Bölüm 14

627 71 12
                                    

Önceki Bölümde...

Kızın vücudunu kendi vücuduna daha sıkı bir şekilde bastırıp, burnunu saçlarına gömdü ve kokusunu derin derin içine çekti. Uykuya dalmadan önce kendine bulduğu bahanesi ise İskoçya'ya varmasına çok az kaldığı ve o zamandan sonra Elizabeth'i bir daha görmeyeceğiydi. Şimdilik bundan hiçbir zarar gelmezdi. Gelmesine izin vermeyecekti. Bu zayıflığını da unutacak, bir daha yaşanmamasını sağlayacaktı.

Elizabeth sıçrayarak uykusundan uyandığında etrafın hala karanlık olduğunu gördü. Rüyasında, daha doğrusu kabusunda yine o haydutu öldürdüğünü görmüştü. Elleri, yüzü, her yeri kan içindeydi. Ellerine panikle baktığında ise vücudunun Alec tarafından sarmalandığını gördü. Kendisi de adama sarılıyordu ve bundan hiç pişmanlık duymadığını fark etti şaşkınlıkla. İçini dolduran huzurla kendini güvende hissediyordu. Sanki kimse ona zarar veremeyecekmiş gibi bir güven. Başını biraz daha sokularak Alec'in boynuna gömdü. Askerler konuşurken yollarının az kaldığını duymuştu. Yani yakın zamanda Alec'ten ayrılacaktı. O yüzden İngiliz görgü kurallarının canı cehennemeydi! Bu sefer mantığını arkaya alıp duyguları nasıl isterse öyle davranacaktı. Bu güzel kokuyu hissedebilmek için son günleriydi ne de olsa. Alec'e ona ihtiyacı olduğunu söylediği için de pişman değildi, aksine çok mutluydu. Huzurla kendinin uykunun güzel kollarına bıraktı.

Alec sabah uyandığında güneş kendini yenice gösteriyordu. Bir eliyle gözlerini ovuşturdu, diğer elini ise hiç hissetmiyordu. Saatlerdir kızın başının altındaydı ve Alec bu uyuşukluğu çok sevmişti. Kendine karşı koyamayarak başını eğdi ve kızı alnına bir öpücük kondurdu. Tanrım, nasıl da güzel bir histi Elizabeth'i öpmek... Ne yazık ki kalkmak ve askerlerle yeni bir rota planı yapmak zorundaydı. Dün gece hepsine günün ilk ışıklarında uyanmalarını emretmişti. İstemeye istemeye kolunu yavaşça kızın kafasının altından çekti. Bir kolunu yere yaslayıp ondan destek alarak Elizabeth'in üzerine eğildi. Nasıl da güzeldi! Altın sarısı saçları dalga dalga omuzlarından dökülüyordu. Saçlarıyla aynı renk kirpikleri kapalı gözlerini süslüyordu. Minicik, yuvarlak burnu o kadar sevimliydi ki! Dudakları ise karşı konulamayacak şekilde dolgun ve kırmızıya çalan bir pembeydi. Elini yavaşça kızın yüzünde gezdirdi. Farkında olmadan yüzüne yaklaşmıştı. Şu an Elizabeth'i öpebilmek için çoğu şeyi feda edebilirdi. Biraz daha eğildi. Daha fazla uzak kalamayacaktı. "Alec?" Dışardan Dylan ona seslenmişti. Lanet olsun Dylan tam zamanında! Hızla kendini toparladı ve kızın üstünü örtüp dışarı çıktı.

Elizabeth sabahları uyandığında yanı her zamanki gibi boş oluyordu. Ama o kadar mutluydu ki bu onun moralini bozamıyordu. Alec'le yaşadığı o güzel geceler için asla pişman değildi. Askerlerle sabah kahvaltı ederken bile neşeliydi. Yaşadığı kabusun etkisini biraz atlatabilmişti çünkü. Aradan günler geçtiğinde de düşünceleri aynıydı. Hepsiyle birlikte oturup sohbet etmek artık çok eğlenceli geliyordu. Bu sırada Alec'le aralarında sessiz bir anlaşma var gibiydi. Geceleri kendisine o kadar güzel sarılıyordu ki Elizabeth bunun aksini düşünemiyordu bile artık. Fakat gündüzleri ise sanki o zamanlar hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Bu Elizabeth'in kalbini bir miktar kırıyordu evet, kabul ediyordu. Ama geceleri kendisine gösterdiği şefkat, gündüzleri buna tahammül etmesini kolaylaştırıyordu. Gerçi hakkını yemek de istemiyordu. Alec önceki günlere göre daha farklı biri haline dönüşmüştü. En azından Elizabeth'e karşı daha düşünceliydi. Bunu da sadece kendisi anlayabiliyordu. Yine mutlu uyandığı sabahlardan birinde kahvaltı etmişti ve ellerini, yüzünü yıkamak için dereye doğru yönelmişti. Huzurluydu, mutluydu ve bu yolculuk, kabus yolculuğundan, hayallerinin yolculuğuna dönüşmüştü. Artık Alec'in ona karşı o kadar kaba olmadığını ve olmamaya çalıştığını, çabaladığını görmek çok güzeldi. Kendisi bu hislerinden korkmuyor değildi. En azından bu yolculuk sona erdiğinde Alec'ten ayrılacağını biliyordu ama bu anı yaşamasına engel değildi, değil mi? Sonradan yaşayacağı üzüntüyle ve özlemle yüzleşmeyi ise sonraya ertelemişti. Aynı zamanda Alec'e karşı hissettiği ama asla üzerinde düşünüp ismini koymadığı hislerini de rafa kaldırmıştı. Güneş parlıyor, kuşlar cıvıldıyor, ağaçlardaki yapraklar, rüzgarın hafif esintisiyle şarkı söylüyor gibiydiler. Her şey çok güzel- "Ahhh!" Elizabeth'in ağzından vücuduna sert bir şeyin çarpmasıyla bir inleme çıktı. Korkuyla karnına çarpan şeyi görmek için başını eğdi. Kendisine çarpan şeyi görmesiyle şok oldu, bütün vücudu titredi. Hava karanlık olsa yanıldığını düşünebilirdi. Bu gerçek olamazdı. Karşısında duran şey bütün masumluğu ve gerçekliğiyle korkmuş gözüken ve gözleri dolu dolu, daha önce de ağladığı belli olan küçük bir kız çocuğuydu! Aniden şaşkınlığı unutup, bu yaştaki küçük bir çocuğun ormanda neden tek başına olabileceği düşüncesiyle kendine geldi. Hemen küçük kızın önünde eğilerek onun seviyesine geldi ve ellerini tuttu. Küçük kız ilk başta irkilse bile Elizabeth'i tehlike olarak görmemişti ki gerilemedi. "Ah ne oldu sana, iyi misin?" Çocuk Elizabeth'in sorusuna karşılık bir elini çekti ve elinin tersiyle gözündeki yaşı sildi. Sonra burnunu çekerek hızla konuşmaya başladı. "Ben... Ben kaçıyorum. Kaçmam gerekiyor. Yoksa beni yakalayacak, anlamıyorsun. Onu hiç sevmiyorum, beni korkutuyor." Elini Elizabeth'den kurtarmaya çalıştı. "Gitmem gerekiyor, beni bırak lütfen!" Elizabeth yaşadığı şoku üstünden atıp hemen konuşmaya başladı. "Hayır, seni bırakmayacağım. Kim seni korkutuyor bilmiyorum ama seni ona vermeyeceğim!" Küçük kız umutla kendisine baktı. "Lütfen beni ona verme, o çok kötü biri!" Anaç bir tavırla küçük kızın gün ışığında parıldayan kırmızıya çalan kızıl saçlarını okşadı. Yüzündeki çiller ise çocuğun yüzü kirlenmiş olsa bile güzelliğine güzellik katıyordu. "Merak etme sana zarar gelmesine hiçbir şekilde izin vermeyeceğim. Seni koruyacağım güzel kı-" Bir erkek sesi duyuldu. "Demek buradasın seni küçük şeytan!" Elizabeth gözünü yukarı kaldırıp karşısında serseri bir haydut görünce küçük kızı hemen arkasına saklayıp ayağa kalktı. Ondan korkmuyordu, o kendisinden korksundu! "Demek kendine arkadaş buldun..." Sakalını sıvazlayıp Elizabeth'i baştan ayağa süzdü. "Epey güzel bir arkadaş... Gerçekten işime yarayacak biri." Pis Pis sırıtarak onlara yaklaşıyordu. Tanrım, ne yapacaktı! Yanına kamasını bile almamıştı, sadece yüzünü yıkayıp dönecekti çünkü. "Bana güvenmelisin, tamam mı?" Küçük kız heyecanla başını salladı. Elizabeth çocuğun elini tutarak hızla kamp alanına doğru koşmaya başladı. Bir yandan da Alec'in ismini sesleniyordu. Niye bu kadar koşmak zorundalardı? Yolu kaybetmiş miydi yoksa? Adamın arkalarından hızla geldiğini duyabiliyordu. Küçük kız aniden bir dala takılarak düştü. Elizabeth de dengesini kaybederek düştü. Korkunç bir kahkaha sesi duyuldu. Adam ellerini kavuşturarak onlara doğru yürümeye başladı. "İşte böyle... Şimdi ağıma düştünüz!" Ayağa kalkmaya vakitleri bile yoktu. Çocuğu hemen elleriyle sararak kendine çekip göğsüne bastırdı. Ellerini öyle bir sarmıştı ki, çocuk görünmüyordu. Küçük kıza zarar vermesine izin vermeyecekti. Önce kendisini geçmeliydi. Ama Tanrı aşkına Alec neredeydi? Defalarca ismini sayıklayıp durmuştu. Adam yaklaşırken çocuğun kendisine sıkı sıkı sarıldığını hissetti. Hayır, onun kazanmasına izin vermeyecekti. Başka bir yöntem denemeye karar verdi. İşaret parmağını kanca şeklinde sallayarak hayduta gülümsedi. "Belki de seninle başka şekilde anlaşabiliriz, ne dersin?" Adam vahşi bir sevinçle güldü. "Neden olmasın güzellik? Ben de tam onu düşünüyordum." Elizabeth haydutun şaşırmasını ve dikkatinin dağılmasını fırsat bilip ayağıyla adama çelme taktı. Adam acıyla bağırıp yere düşerken Elizabeth çocuğu kucağına alıp, hızla ayağa kalkarak koşmaya başladı. Onları bulmasını zorlaştırmak için önüne çıkan ilk açıklıktan döndü. Dönmesiyle de sert bir şeye çarptı. Acıyla inledi. Tanrım, bu alışkanlık haline geliyordu! Kafasını ovuşturarak karşısına baktı. Bu Alec'ti! Büyük bir rahatlamayla kucağındaki küçük kızla birlikte Alec'e sarıldı. Çocuk başını Elizabeth'in boynuna gömdü. "Korkma, korkma lütfen. Alec iyi biri." Gerçi korkmakta da haksız sayılmazdı. Alec... Kocamandı. Çocuğun başına bir öpücük kondurdu. Alec o kadar şaşırmış görünüyordu ki neredeyse o durumda kahkaha atacaktı Elizabeth. "Lanet olsun Elizabeth, ne oluyor! Bu çocuk da nereden çıktı?" Küçük kız başını tekrar Elizabeth'in boynuna gömdü. "Alec! Lütfen bağırmaz mısın? Onu korkutuyorsun!" Elini anlaşılmak istercesine Alec'in koluna götürdü. "Bize yardım etmelisin Alec, lütfen. Peşimizde biri var!" Aniden ağaçların arasından haydut çıktı. "Sizi küçük şeytanlar! Sizinle işim bittiğinde hiç doğmamış olmayı dileye-" Alec hemen Elizabeth'i arkasına alarak öne çıktı. "Öyle mi?" Alec tek kaşını kaldırarak adama baktı, eli kılıcına doğru gitti. Haydut neye uğradığını şaşırarak geriledi.

Ülkemizin ve tüm dünyanın zor zamanlar geçirdiği bu günlerde lütfen sakin olalım, yetkilileri dinleyelim ve evde kalalım. Bu günler de geçecek. 😇🙏🏻 Hepinize sağlıklı ve güzel günler diliyorum. İyi okumalaar. 😌

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin