Önceki bölümde...
Bu kötü hatırayı kafasından atmak için iyi şeyler düşünmeye çalıştı. Babası hak ettiğini yaşatmıştı o kadına. Bir daha hiç iş bulamamasını sağlamıştı. En azından onun yüzünden başka küçük çocuklar Elizabeth gibi asla şiddete maruz kalmayacaktı ve yaşına göre şeyler yapacaktı. Ayrıca Alec, Victoria değildi sonuçta. Onu bilerek, isteyerek üzmezdi değil mi? Onun için endişelendiği için böyle yapmıştı. Korkmuştu. Ya da Elizabeth gerçekten Alec'in böyle düşündüğünü düşünmek istiyordu.
"Tanrı aşkına Elizabeth, şimdi nereye gidiyorsun?" Kolundan tutarak kızı kendine çevirdi. Elizabeth sinirle iç geçirdi. "Sen Alec McAlister! Bana bir daha asla bağırmayacaksın. Bana bağırılmasından hiç hoşlanmıyorum ve hayatım boyunca buna sadece bir kere izin vermek zorunda kaldım. Başka hiç kimse de ikinci olmayacak." Gözlerini hiç kaçırmadan adamın gözlerine dikti. "Kolumu hemen bırakmanı istiyorum. Ayağımdan sonra birde kolum için acı çekmek istemiyorum." Alec afallayarak elini çekti. "Ben... Senin canını yakmak istemedim. Biri sana zarar verdi sandım." Asla özür dilemiyordu ama Elizabeth gözlerinden bunu anlıyordu. Bu da onun için yeterliydi. En azından çabalıyordu. Bütün kötü anıları kafasından silmeye yetti Alec'in bu masum çabası. "Tamam, seni affediyorum koca dev. Hadi gidelim artık, karnım çok acıktı." Ve sonra neşeyle kamp alanına dönüş yoluna doğru ilerledi. O giderken arkadan Alec'in homurdanmasını umursamamaya karar verdi. "Ben senden özür dilemedim."
Aradan saatler geçmiş, kahvaltılarını etmişler ve yola çıkalı saatler olmuştu. Leonard'ı Elizabeth'e fark ettirmeden kenara çekmiş ve hak ettiği konuşmayı yapmıştı. Lanet adam tuvaletini yapacak zamanı bulmuştu. Askerlerinin hepsini bu konu hakkında sert bir şekilde uyarmıştı. Şu yolculuk bitene kadar herkes çok dikkatli olacaktı. Aksi bir durumda yaşanacak olayların sorumluluğunu taşıyacak olan kendisiydi. Evet, bu gün çok korkmuştu. Ama tamamen James'e karşı hissettiği sorumluluktu. Daha fazlası değildi. Daha fazlası olmadığına kendisini ikna etmişti. O bunları düşünürken, kendini hatırlatırcasına atının önünde kendisine yaslanarak uyuyan Elizabeth kıpırdandı ve başını Alec'in boynuna doğru uzatıp iç çekti. Kız yolculuğun sonuna kadar onun dirayetinin sınırını her daim zorlayacaktı. Bu belliydi. Bu kızla ne yapacaktı? Bu güne kadar kimsenin ona yapmaya dahi cesaret edemeyeceği şeyleri Elizabeth yapmıştı. Onu delirtiyordu. Bazen onu delicesine öpmek istiyordu. Bazen de yanından hemen uzaklaşıp bir daha karşılaşmamak. Neyse ki yeni yolculuk planlarıyla süreyi epey kısaltmıştı. Yolculuk bittiğinde, Elizabeth'den uzaklaştığında bu karmaşık hislerinin yok olacağını biliyordu. Tanrı aşkına uzun zamandır hayatında bir kadın yoktu ve bazı ihtiyaçlarının, altı erkek tek kadınla yaptıkları yolculukta, hele ki o kadınla aynı atı ve çadırı paylaşıyorsa ortaya çıkıp kafasını karıştırması çok normaldi değil mi? Yapması gereken tek şey kızla gerektiğinden fazla ilgilenmemekti. Bunu sürekli unutuyordu ve kendisine sürekli hatırlatacağına dair söz verdi.
Elizabeth bu sefer gözlerini açtığında gökyüzü zifiri karanlıktı ve hala yola devam ediyorlardı. Uykusuna bu kadar düşkün biri değildi fakat gün boyu at üstünde olmak onu çok yoruyordu. Ayakları öyle uyuşmuştu ki burkulan ayağını bile hissetmiyordu. Kafasını kaldırıp Alec'e bakmasıyla, acıyla inlemesi bir oldu. Kafasını Alec'in çenesine çarpmıştı. Sanki çarptığı çene değil de kocaman bir taştı. Acıyla kafasını ovuşturdu. Nasıl olmuştu da Alec'in çenesine çarpacak konuma gelmişti? Yavaşça doğruldu. Alec'e bakmasıyla onun gülmemek için kendini zor tuttuğunu gördü. Kaşlarını çatarak ona baktı. "Komik bir şey mi var?" Alec omuzlarını silkti. "Yook, aklıma komik bir şey geldi de... Sürekli bir yerlere çarpan sakar biri hakkında." Gülümsüyordu. Alec'in gözlerine baktı ve hemen kafasını çevirdi. Ne diye onu bu kadar etkiliyordu ki? Sıradan bir adamdı o. Hem de Elizabeth'e göre korkunç derecede kaba olan bir adam. Sadece yolculuk bitene kadar sabretmesi gerekiyordu.
Alec elini havaya kaldırarak askerlere durma emrini verdi. Atından inerek ellerini yukarı doğru uzattı. Elizabeth'in belini kavradı ve kız da ellerini onun omuzlarına koydu. Alec onu aşağı indirirken vücutları birbirine değdi ve kızı aşağı indirdiğinde, belindeki elini çekmek istemedi. Kendini zorlayarak, kızın tek başına ayakta durabildiğinden emin olduğu zaman yavaşça ellerini çekti. "İyi misin Elizabeth? Ayağın nasıl?" Kız minnetle Alec'e baktı. Ondan böyle bir incelik beklemiyordu açıkçası. "Teşekkür ederim. Zonkluyor ve sanırım biraz morarmış ama ölmeyeceğim. Yolculuk boyunca da başını ağrıtacağımdan emin olabilirsin." Kız neşeyle gülümseyerek kendisine bakıyordu. Alec de elinde olmadan gülümsedi. "Alec?" Daniel seslenmişti. "Kampı buraya mı kuruyoruz?" Bu soru onu kendine getirdi. Ne yapıyordu Elizabeth'le atın başında sohbet ederek? Daniel'a döndü. "Kurun." Bu Elizabeth'in uzun bir süre boyunca Alec'ten duyacağı son şey olacaktı.
Hava gittikçe soğumaya başlamış, nöbetçi olan Dylan dışında diğer askerler ve Elizabeth çadırlarına çekilmişlerdi. Akşam yemeklerini yerken de, şimdi herkes çadırlarına geçtiğinde de Alec ortalarda yoktu. Askerlerle Alec olmadan yemek yemek de sandığı kadar korkunç olmamıştı. Askerler ondan eskisi kadar nefret etmiyor gibilerdi. En azından sohbet etme çabasına karşılık veriyorlardı. Elizabeth konuşmayı çok seviyordu ve şu an bu devler dışında sohbet edeceği kimse yoktu. Ama şimdi yalnız başına, çadırda bu soğuk havada postların altında ısınmaya çalışıyorken, -bu sefer elbisesini çıkarmamıştı tabi ki- yanında kimsenin olmaması canını sıkıyordu. Kabul ediyordu en başında yalnız kalmayı bekliyor ve istiyordu. Fakat şimdi ise, dün geceden sonra kendine itiraf etmek istemese de yanında Alec'i arıyordu. Kendi kendini ormanda tek başına kalmak onu rahatsız ettiği için böyle hissettiğine inandırmak istiyordu. Uzun süre birlikte vakit geçirdikleri için böyleydi. Onun etrafta olmasına alıştığı için böyleydi. Daniel'a Alec'in nerde olduğunu sorduğunda, ona endişelenmemesini söylemişti. Endişelenmiyordu ki, sadece merak ediyordu. Daniel'ın da bunu anlamasını sağlamıştı. Artık uyuması gerekiyordu. Daha fazla Alec'i düşünmeyecekti. Gözlerini kapattı ve uyumaya çalışmaya karar verdi. Tam o sırada ise yine çadırının girişinde sesler duydu. Eli hemen yanında duran kamasına gitti. Çadırın girişi aralanıp, Alec'in içeri girdiğini görünce hemen gözlerini kapattı. Adamın yanına uzandığını hissetti. Heyecanla bir sonraki hamlesini bekledi. Ama hiçbir şey olmadı. Gözlerini açtığında, kendisine arkasını dönüp yattığını gördü. Yaşadığı hayal kırıklığı ve üzüntüyle ellerini kendine sardı ve gözlerini tekrar yumdu.
Alec biraz uzaklaşma ihtiyacı hissetmişti. Elizabeth onu serseme çeviriyordu. Kızın ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu. İşin kötüsü kendisinin de ne yapacağını tahmin edemiyordu artık. Bu da onu deli ediyordu. Asla yapmayacağı şeyleri yapıyordu. Ormanda yürüyüş, uzun süre at üstünde durduktan sonra iyi gelmişti. Kızdan uzaklaşmak iyi gelmişti. Soğuk hava da onu etkilememişti. Vücudu böyle sert ve soğuk havalara alışkındı. Elizabeth'in vücudunun tersine. Acaba dün geceki gibi üşüyor muydu? Rahat mıydı? Biraz ısınmaya ihtiyacı var mıydı? Kendine hakim olarak arkasını dönmedi. O kadar çok üşüse titrerdi herhalde değil mi? Mesafesini korumalıydı. Gözlerini kapattı ve kafasını onu çeldirecek düşüncelere kapattı.
Günler günleri takip etti ve yolculuklarının neredeyse yarısından fazlasını tamamlamışlardı. Alec o geceden sonra Elizabeth'e hep mesafeli davranmıştı. Ne kadar sohbet etmeye çalışırsa çalışsın hep kısa cevaplarla onu yanıtlamış ve yanında beş dakikadan fazla bulunmamıştı. Bu Elizabeth'in kalbini kırıyordu çünkü onunla konuşmaması için Alec'i kıracak bir şey yapmamıştı. Ne kadar çabalasa da Alec bir yerde hep kestirip atıyordu konuşmayı. Bunun sebebini bile sormuştu açık açık. Alec ise kafasının böyle gereksiz ayrıntıları düşünemeyecek kadar dolu olduğunu söylemişti. Bilerek yapıyordu bunu. Bilerek canını yakmak için yapıyordu. Elizabeth onunla konuşmasın diye. Artık çabalamaktan ve üzülmekten sıkılmıştı. Kendisi bilirdi. Yolculuklarını eğlenceli hale getirmek istemişti sadece. Bu tavrını da hiç hak etmemişti. O da umursamamaya çalışacaktı. Çünkü hassas kalbi ancak bunun için çalışabilirdi. Bu sırada askerler de Alec'in tam tersi bir şekilde ona daha yakın davranıyorlardı. Hazırladığı kahvaltılar ve öğle yemekleri için teşekkür bile etmeye başlamışlardı. Yemeklerde sohbet ediyorlardı ve biraz da olsa Elizabeth'in kafasını dağıtıyordu. Tek tesellisi ablasına kavuşmasına çok az kaldığını öğrenmesiydi. Alec'in somurtkan ve huysuz tavırlarının canı cehenneme! Yakında kendisinden kurtulacaktı. Bunun için kutlama yapabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...