Önceki bölümde...
Daniel atını hızla McLeod klanına doğru sürüp engebeli tepeyi aşarken kayaların arasında bir şey gözüne çarptı. Atını yavaşlatırken gözlerini kısarak bu renkli şeyin ne olduğunu çözmeye çalıştı. Biraz daha yaklaştığında kalbi sekteye uğradı. Gözleri şaşkınlıkla büyürken elleri titremeye başladı. Bu bir kadındı. Savaş başlamadan önce Sophie'nin üzerinde bu elbise vardı. Aklından geçenlerin doğru olmaması için dua ederken yerden akan kana dehşetle baktı. Ah yüce Tanrı, sırtına iki tane ok saplıydı! Güzel Sophie'si ölüyordu. Dizlerinin üzerine çökerken elleriyle kafasını tuttu. "Hayır!" Acı inlemesinin duyulmadığı hiçbir yer yoktu.
Ian sık ağaçlarla çevrili ormanda Richard'ın peşinden bütün gücüyle koşarken onun izini kaybetmemeye çalışıyordu. Ağaçlar kimi zaman görüşünü engellese de bütün dikkatini onun üzerine toplamıştı. Önüne gelen ağacın dalını eliyle çeviklikle çekti ve elini kemerine astığı hançerine götürdü. Kınından çıkardığı hançeri ustaca fırlattığında Richard bir inlemeyle yere düştü. Hançer sırtının ortasına saplanmıştı. Ona rağmen ayağa kalkıp kaçmaya çalıştığında Ian onun hızını kaybetmesinden faydalanarak Richard'ın kolundan tutarak kendisine çevirip kaçmasını engelledi. İkisi de nefes nefeseydi. Ian'ın göğsü hızla inip kalkarken Richard'ın yüzündeki acı nefes almasını bile etkiliyordu. "Beni b-bırak gideyim. Kardeşine bunu yapamazsı-ın." Sırtının verdiği acı daha fazla konuşmasını engellemişti. Ian acı bir kahkaha attı. "Benim kardeşim Alec, sen değilsin. Eğer gerçekten kardeşim olsaydın bu durumda olmazdık. Senden tiksiniyorum. Soyadının McLeod olması beni utandırıyor. Tek tesellim annem ve babamın bu günleri görmemiş olması. Her şey bitti Richard. Bugün bu iş bitecek." Elini onun kolundan çekti. Çok fazla kan kaybettiği için yüzünün rengi beyazlamış, kaçacak hali kalmamıştı. Ian onun arkasından dolanarak omzunu tuttu ve hançerini sert bir şekilde çekti. Richard'ın beklemediği bu hamleyle ağzından çıkan acı haykırış bütün ormanda yankılandı. Ian yüzünde tek bir acıma belirtisi göstermeden dizlerinin üstünde yere çöken kardeşinin önüne geldi. "G-Gideyim, bırak... Daha fazla r-rahatsız etme-em." Hala kaçıp kurtulmak için şansının olduğunu düşünüyordu. Ian hayal kırıklığıyla başını salladı. Sırtından akan kanlar Richard'ın pelerinin rengini şarap kırmızısına çevirirken Ian güneşim parladığı masmavi gökyüzüne çevirdi kafasını. 'Özür dilerim anne. Özür dilerim baba.' İçinden geçirdiği bu cümlelerden sonra kılıcını çıkardı. Kılıcın çıkardığı sesi duyan Richard sonunun geldiğini biliyordu. Ama bu şekilde karşı koymadan gitmeyecekti. Son gücüyle kemerine asılı küçük hançeri çıkarıp Ian'ın bacağına sapladı. Beklemediği bu ani acıyla sarsılan Ian, gözlerinden adeta fışkıran öfke ve hayal kırıklığıyla elindeki kılıcı ayağının dibinde, elindeki hançeri kendi bacağına saplamış kardeşinin gözlerinin içine bakarak kalbinin hizasında havaya kaldırdı. Bir an bile düşünmeden kılıcını hedefine saplayıp çıkardığında Richard'ın cansız bedeni ormanın yeşil zeminini kırmızıya boyayarak yere düştü.
Sophie yanında beş tane atlı McLeod askeriyle kendi klanlarına geçmelerini sağlayacak tepeyi aştığında içindeki telaşı bastıramıyordu. Abisini kaybedemezdi. Abisi çok güçlüydü, ona bir şey olmazdı. Ama içindeki o korkunç ihtimali de unutamıyordu. Atın yularını tutan ellerinin titremesine de engel olamıyordu. Kafasından o kadar çok düşünce geçiyordu ki, neyi düşünüp ne hissedeceğini şaşırmıştı. Bütün vücudu duygu yoğunluğuyla dolup taşmıştı. Uzun zamandır böyle stresli olaylar yaşamadığından dolayı da kendisini sakinleştirme konusunda hiç başarılı değildi. En son böyle yıkıcı bir durum yaşadığında, annesini ve babasını kaybettiğinde küçücük bir çocuktu. Ama Alec her şekilde yanında olup bu süreci atlatmasına yardım ettiğinden kendisini o kadar da yalnız hissetmemişti. Şimdi Alec de ellerinden kayarsa ne yapacaktı? Bu düşünceyle aniden dolan gözyaşlarına hakim olamadı. Bir elini yulardan çekerek gözyaşlarını silmeye çalıştı. Ama başarılı olamıyordu. Çünkü ağlamasını durduramıyordu. "Tepenin aşağısında bir at var! Binicisini görebiliyor musunuz?" Sophie'nin dikkati dağıldığında gözlerini kırpıştırarak aşağıda olanları görmeye çalıştı. "Bakın şurada, kayaların yanında eğilmiş." Sophie'nin söylediğini dinleyen askerler de atın binicisini fark ettiler. "Biz ikimiz gidip ne olduğuna bakacağız. Siz Leydi McAlister'ı koruyun!" İkisi hızla uzaklaşırken Sophie de atını hızlandırdı. "Leydim durun lütfen, bekleyin!" Diğer üçü Sophie'nin peşinden son hız gitseler de tepe aşağı gittikleri için ona yetişseler bile önüne geçerek durduramıyorlardı. Önden giden iki askere yetişip onların arkasından başını sağa sola çevirerek baktıkları şeyi görmeye çalıştı. "Efendim affedersiniz." Öndeki askerler kılıçlarını kınlarına yerleştirdiler. "Biz sizi düşmanlardan biri sandık. İyi misiniz? İyi görünmüyorsunuz." Bir dakika sürmeyen bir sessizlikten sonra öndeki askerler telaşla aşağı indiklerinde Sophie'nin de görüş alanı açıldı. Kayaların dibindeki kanlı vücudu görünce nefesi kesilerek elini ağzına götürdü. Arkasında iki ok saplanmış olan bir kadındı bu. Midesi bulanmaya başladığında çevik bir şekilde atından indi ve arkasına döndü. Askerlerin kimi gördüğü ya da kiminle konuştuğu umurunda değildi. Yaşadığı dehşeti bütün vücudunda hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Fiksi Sejarahİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...