Merhabalar, öncelikle bu kadar geç saatte yayımlamak zorunda kaldığım için kusura bakmayın. Yoğun bir hafta ve yoğun bir gün geçirdim. Bölümü bile az önce tamamlayabildiğim için diğer bölümlere göre çok azıcık daha kısa oldu. Bunun için de affınıza sığınıyorum. Haftaya telafi edeceğim, söz veriyorum! Görüşmek üzere, iyi okumalar!
Önceki bölümde...
"O suratının hali ne senin?" Bir anda duyduğu sesle yerinden sıçrayan Sophie öfkeyle kendisine şaşkınca bakan Daniel'a döndü. "Acaba sen beni korkudan öldürmeye falan çalışıyor olabilir misin?" Daniel'ın gülüşü iyice sinirlerini bozduğunda hızlı ve sert adımlarla koridorda yürümeye başladı. Daniel hemen yerine geçmesi için iki askere işaret ederek Sophie'nin arkasından ilerledi. "Dur, tamam sinirlenme!" Merdivenlerin başına geldiklerinde Sophie tam yine öfkeyle konuşacakken bir asker yanlarına doğru koşturdu. "Kumandanım bekleyin! Sınırlarımızda evleri yanan insanlarımız geldi. Yanlarında esir aldıkları asker de var. Sorgulamak için sizi toplantı salonunda bekliyorlar." Daniel'ın muzip yüz ifadesi anında kan donduran tehlikeli bir öfkeye dönüştü. "Leydi Sophie'ye eşlik edeceksin. Ben gelene kadar da yanından ayrılmayacaksın." Asker hızlı bir baş onayı verdiğinde Daniel merdivenleri ikişer ikişer inmeye başlamıştı bile. Sophie tek kelime edemeden öylece kalakaldı.
Yola çıkalı saatler olmuştu ama Elizabeth hala huzursuzdu. Alec'in önünde oturmuş sakinleşmek için Hades'in yelelerini okşuyordu. Alec'in açıklamaları son derece tatmin ediciydi aslında ama sırf kadını tuzağa düşürmek için bile olsa bu şekilde yakınlaşmaları anlamadığı ve beklemediği için Elizabeth'i sinirlendirmişti. Bir de üstüne Alec'in sarılı göğsünün sebebinin bu kadın olduğunu öğrenince iyice tepesi atmıştı. Halbuki Alec'in onun ağzını ve ellerini bağlama emrini duyunca buna itiraz edecekti. Hiç kimse böyle davranılmayı hak etmezdi. Ama bu duydukları karşısında tek kelime etmemişti. Kadının onu kışkırtma çabalarına da asla karşılık vermemişti. Zaten ağzı bağlanınca kadının devam etme şansı da olmamıştı. Campbelllar her şekilde onlara zarar vermişti. Çok sinirli ve huzursuzdu. O kadın arkalarındayken asla gevşeyemiyordu. Kötü bir şey yapmamak için iyi şeyler düşünmeye çalışıyordu. Ama çok da başarılı olduğu söylenemezdi. Belini tutan kol baskı yapınca içinde kaybolduğu düşüncelerden çıkarak başını hafifçe yana çevirdi. Alec'in yüzünü bu kadar yakında beklemediği için bir an irkildi. "Alec Tanrı aşkına!" Alec'in gülmesiyle kaşlarını çattı. "Senin dibinden ayrılmak istemiyorum." Kulağına fısıldayarak söylediği bu sözler Elizabeth'in tüylerini ürpertti. Kızgınlığını unutarak hafifçe kızardı ve gülümsedi. "Beni şaşırtıyorsun. Alec McAlister askerlerinin yanında benimle bu kadar yakından ilgileniyor..." Alec bir yandan eliyle belini okşuyordu. "Sen yanımdayken isterse İskoç kralı olsun umurumda değil." Kıkırdamasına engel olamadan Alec'in dizginleri tutan eline hafifçe vurdu. "Böyle konuşman gerçekleri unutmamı sağlamıyor Alec. Nasıl öpebildin o kadını?" Gözleri muzipçe parıldayarak devam etti. "Madem görev icabı başkalarını öpebiliyoruz. O zaman ben de bunu aklımda bulunduracağım." Sözlerinin beklediği etkisini bu kadar çabuk görmeyi beklemiyordu. Alec'in bakışları anında keskinleşti ve belini tutan eli sertleşti. Ağzını Elizabeth'in kulağına yaklaştırdı. "Eğer öyle bir şey yapacak olursan sevgilim, o adamın dudaklarıyla birlikte başka yerlerini de kesmekten mutluluk duyarım." Elizabeth de aynı sertlikte dizginleri tutan elini sıktı. "Sen yapabiliyorsan ben de yaparım." Sesi keskin bir şekilde yumuşaktı. Alec bir kere daha onun sıradan bir kadın olmadığını fark ederek dişlerini sıktı. Bir keçi inadına sahipti. Şundan bir yıl önce böyle bir kadına aşık olacağını ve bu cümleleri duyduğunda sakin kalacağını söyleseler güler geçerdi. Ama şu an olmasına imkan vermediği her şey birer birer olurken büyük konuşmamaya karar verdi. "Bir daha böyle bir şey yapmayacaksın tamam mı Alec? Kendimi rahatsız hissediyorum..." Alec bu minik itiraf karşısında ister istemez gülümsedi. Elizabeth dolaylı olarak kendisini kıskandığını itiraf ediyordu ve bu Alec'i hoşnut etmişti. "Sarhoş bir kurbağa gibi ne diye gülüyorsun sen?" Alec önce kafası karışmış gibi durdu. Sonra ani ve gürültülü bir kahkaha patlattığında Elizabeth yerinden sıçradı. İstemsizce eliyle Alec'in göğsüne vurdu. "Sen iflah olmazsın! Ne diye bağırıyorsun Tanrı aşkına!" Alec hala daha kendine gelememişken cevap veremeden Lancelot uyarır bir ses tonuyla ona seslendi. "Efendim önden giden askerimiz tekin olmayan sesler duymuş. Grubu görmeden hemen bize haber vermek için dönmüş." Alec'in gülümseyen suratı aniden sert bir ifadeye büründü. "Ben Elizabeth'i yalnız bırakmayacağım. Gidin ve işlerini bitirin. Aralarından bilgi verebilecek olanı da canlı bir şekilde bana getirin. Biz burada bekleyeceğiz." Dişleri sıkılı ve sinirli bir şekilde konuşuyordu. Gidip onların işini kendisi bitirmek istiyordu ama Elizabeth'i asla yalnız bırakmayacaktı. Şu an kimseye de güvenemezdi. Elizabeth sadece kendisiyle güvendeydi. Lancelot başıyla onayladı. "Emredersiniz efendim!" Diğer askerleri de yanına alarak ormandaki sık ağaçların arasında kayboldu. Elizabeth endişeyle yumruklarını tırnaklarıyla elini delecek şekilde sıktığını Alec ellerini açmaya çalışınca fark etti. "Endişelenmeyeceksin. Her şey yolunda ve sen benimle güvendesin. Lancelot ve diğer askerlerim halledecektir." Elizabeth endişeyle dudağını ısırmaktan başka hiçbir tepki veremeden askerlerin gidişini izledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficción históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...