Önceki bölümde...
Alec'in öldürücü bakışlarını üstünde herkesin dans ettiği orta alana ilerledi. Yavaş bir müzikti. Samuel ellerini beline yerleştirdi ve vücutlarını birbirlerine yaklaştıracak şekilde dans etmeye başladı. Elizabeth dansın o şekilde olduğunu biliyordu bilmesine ama Alec'in sinirli bakışlarını oradan hissediyordu. "Beni kırmadığınız için teşekkür ederim Leydim. McAlister lideri biraz sinirlidir. Sırf olay çıkmasın diye böyle yaptığınızı tahmin ediyorum ama gerçekten baş edemeyeceğim bir şey deği-" Kulağına eğilerek konuşan askerin sözü aniden bölünüp başka bir yere savrulduğunda Elizabeth neye uğradığını şaşırdı. "Alec ne yapıyorsun sen!"
Alec, Samuel'ı sertçe çekip itmişti. Samuel'ın eli kılıcına giderken Ian'ın sesi endişeyle olanları izleyen insanların hepsinin susmasına neden olacak şekilde yükseldi. "Samuel sakın denemeye bile kalkma!" Samuel hırsla önce Ian'a sonra Alec'e bakarak hızla salonu terk etti. Elizabeth'i çevreleyerek koruma altına alan Alec'in askerleri ise Samuel'ın gitmesiyle masalarına gittiler. Daha sonra Elizabeth sinirle masaya gitti ve oturdu. O sırada diğer insanlar da danslarına Ian'ın konuşmasından sonra devam ettiler. Amelia ise yaşananlar karşısında sinmişti. Gülümsemeye çalışarak çocuğa baktı ama Alec işini çok zorlaştırıyordu. "Ne yapmaya çalışıyorsun Elizabeth? Beni delirtmek mi senin derdin?" Elizabeth ayağa kalkarak Ian ve Jenny'e döndü. "Ben biraz hava alacağım müsaadenizle. Ameli- Amy'ciğim hemen geleceğim, sen Jenny'ye o güzel ormanımızdan bahsedebilirsin." Zoraki bir şekilde gülümsedi. "Tabi Elizabeth, eminim sana eşlik etmek isteyecek askerlerim vardır." Ian gerçekten şansını zorluyordu. "Lanet olsun Ian! Ona eşlik etmek isteyecek askerlerin yok! Ben ona eşlik edeceğim." Alec neden böyle davrandığını gerçekten bilmiyordu. Sinirle Elizabeth'in elinden tutup onu salonun kapısına daha sonra da kalenin avlusuna açılan kapıya doğru çekiştirirken de yaptıklarına asla anlam veremiyordu. En sonunda dışarı çıktıklarında ve kaledeki kalabalık onların sesini duyamayacak kadar uzaklaştıklarında Elizabeth elini kızgınlıkla Alec'ten kurtardı. Artık adamın davranışlarının dengesizliği hem canını yakıyor hem de sinirlerini çok bozuyordu. "Alec gerçekten sen ne yapıyorsun? Yaptıklarına şaşıramıyorum bile!" "Hava almak istediğini söylemiştin." Umursamazca omzunu silkerek konuşmuştu Alec. "Ahh beni çıldırtıyorsun! Yanındayken akıl sağlığımı korumakta çok zorlanıyorum. Sen benden ne istiyorsun? Bir an umursamaz görünüyorsun. Dur, bu yanlış oldu. Dünyada umursadığın ve önem verdiğin en son insan benmişim gibi davranıyorsun. İkimiz ve geleceğimiz hakkında söyleyebileceğin bütün olumsuz ve kötü şeyleri söylüyorsun. Bir anda da sırf askerlerden biriyle dans ettiğim için kıskançlık yaparak beni herkesin ortasından kaba bir şekilde buraya kadar sürüklüyorsun! Söyle Alec, söyle çünkü artık benden ne istediğini anlayamıyorum. Bugün yolculuğumuzda benimle hiç konuşmadın neredeyse ama sonra... sonra beni öptün. Geldiğimizde de hemen gitmek istedin. Şimdiyse bu kıskanç davranışları-" "Kıskançlık mı?" Alec sesini yükselterek Elizabeth'in sözünü kesti. "O kadar söylediğim şey arasından sadece buna mı takılıyorsun? Evet, kıskançlık dedim çünkü davranışlarının başka hiçbir açıklaması yok." Alec kızın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. "Elizabeth seni gerçekten kıskandığımı mı düşünüyorsun? Kendini benim gözümde seni kıskanacak kadar önemli mi görüyorsun? Sence, ben seni o kadar önemsiyor muyum? Sen, benim yapacağım yolculukta, James için eşlik etme zorunluluğum olan sıradan bir İngiliz'sin. Diğer kadınlardan hiçbir farkın yok." Elizabeth gözleri dolarak sanki biri onu çekmiş gibi bir adım geriye gitti. Elini havaya kaldırdı. Vuruşunun etkisiyle Alec'in kafası yana çevrildi. İçini derin derin çekerek Alec'in önünde ağlamamak için kendini tuttu. "Sen... Sen... Sana inanamıyorum... Bana bunları söylediğine inanamıyorum. Benden bu kadar mı nefret ettin?" diyerek Alec'e son bir kere daha bakmadan arkasını dönerek kalenin dışındaki kulübelere giden kapısına doğru koşmaya başladı. "Leydi Elizabeth?" Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle hızla silip başını kaldırdı. Alec'in askerleri karşısında durmuş kendisine bakıyordu. "İyi misiniz?" "Bir yeriniz mi acıyor?" "Bir şey mi oldu?" Hepsi ayrı ayrı bu soruları sorduğunda kendini kaybetmemek için çok çaba sarf etti. "İyiyim ben, bir şeyim yok. Siz neden buradasınız?" Hepsinin olanları gördüğünü adı gibi biliyordu. Onu utandırmamak için bir şey demiyorlardı. Daniel çekinerek konuştu. "Gitme vaktimiz geldi ve sizinle vedalaşmadan gidip arkamızdan kötü konuşmanızı istemedik." Elizabeth istemsizce gülümsedi ve aynı zamanda da askerlerle vedalaşacağı için derin bir üzüntü yaşadı. Haftalarca birliktelerdi ve Elizabeth hepsini de çok sevmişti. Kendine engel olmayarak hepsine tek tek sarıldı. Askerler de bir an afallasa bile onlar da sarılarak vedalaştılar. Elizabeth gözlerinden kayan hain gözyaşını silerek konuşmaya başladı. "Hepinize çok teşekkür ederim. Sizi hiç unutmayacağım. Bana bu yolculukta eşlik ettiğiniz için size minnettarım. Gerçi sizi zorunda bırakmış gibi oldum. Bir İngiliz vatandaşıyla yolculuk yapmak istemediğinizi çok iyi biliyorum. Ama yine de bana karşı düşünceliydiniz. Umarım bir daha karşılaşırız. Kendinize çok iyi bakın." "Hayır, biz sizinle yolculuk yapmaktan onur duyduk!" Dylan bunları söylerken gülümsüyordu. Elizabeth reverans yaparak onları selamladı. "Hoşça kalın centilmen askerler." Askerleri de geçerek karanlık gecede izlendiğinin farkında olmadan kalenin dışına doğru ilerledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Tarihi Kurguİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...