Bölüm 92

252 32 9
                                    

Önceki bölümde...

Daniel'ın şu zamana kadar da geri döneceği zaman özleyeceği şeyler belliydi. Alec'i, arkadaşlarını ve klan halkını özleyecekti. Bunlar aşabileceği ve arada ziyarete gelerek özlemini giderebileceği şeylerdi. Fakat Sophie... Onu buraya geldiğinden beri tanıyordu fakat şu birkaç aydır beş sene boyunca birlikte geçirmedikleri kadar vakit geçirmiş ve çok özel şeyler paylaşmışlardı. Onun soğuk görünümünün altında yatan sıcak kalbini görmüştü, hissetmişti. Bu güzel ve merhametli kalbin de kendisine karşı bir şeyler hissettiğini anlamak işleri hiç kolaylaştırmamıştı. Her uzaklaşmaya çalıştığında birbirlerine çekilmeleri de kaderin bir oyunundan başka bir şey olamazdı. Ama kaçınılmaz sonu daha fazla erteleyemezdi. Sophie'nin her şeyi bilmesi gerekiyordu. Nefesini topladı ve anlatmaya başladı.


   

Alec, Elizabeth'in odasının kapısında volta atıp duruyordu. Yukarı çıktıklarında önce James konuşmak istemişti. Bu yüzden de Alec kapıda beklemek zorunda kalmıştı. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu fakat sabrı tükenmek üzereydi. Avucundaki yüzük, Elizabeth'in parmağında olmadığı sürece bir fazlalık gibi geliyordu. Sanki o da kolye gibi Elizabeth ve annesinden başkasına ait olmak istemiyormuş gibi... Sıkıntıyla içini çekip artık kapıyı çalmaya karar verdiğinde aralanan kapıdan gözleri kızarık bir şekilde James çıktı. "James bir problem mi var?" Bakışları James ve kapı arasında gidiyordu. Endişesi sesine de yansımıştı. James dostane bir şekilde eliyle Alec'in sırtına vurdu. "Beni sadece kızın olursa anlarsın. Şimdi git ve kızımın gönlünü al. On beş dakikanız var. Daha fazla yalnız kalamazsınız. William'ı gönderirim haberin olsun." Alec son cümleler karşısında gözlerini devirerek başını salladı "Siz ne derseniz Kont Lawrence." James bu imalı cümleye gülümsemekle yetinip merdivenlere yönelirken Alec içeri girerek odanın kapısını kapattı. Etrafa bakındığında Elizabeth'i göremeyince hemen balkona yöneldi. Uçuşan perdelerin arasında arkası dönük, bir kuğu kadar zarif şekilde kalenin avlusunu izliyordu. "Sen de babam gibi özür mü dileyeceksin?" Arkasına dönmemişti bile. Sesindeki kırgınlığı fark etmemek mümkün değildi. Alec yaklaşarak ellerini hafifçe onun beline yerleştirdi. "Bana döner misin sevgilim?" Elizabeth tek kelime etmeden döndü ve Alec'in bu kadar yakınında olması karşısında şaşırsa da bunu belli etmedi. Gözlerini hiç kaçırmadan Alec'in gözlerine dikti. Alec ise İskoçya'nın tamamına korku salan bakışlarının Elizabeth üzerinde tesir etmemesinin verdiği o garip haz duygusuyla gülümsedi. "Beni üzmek seni mutlu mu ediyor?" Elizabeth bu cümleyi göğsüne yönelttiği sert bir darbeyle tamamladığında Alec hazırlıksız yakalanmanın etkisiyle öksürdü. "Benim kadınım da böyle olmalı zaten. Bu zarif görünüşünün aksine çok güçlü..." Eliyle Elizabeth'in uçuşan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve içini çekti. "Senin kadının değilim." Elini havaya kaldırdı. "Bak yüzük yok. Gördün mü? Dışarıda gördüğüm herhangi bir adamla evlenebilirim demek bu!" Alec'in çatılan kaşları derinleştiğinde sesinin tonu bile değişti. "Başka bir adam yok sevgilim. İkimizin hayatında sadece biz olabiliriz. Biliyorum seni üzdüm, yüzüğünü çıkartmana sebep oldum. Hem de ilk günden. Yemin ederim böyle olsun istemedim. Aptalca bir gurur da diyebilirsin. Söz konusu ülkem, klanım ve geleneklerimiz olunca çizgilerim çok keskindir. Ama ben çok düşündüm Elizabeth. Sensiz yaşayamam. Seninle yaşamak için..." Duraksayarak boğazını temizledi. "Seninle yaşamak için ülkemi terk etmem gerekse bile buna razıyım. İşleri uzaktan halledebilirim. Arada gelip giderim. Sen nerede mutlu olacaksan orada yaşayacağım. Sana yaşattıklarım için özür dilerim. Lütfen yüzüğü tekrar tak sevgilim. Söz veriyorum bir daha yüzüğün parmağından çıkmaması için elimden gelen her şeyi yapacağım. Seni çok seviyorum. Sensiz yaşayamam." Alec sesi titreyerek konuşmasını tamamladığında Elizabeth bir süre donakaldı. Alec'in söyledikleri karşısında ne diyeceğini bilememişti. Alec McAlister kendisi için ülkesinden ve klanından ayrılmayı mı düşünmüştü? Bunu ciddi ciddi teklif etmişti. Gözleri yavaş yavaş dolarken elini Alec'in yanağına götürdü ve yavaşça okşadı. "Benim için evini terk mi edeceksin?" Alec yavaşça başını salladı. "Senin mutlu olman için ne yapmam gerekiyorsa." Cevap o kadar açık ve keskindi ki Elizabeth'in daha fazla açıklama duymasına gerek kalmadı. "Teşekkür ederim Alec. Bu tam da benim istediğim şeydi." Tabi onu biraz daha kıvrandırmaktan bir zarar gelmezdi. Kollarını onun omzuna atarak sarıldığında Alec de onun belini sardı. Boynunu koklayarak içini çekti. "Yüzüğümü tekrar takmak istiyorum." İkisi de geri çekildiklerinde Alec yüzüğü yavaşça parmağına taktı ve minik bir öpücükle o anı mühürledi. "Ne zaman gidebiliriz?" Alec gözlerini kaçırarak başını kaşıdığında Elizabeth gülmemek için kendini çok zor tuttu. "Hemen gidemeyiz. İşlerimi halletmem ve görevlendirmeler yapmam gerekiyor. Sophie'ye de durumu açıklamalıyım. Onu burada bırakamam. Sonra bir de düğün var. Düğünü burada yapabiliriz değil mi?" Elizabeth onun bu mahsun bakışlarına daha fazla dayanamadı. "Düğünümüzü de çocuklarımızı büyüteceğimiz o güzel kalemizde, McAlister'da yapmak istiyorum." Alec'in mahsun bakışları yerini önce şaşkınlıkla değiştirdi. Daha sonra şaşkınlığı da yerini derin bir heyecan ve mutluluğa bıraktığında aniden Elizabeth'i kucağına alarak döndürdü. "Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum." Alec'in sesi Elizabeth'in kahkahalarına karışırken sesleri bütün klanda yankılandı.

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin