayrıca çok üzgünüm ama, yemeniz için ısrar etmek durumundayım. Efendim, siz yemeden buradan ayrılmamamı emretti." Elizabeth gözlerini kısarak sinirle baktı. "Senin efendin, benim efendim olmuyor ne yazık ki ve ben kimsenin emrini dinlemem. Benim kendi düşüncelerim var." Rose leydinin sinirlendiğini görünce biraz daha ılımlı konuşmaya çalıştı. "Leydim çok doğru söylüyorsunuz ama, zaten şu iki gün çok güç kaybettiniz. Kendiniz için lütfen biraz yemeye çalışın." Elizabeth'in karnı gurulduyordu ve inadıyla midesi şu an savaş veriyordu. En sonunda Alec yüzünden yemek yememenin saçma olacağını düşünerek masaya oturdu ve çok kısa bir sürede Rose'un arkadaşlığıyla dumanı tüten yemeği midesine indirdi. Hepsini bitirdiğinde şişen karnına dokundu. "Sanırım daha önce hiç bu kadar çok yemek yememiştim. Teşekkür ederim Rose." Rose da gülümseyerek yerinden kalktı. "Sizinle sohbet etmek çok güzeldi leydim. Asıl ben teşekkür ederim. Şimdi sizi yalnız bırakayım ki güzelce dinlenin." Elizabeth gülümseyerek başını salladı. Rose da iyi geceler dileyip odadan çıktı. Elizabeth sessizliğin yankılandığı odada yalnızlığıyla tekrar baş başa kalmıştı. Kafasından atmaya çalıştığı bedeninin yıpranmışlığı ve yorgunluğu tekrar kendini hissettirdiğinde yerinden kalkarak temiz çarşafların serildiği yatağa doğru ilerledi. Tülleri araladığında, gözünde Alec ile burada konuştukları, birbirlerine sarılmaları ve kendini onun kollarında sevgi dolu hissettiği anlar canlandı. Gözleri tekrar dolunca kendine sinirlendi. Her şeye ağlar olmuştu. Kendisini kalbinden gelerek sevemeyen bir adam için ne çok acı çekmişti. Kalbi ne kadar incinmiş ve yalnız hissetmişti. Elinin tersiyle gözünden akan yaşı sildi ve yatağa girmeden komodinin üzerindeki mumu üfleyerek söndürdü. Sonra yatağa geçerek üzerine kalın yorganını çekti. Gözlerini kapattı, yalnızlığını ve incinmişliğini düşünmemeye çalışarak elleriyle bütün vücuduna sarıldı.
Elizabeth banyo yapıp yemeğini yerken, Alec de duş almış ve Donald'ın zorlamalarıyla bir şeyler atıştırmıştı. Sonra Daniel'ın yanına gidecekken yolda Eric onu durdurmuş ve zorla odasına götürüp göğsünü sarmıştı. Kimin ona haber verdiğini asla söylememiş, üstüne de onu sorumsuz ve düşüncesiz olmakla suçlamıştı. Alec ondan başka türlü kurtulamayacağını bildiği için de sesini çıkarmadan işini yapmasını beklemişti. Eric'den kurtulduktan sonra da hemen Daniel'ın kaledeki odasına yöneldi. İçeri girdiğinde gördükleri karşısında önce şaşkınlıkla olduğu yerde kaldı. Sonra yavaşça gelen bir farkındalıkla sinir bütün bedenini ele geçirdi. Gür sesiyle odayı inletti. "Daniel!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...