Bölüm 46

429 59 3
                                    

Hepinize merhabaa! 🤗 Çok yoğun bir hafta geçirdim ve inanın şimdi yeni bölümü yüklemeye fırsatım oldu. Bu hafta sonu benim gibi KPSS'ye girecek herkese başarılar dilerim. Umarım gönlümüzden geçen ve hayırlısı olan olur. 🙏🏻 Heyecanlı olunca böyle çok konuşuyorum işte. Mazur görün. 😅Elizabeth ve Alec'in ilişkisi nasıl bir hale bürünecek acaba? Yorumlara düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Hepinize iyi okumalar, iyi hafta sonlarııı! 💓


Önceki bölümde...

Alec kızın kolunu incitmeden tutarak gitmesini engelledi. Elindeki gömleği gösterdi. "Biliyorum çok temiz değil ama, en azından şimdilik sana yardımcı olur. İzin verir misin sana giydireyim?" Elizabeth adamın elinden gömleği aldı. "Teşekkür ederim, ben kendim giyerim. Ama bir daha ne olursa olsun yarana yapışan bir kıyafeti asla bu şekilde çıkarmamalısın." Kanlı gömleği üzerine geçirerek Alec'in cevabını bekledi. Alec ise başını sallamakla yetindi. "Efendim! Leydi Elizabeth! Aşağı gelmelisiniz hemen, sesler duyuyorum! Lütfen gelin!"

Jerry'nin telaşlı sesini ikisi de duymuştu. Alec, Elizabeth'den hızlı davranarak merdivenlere yöneldi. "Sakın aşağı inme! Jerry'yi yukarı göndereceğim." Elizabeth, onu dinlemenin şu an en doğru seçenek olduğunu bildiğinden yerinden kıpırdamadı. Jerry nefes nefese yukarı geldiğinde, Elizabeth eğilerek çocuğun seviyesine indi. "Ne oldu Jerry? Ne sesi duydun!" Çocuk soluğunu düzene sokabildiğinde konuşmaya başladı. "Bilmiyorum Elizabeth! Ben Blue'yla oynarken, o aniden kulaklarını böyle dikleştirdi." Ellerini başının üstüne götürerek anlattıklarını canlandırıyordu. "Sonra ben de insan sesleri duydum ve hemen size seslendim." Elizabeth çocuğun başını okşadı. "Alec'i yalnız bırakmamam gerekiyor Jerry. Pantolonunun cebinden küçük kamayı çıkarıp ayağa kalktı. "Elizabeth gitme lütfen! Blue, efendimize yardım eder." Elizabeth gülümseyerek çocuğun yanağını öptü. "Merak etme küçük beyefendi, seni hiç bırakmayacağım. Ama Alec'e destek olmam gerekiyor. Söz veriyorum, seni almak için geleceğim. Bize hiçbir şey olmayacak." Jerry ise kollarını kocaman açarak Elizabeth'e sarıldı. Elizabeth de ona sarıldıktan sonra hızlı ama sessiz adımlarla aşağı inerek Alec'in yanında durdu. Onun varlığını arkasında hisseden Alec, sinirle homurdandı. "Her zaman dediğimin tersini yapacaksan, keşke sana benimle gelmeni söyleseydim." Kılıcını hazır bir şekilde elinde tutuyor, saklandığı ağacın arkasında gelenlerin sayısını görmeyi bekliyordu. Elizabeth ise onun söylediklerini duymamış gibi yaparak gözlerini sarmaşıklara dikmişti. Saklandıkları ağacın üstündeki, burayı evleri yapmış olan renkli gagalı kuşlar ise onların kendi yuvalarında yarattıkları hareketlilikten rahatsız olmuşçasına kanatlarını açıp kapatıyorlardı. Elizabeth mahcup bakışlarını tekrar sarmaşıklara çevirdiğinde, Blue elini yaladı. "Güzel kızım benim! Sen olmasaydın ne yapardık!" Hayvanın gövdesini okşayarak başına bir öpücük kondurdu. Alec soru sorarcasına Elizabeth'e döndüğünde sarmaşıklar aralandı ve içeri bir asker grubu girdi. Elizabeth gergin bir şekilde doğrulup dudağını ısırdığında, Alec derin bir oh çekti. Çünkü gelen kendi askerleriydi! Gelenler düşman askerleri de olsa Alec onların hakkından gelirdi ama, yanında Elizabeth ve Jerry'nin olması onu endişelendirmişti. Alec büyük bir rahatlıkla gözlem ağacının arkasından çıktığında Elizabeth de yanında Blue ile onu takip etti ve tanıdığı askerlerin de o grubun içinde olduğunu görünce yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Elizabeth'i gören askerler sevinçle onun yanına toplandıklarında, kızın yüzündeki yaraları görünce üzüntüyle bakışlarını kaçırdılar. "Leydim, sizi gördüğüm için çok mutluyum!" Dylan ortamdaki garip havayı dağıtmak için gür sesiyle konuşmuştu. Elizabeth de gülümsedi. "Ben de daha fazla mutlu olamazdım Dylan!" Yanında duran Blue, yeni gelen askerlere hala tehditkar bir şekilde bakıyor ve hafif hafif hırlıyordu. Elizabeth onu sakinleştirmek istercesine başını okşarken, Alec askerlerinin yanına gitti ve onlara bir şeyler söylemeye başladı. "Jerry! Aşağı gel, gelenler arkadaşlarımız!" Jerry, Elizabeth'in ona seslendiğini henüz duyup, aşağı inmeye başlamışken, bir sevinç nidası sarmaşıkta yankılandı. "Jerry!" Flora sarmaşıkların arkasından çıkarak etrafa umutla baktığında Elizabeth şaşkınlıkla onun neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordu. Dylan, Alec'e sessizce fısıldadı. "Laird Ian, Peter'ı konuşturduktan sonra bir kısmımız onunla döndü. Leydi Jennifer'ı şüphelendirmek istemedi. Sonra giden askerlerden birkaçı atları getirdi ve kaleyi boş bırakmamak için geri döndü. Biz de kulübede onlarla buluştuk ve sonra sizin izinizi takip ettik. Flora'yı göndermeyi denedik ama, ısrarla bizle gelmek istediğini, yardımcı olabileceğini söyledi." Alec onaylayarak başını salladı. Gözleriyle açık alanda kardeşini arayan Flora, merdivenlerden inen Jerry'yi görünce gözlerinden yaşlar akarak ona doğru koştu. Jerry de çok uzun bir zaman geçtikten sonra ablasını görünce önce şaşırdı, ama sonra o da hızla Elizabeth'in yanından geçip Flora'ya koştu. Herkes donmuş onları izliyordu. "Ablacığım!" Çocuk da gözlerinden akan yaşlara engel olamamış, ablasının boynuna atlayarak onun kokusunu içine çekiyordu. Flora hıçkırıklar içerisinde kardeşine sarılırken bu anların gerçek olduğuna inanamıyordu. "Tanrı'ya şükür, sana tekrar kavuştum Jerry! Ah, seni nasıl özledim bir bilsen!" Elizabeth olanları kavrayıp, ikisine odaklanmıştı ve gözyaşlarına engel olamıyordu. Ağladığının kendisi de farkında değildi ama, gözyaşları bir sonbahar gününde hafif hafif yaprakları okşayan yağmur gibi yanaklarından aşağı süzülüyordu. Blue, farkında olmadan yumruk yaptığı ellerini başıyla dürtünce donup kaldığı andan kurtularak elinin tersiyle yanaklarını sildi. Alec'in kendisini uzaktan özlemle izliyor oluşundan habersiz arkasına dönerek sarmaşıkların dışına ilerliyordu ki Flora'nın ona seslenmesiyle duraksadı. "Leydim, lütfen bekleyin!" Jerry'yi orada bırakarak yanına geldi. "Ben, size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Siz olmasaydınız Jerry'im kurtulamazdı, biliyorum. Bense size neleri yaşatmak zorunda bıraktım..." Ağzından kaçan bir hıçkırıkla Elizabeth'in kaşlarını çatması bir oldu. "Anlayamadım Flora, seninle benim kaçırılmamın, yani Jerry ile kaçırılmamızın ne ilgisi var?" Elizabeth kafasında soru işaretleri ile kıza bakarken, Flora çaresizlikle bakışlarını Alec'e çevirdi. "Klana gidince konuşacağız ve karar vereceğim. Şimdi gidiyoruz!" Elizabeth tam bir şeyler söylemek için ağzını açacakken Jerry koşarak yanına geldi. "Elizabeth bak! Bu benim ablam Flora. O seni çok seviyor. Akşamları eve geldiğinde hep senden bahsediyor. Ben seni çok tanımıyordum ama, ablamın dediği gibi sen çok tatlıymışsın! Şimdi de Blue'yu eve götürmemiz için onu ikna etmeme yardım eder misin?" Mavi gözlerini kocaman açmış Elizabeth'e yalvaran gözlerle bakıyordu. Kafası karışan Elizabeth nereye odaklanacağını şaşırıp, öylece kalmışken, Jerry konuşmaya devam etti. "O çok akıllı ve bizi kötü adamlardan korudu, değil mi?" Elizabeth sonunda çocuğa odaklandığında, kendisi de Blue'yu burada bırakmak istemediğini fark etti. "Tabi ki Blue bizimle gelecek! Ama kendisi isterse elbette. Onu zorlayamayız, biliyorsun." Jerry düşünceli bir şekilde kurdun yanına yaklaştı. "Beni dinle Blue, bizimle gelirsen eğer sana çok güzel yemekler veremem, çünkü ablamla ikimizin yemekleri çok az oluyor. Ama sana çok güzel bir ev yapabiliriz. Lütfen bizimle gel!" Kalbi parçalanarak bu konuşulanları herkes gibi dinleyen Elizabeth, ilerleyerek çocuğun seviyesine inip, kurdun karşısına geçti. "Jerry doğru söylüyor. Sana çok güzel bir ev yaparız ve Jerry ile mutfakta pişirdiğimiz yemekleri birlikte yeriz." Hayvanla konuşur gibi yapıp, çocuğa iletmek istediği mesajın yerine ulaştığını, onun parlayan gözlerinden anladı. Sonra gülümseyerek ayağa kalktı. "Hadi Jerry gitmemiz gerekiyor artık. Blue gelmek isterse bizimle gelecektir zaten." Jerry başını sallayarak umutla kurdun başını okşadı ve koşarak, ilerleyen Elizabeth'in elini tuttu. Flora gözleri dolarak kardeşinin yanından uzaklaşmasını izlediğinde Dylan, Flora'nın yanından geçerken sessizce konuştu. "Kolay şeyler yaşamadılar ve hep birlikteydiler. Ona zaman tanı." Sonra o da diğerleri gibi ilerledi ve sarmaşıkların arasından geçerek açık alandan çıktı. Alec yaşananları sessiz bir şekilde izledikten sonra, hayatını değiştiren kulübeye veda etmek istercesine son bir kez baktı. Bir daha karşılaşmamayı umarak diğerlerinin arkasından giderek ilerledi. Elizabeth ise bambaşka şeyler düşünüyordu. Bu yabancı topraklara adım attığında, yaşayacağına ihtimal dahi vermediği korkunç şeyler yaşamış, kaçırılmış, hırpalanmış ve en kötüsü kalbini onu sevmeyen bir adama kaptırmıştı. Bu kötü olayların en güzel yanı ise, iki tane çocuğun hayatına dokunmuş, onları yaşayacakları korkunç gelecekten kurtarmıştı. Güzel Amelia'sı ve şimdi kıvırcık, siyah saçlarını okşamaya doyamadığı Jerry... Hayatının en kötü anlarını, aynı zamanda da kurtuluş sevincini doruklarında yaşadığı bu ağaç evi bir daha görmek istemiyordu. Yıkanamamıştı ve hala o tiksinç adamın öpüşlerini vücudunda hissedebiliyordu. O anlar aklına gelince elleri titremeye başladı ve gözyaşları gözlerini doldurdu. "Elizabeth?" Kurtarıcısı ve kalbinin kırıklığının baş rolünün sesini duyduğunda kafasını ona çevirdi. Dolu gözlerinin arkasında bulanık şekilde görünen Alec ise, Jerry'nin dikkatini dağıtarak ablasının yanına yönelmesini sağladı. Başının arkasından Blue'nun gelip gelmediğini kontrol eden çocuk ise, Elizabeth'in içinde bulunduğu durumu fark etmeden ablasının Dylan'la bindiği ata doğru yaklaştı. Alec, Jerry'yi gönderdikten sonra, Elizabeth'e dokunmaktan çekinerek yanında durdu. "Yeterli sayıda atımız yok. Hades'e benimle binmek zorundasın." Söylemek istedikleri bunlar değildi ama, ağzından bir anda çıkmıştı. 'Sana deliler gibi aşığım ve senin ağlaman kalbime hançerlerin saplanmasıyla eş değer.' İçinden geçenleri yutup, kızın yüzüne bir tepki aramak istercesine baktı. Elizabeth ise aklına bir anda kötü bir şey gelmiş gibi, gözlerine dolan yaşları serbest bıraktı. "Ah yüce Tanrı'm, ne kadar kötü bir insanım! Kendi telaşımdan Daisy'yi soramadım. Lütfen bana onu bulduğunuzu ve iyi olduğunu söyle." Alec onun yaşadığı onca şeye rağmen hala atı sorması ve ağlaması üzerine aklına Matthew'le konuşması geldi. Yaşlı seyis, Elizabeth'in merhametini ve kalbinin güzelliğini annesine benzetmişti. O an anlam veremediği, ama şimdi adamın her kelimesinde haklı olduğunu anladığı cümleler kafasında yankılandı. Kadının hüzünlü ve üzgün bal rengi gözlerine baktığında kendine lanetler yağdırarak, onun gibi nadir bulunan bir dağ çiçeğini nasıl bu kadar üzebildiğini ve bu yaşadıklarına sebep olabildiğini düşündü. Ona cevap vermeden hırsla tekrar sarmaşıkların arasından geçti. Lanet olası herifi, orada ölümüne vahşi hayvanların yavaş bir şekilde sebep olması için bırakmayı tercih etmişti ama bunu yapmayacaktı. Ölümü kendisinin ellerinden olacaktı. Onu bağladığı ağacın yanına gelerek kılıcını çıkartı. Kılıcın kınından çıkan keskin sesini duyan yarı baygın adam gözlerini açarak, karşısındaki herkesin korkulu rüyası olan lidere baktı. "Kimin için çalışıyorsun!" Gürleyen, sinirli sesi, aman vermez ve keskin bir şekilde alanda yankılandığında Dylan da peşinden gelerek yanına yaklaştı. "Efendim?" Alec'in ateş saçan gözleri karşısındaki adamdan başkasını görmüyor, kulakları kimseyi duymuyordu. Yüzü kandan belli olmayan Devin ise, kurtuluş umudu gibi görünen Dylan'a bakıyordu. Merhamet beklentisiyle Dylan'dan cevap alamayınca, gözlerini tekrar McAlister liderine çevirdi. "B-beni affedin, lütfen ben bir anlık duygularıma yenildim. Ne isterseniz yaparım!" Alec boşta kalan elini adamın saçlarına götürerek kafasını sertçe arkasındaki ağaca vurdu. "Kimin için çalışıyorsun dedim sana! Yoksa o leş dilini kopartacağım." Alec bunu Dylan'ın bildiğini ve Ian'ın Peter'ı konuşturarak öğrendiğini biliyordu. Ama kendisi, bu adamın ağzından duyacaktı. McAlister liderinin şakasının olmadığını kafasına yediği korkunç bir darbeyle anlayan ve korkudan bütün vücudu baştan aşağı titreyen Devin, liderin istediğini verirse kurtuluş umudunun olacağını düşünerek çalıştığı adamı ele verdi. "Joseph Campbell." Alec bu ismi duyunca önce bir duraksadı. Canını en derinden yakacak kadar tanıdık olan bu soyadı şimdi duymak, öfkesini ateşle harlanan şömine gibi alevlendirdi ve hiddetle bakan gözleri adamı öldürürcesine üzerine dikildi. Devin liderin bu değişen ruh halinden korkarak dizlerini kendisine çekiyor ve geri gidemeyeceğini bile bile kendini ondan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Dylan ise liderinin öğrendiklerinden sonra onu tutmak için hiçbir sebep kalmadığını bilerek sessizce geride durdu. Alec tek kelime etmeden ağacın diğer tarafına ilerledi ve kılıcıyla önce adamın arkadan bağlı olan ellerini bileklerinden ayırdı. Sonra tekrar adamın önüne geldi. "Bu, lanet ellerinle benim kadınıma dokunduğun için!" Acı inlemesi bütün ormandan duyulacak kadar şiddetli şekilde yankılandığında, Devin inanamaz gözlerle, iplerden kurtulan bileklerini önüne aldı, akan kana bakarak şoka girmişti. İnlemesi ve bağırması durmayan, şoka girmiş adamın yüzüne bakarak korkunç bir hiddetle gülümsedi. "Bu da yakında eceli olacağım, kanı bozuk liderin için!" Kılıcını kıvrak bir hareketle adamın boynuna yanlamasına geçirerek, başını boynundan ayırdı. Yüzüne sıçrayan kanı elinin tersiyle sildi ve kanlı kılıcıyla adamın kopmuş kafasının yanındaki toprak zemini delerek, büyük harflerle 'McAlister' yazarak bir daha arkasına bakmadan oradan ayrıldı.

Elizabeth, Daisy ile ilgili duygularını dile getirdiğinde, önce, Alec'in birden çıkıp gitmesine bir anlam verememişti. Daha sonra ise onun bu tarz duygusallıklara tahammülünün olmadığını ve sıkılıp gittiğine karar verdi. Duygularını bu şekilde ona yansıttığı için kendine kızdığı anda sarmaşıkların arkasından bir çığlık yükseldi. Ellerini kalbine götürerek, atışını yumuşatmaya çalıştığında, istemsizce sarmaşıklara doğru ilerledi. Crispin önüne geçerek onu durduğunda, ellerinin titremesi şiddetlenmişti. "Leydim, gitmeseniz daha iyi olur." Elizabeth konuşmadan gözlerini dikmiş, gitmek istediği yere bakıyorken Alec'i gördü. Göğsüne bağladığı kumaşta ve göğsünün geri kalanında fazlaca kanı gördüğünde korkuyla gözleri büyüdü. Ona bir şey olduğu düşüncesi kalbini sekteye uğrattı ve gözleri kayarak yere doğru düşmeye başladığında ağzından çıkan kelime fısıltıyla ormanın derinliklerinde kayboldu. "Alec..."

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin