Merhabalar! 🐥 Bir cuma gününde daha birlikteyiz. Size güzel güzel haberler vereceğim bir bölüm olmayacak gibi duruyor. Ama kim bilebilir ki? 🤷🏻♀️ Sizi yanıltmayı da seviyorum biliyorsunuz. Sadece sonun başlangıcındayız diyebilirim. 🙊 Karakterlerimiz bir önceki bölümde yaşayacakları olaylara hazırlanırken bakalım şimdi nelerle karşılaşacaklar? 🤭 Hepinize iyi okumalar diliyorum! Haftaya görüşmek üzere! 🦋
Önceki bölümde...
"Sophie, ben..." Sophie eliyle Daniel'ın ağzını kapatıp konuşmasını engelledi. "Bugün değil Daniel, bugün değil. Bugün sadece mutlu olmak istiyorum. Benimle ilgilenmediğini biliyorum. Benden hoşlanmadığını da biliyorum." Daniel kaşlarını çattığında Sophie onun konuşmaması için tekrar başını salladı. "Sadece sana bir kere sarılmak istiyorum. Sarılabilir miyim?" Daniel başını sallayarak kollarını açtı. Sophie parmak uçlarında havaya kalkarak kollarını Daniel'ın omuzlarına sardı. Daniel da kollarını Sophie'nin beline dolayarak onun güzel saçlarını kokladı. Bu eşsiz bir histi. Karşılığında hiçbir şeye değişmeyeceği çok güzel bir his... Ne yazık ki her güzel şey gibi bu anın da sonu geldi. Ne kadar öyle kaldıklarını bilmeden koridorun başından gelen adım sesleri ikisini de kendisine getirdi. Sophie hızla geri çekildi. Buruk bir şekilde gülümseyerek Daniel'a baktı. "Teşekkür ederim." Daniel'ın konuşmasına izin vermedi. "Hayır, lütfen bir şey söyleme. Bu gece böyle, bu hislerle kalsın. İyi geceler..." Daniel'ın anlayamadığı bir hızla kapıyı açıp içeri girdi ve kapıyı kapattı. Daniel kapının önünde Sophie'nin hayaline bakakaldığında kaderine ve geçmişine lanet ederek bir küfür savurdu.
Elizabeth ve Alec kapanan kapının ardından salonda yalnız kalmışlardı. Saatlerdir birliktelerdi ama doğru düzgün tek kelime bile konuşamamışlardı. Konuşamadan sadece birbirlerine uzaktan uzağa bakmış ve gülümsemekle yetinmişlerdi. Şimdi Gillian sayesinde baş başa kalmışlardı ve bu durum onları çok mutlu etmişti. Elizabeth aralarında olanları anne ve babasının hissedip tahmin ettiğini adı gibi biliyordu. Ama onlar da şimdilik susma kararı almışları ki hiçbir şey söylemiyorlardı. Gerçi babası bakışlarıyla yeterince şey anlatıyor gibiydi. Elizabeth babasını daha önce hiç böyle huzursuz ve huysuz görmemişti. Bu huysuzluk da sevimli geliyordu. Babası son yaşanılan olaylardan ötürü hala sinirliydi ve ona hak vermemek de mümkün değildi. Ama yaşanılanlar geri alınmazdı. Aynı Elizabeth ve Alec'in arasında olanların yok sayılamayacağı gibi... İkisinin zor da olsa birbirlerinde buldukları şey eşsiz ve tarifsizdi. İkisinin de hayatında başka insanlar olmuştu. Ama ikisine de hiçbiri böyle hissettirememişti. Bakışları birbirine dokunduğun kalplerine dolan bu sıcaklığı başka insanlarda bulmalarına imkan yoktu. Böyle bir niyetleri de yoktu. Alec bu duygu yoğunluğu ve içkinin etkisiyle aralarındaki boşluğu kapattı. Elini Elizabeth'in kırmızılaşmış yanaklarında gezdirdi. "Seni özledim." Elizabeth'in şöminenin ışığında kızaran yanakları biraz daha kırmızılaştı. "Ben de seni özledim." Bu cümleden sonra kaşları endişeyle çatıldığında Alec konuştu. "Seni rahatsız eden bir şey mi var?" Elizabeth gözlerini kaçırdı. "Alec yakında bir savaş olacağını biliyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Bunun başka bir yolu olamaz mı?" Alec onun çenesinden tutarak kendisine bakmasını sağladı. "Sevgilim endişelenmeni gerektirecek hiçbir şey yok. Biz planımızı yaptık. Bu işi bitireceğiz. Bitirmezsek ileride daha büyük sorunlar yaratacak. Ayrıca sana zarar vermeye çalışan tek bir canlı hayatta kalmayacak. Bizim bölgemizde iler böyle yürür. İntikamımı alacağım!" Az önce gözleri şefkat ve aşkla bakan adam gitmiş, gözleri alev alev parlayan bir adam gelmişti. Elizabeth onun bu halini ürkütücü buluyordu. Bir anda bu şekilde değişmesi onun geçmişinden nasıl etkilendiğini gösteriyordu. Elizabeth huzurlu ve sakin bir evde, anne, baba ve ablasıyla birlikte sevgiyle büyümüştü. Alec ve Sophie ise bundan mahrum kalmışlardı. Özellikle de Sophie etkilenmişti bu durumdan. Ama genç bir yaşta kimse kendisine güvenmezken casus dolu bir klanı idare etme ve kardeşini de bütün bunlardan koruma görevi üzerine kalmış olan Alec için ise durum bambaşka bir zorluğa sahip olmuştu. Elizabeth onun acılarını dindirmek istercesine ellerini onun boynuna dolayarak parmak ucunda yükseldi ve sarıldı. "Her zaman yanında olacağım Alec McAlister." Alec ise hayatının büyük çoğunluğu boyunca alışkın olmadığı bu sevgi gösterisi karşısında bir an afallasa da aşık olduğu kadını belinden sararak kendisine bastırdı. Boynunun güzel kokusunu içine çekti. "Ben de her zaman senin yanında olacağım. Seni hiç bırakmayacağım. Sana söz veriyorum Elizabeth Lawrence." Sonra kafasını geri çekerek burnunu Elizabeth'in burnuna dayadı. "Seni çok seviyorum." Elizabeth bu yoğun cümlenin verdiği inanaılmaz hafiflikle cesaretini topladı ve dudaklarını Alec'in dudaklarına bastırdı. Çok masum ve minik bir öpücüktü bu. Ama Alec'i canlandırmak için yeterliydi. Elizabeth'in uzaklaşmasına izin vermeden belindeki baskıyı arttırdı ve öpüşünü derinleştirdi. Bir elini Elizabeth'in saçlarının altına yerleştirerek karşılık vermesi için onu kışkırtmaya devam etti. Gittikçe sertleşen bu öpücüğe Elizabeth de karşı koyamadan minik minik karşılık vermeye başlayınca Alec biraz daha hırçınlaştı. Eli yavaşça Elizabeth'in kalçasına indi ve onu kendine bastırdı. Bu hamle karşısında hissettiği sertlikle Elizabeth'in ağzından bir şaşkınlık nidası çıktı. Alec de onun şaşırması karşısında gülerek içinde bulunduğu durumu unutup durdu. Elizabeth sinirle onun göğsüne vurdu. "Niye gülüyorsun Tanrı aşkına!" Alec'in yüzündeki gülümseme genişledi. "Hadi ama güzelim, verdiğin tepki komikti." Elizabeth kaşlarını çattı. "Benim hissettiğim garipliği sen de hissetseydin ne tepki verirdin çok merak ediyorum!" Alec'in elinden kurtulup kapıya yöneldiğinde birden kendini havada buldu. Alec arkasından hızla gelerek onu kucağına almıştı. "Bir şey demiyorum tamam. Hadi gidelim!" Bunu söylerken gülmeye devam ediyordu. "Hemen beni aşağı indir seni koca ayı!" Alec bir kahkaha patlatarak kapıyı tek eliyle açtı. "Domuz, kurbağa ve ayı... Bu hakaretlerin için seni kalemde alıkoyabileceğimi biliyor muydun sevgilim? Üstelik bu çok da hoşuma giderdi. En özel odamda seni kilit altında tutabilirdim..." Elizabeth tekrar onun göğsüne vurdu. "Hemen sesini alçalt biri duyacak!" Hem konuşuyor hem de gidiyorlardı. Alec merdivenin son adımını attığında koridorda Elizabeth'in odasının olduğu yöne doğru döndü. "Beni bir kere öpersen sesimi pekala alçaltabilirim hanımefendi." Onun gözlerindeki şaşkınlık Alec'in gülümsemesini daha da genişletti. "Yoksa az önceki şaşkınlığının sebebini sana açıklamak beni çok mutlu edecektir." Elizabeth hızla başını olumsuz şekilde salladı. "Hayır istemiyorum!" Etrafına bakarak dudaklarını ürkekçe Alec'in dudaklarına kondurdu ve hemen geri çekildi. "Hadi indir beni artık! Birileri görecek!" Alec gülerek onu indirdiğinde odaya yaklaşmışlardı. Elizabeth'in uzaklaşmasına izin vermeden elini yakaladı ve dudaklarına götürüp öptü. "Beni kızdırsan da seni seviyorum McAlister. Ve bunun için çok şanslısın. Çünkü ben sinirlenince korkunç bir insan olurum." Alec onun elini tutarak yürümeye devam etti. "Senin her halini görmek için sabırsızlanıyorum." Bu cümle Elizabeth'in içini titretse de cevap veremedi ve elini Alec'in elinden çeviklikle çekti. Çünkü odanın önüne gelmişlerdi ve kapının önünde babasının ve Alec'in birer askeri bekliyordu. Yan odanın kapısında da Daniel bekliyordu. "Bu kadarına gerek var mıydı gerçekten? Hepiniz kaledesiniz. Askerler de dinlenirdi hem." Alec'e yaklaşarak fısıldadı. "Babam sabah senin askerinin neden burada beklediğini sorgulayacaktır Alec. Lütfen askerini geri çek." Alec onu duymamış gibi yaptı. "Yarın görüşürüz sevgilim. Bu gece yanında olamayacağım. Ama emin ol çok az kaldı. Bu bensiz geçireceğin sayılı gecelerden..." Elizabeth gözlerini devirdi. "Teşekkürler beni dinlediğin için..." Kapısının önündeki askerlere selam vererek odasına girdi ve Alec'e gülümseyerek kapıyı kapattı.
Alec, Elizabeth odasına girince Daniel'ın yanına ilerledi. "Çok yorgunum ve bir o kadar da mutluyum. Bugün seninle konuşmayacağım. Ama kardeşimin duygularıyla oynamayacaksın Daniel. Bunu affetmeyeceğimi çok iyi biliyorsun. Senin ilerisi için ne planladığını biliyorum. O yüzden sakın olmayacak şeyler için Sophie'ye ümit verme. O üzülürse ben de seni üzerim." Bu uyaran cümleyi söyledikten sonra kumandanının cevabını beklemeden ilerleyerek uzaklaştı ve odasına yöneldi.
Ian ve Jennifer odalarının kapısının sertçe vurulmasıyla sıçrayarak uyandılar. Connor da ses yüzünden ağladığında Jennifer kendini toparlayarak hemen oğlunun yanına gitti. Aynı sırada Ian da kılıcını baş ucundan alarak sinirle kapıya doğru ilerledi. Kapıyı hışımla açtı. "Gecenin bu vakti ne yaptığın-" Kumandanı Brandon'un rengi beyazlamıştı. "Efendim, Laird Alec'i aramanız için gönderdiğiniz ekip geri döndü. Biz onlara güzel haberi verecektik fakat onlar bizi dinleyemeden kendi haberlerini verdiler. Buraya ve McAlister klanına yönelen atlı kalabalık askerler varmış. Hepsi de savaşa gidiyormuş gibi kuşanmışlar. Ekibimiz askerleri gizlice belli bir süre takip etmişler. Yöneldikleri yolu fark edince hızla kaleye gelmişler. Bir kısmı da McAlister kalesine haber vermeye gitmiş. Hazırlanmamız gerekiyor efendim!" Ian duydukları karşısında bir anlığına afallasa da hemen kendini toparladı. "Hemen Alec ve James'i uyandırın. Leydileri güvenli odalara götüreceğiz. Bu sefer odaların hem içinde hem de dışında askerler bekleyecek. İçeride beş dışarıda beş asker. Önce onların güvenliği sağlanacak. Aynı zamanda kalenin dışındaki köylüleri de kaldırın hepsi kalenin içine gelecek. İçeride korunmuş olurlar ve biz sadece kalemizi savunmakla ilgilenebiliriz. Sonra mutfak çalışanları hemen tencerelerde yağları kızdırmaya başlasınlar. Alex ve sen askerleri kalenin içinde ve dışında konuşlandırın. Dışarıdakiler kalenin etrafını çevirerek yer alsınlar. Ben zaten gelip kontrol edeceğim. Okçular da surlarda dizilsinler. Yağlar kızdırılınca aralıklarla başında biri duracak şekilde okçuların yanında dizilsinler. Sen şimdilik bunları hallet. Ben gelince geri kalanını anlatacağım." Brandon başını salladı. "Emredersiniz efendim!" Ian o tam gidecekken seslendi. "Brandon! Bu söylediklerimin hepsi çok sessizce yapılacak. Kardeşim bizim hiçbir şeyden haberimiz olmadan uyuduğumuzu düşünecek." Buz gibi tehlikeli bir sesle söylenen bu cümleler olacak olanların hazırlığıydı. Ian'ın bu sefer affı olmayacaktı.
Alec uykusundan uyandırıldığında huysuzca homurdandı. "Tanrı aşkına bu saatte ne olabilir..." Kapıyı sersemce açtığında karşısında Daniel'ı buldu. "Efendim düşmanlar kalemize doğru ilerliyor." Alec bu cümleyi duyar duymaz bir küfür savurarak içeri döndü ve hızla üzerini giyinmeye başladı. "Aynı zamanda McLeod kalesine de. Kalemizi hazırlamamız gerekiyor. Laird Ian sizi toplantı odasına bekliyor." Alec en son kılıcını kınına geçirerek cekedini giyindi. "Sophie? Elizabeth?" Daniel efendisini rahatlatmak istercesine konuştu. "Hepsi toplantı odasına yönlendiriliyor." Alec kafasını salladı. Daniel ile birlikte koridoru çabuk bir şekilde adımlayarak merdivenlere yöneldiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...