Önceki bölümde...
Elizabeth daha önce de banyo yapmıştı. Askerler de geniş bir açıyla nöbet tutmuşlardı. Kendisi de hep bu sırada uzaklarda olmaya çalışmıştı. Şimdi ise karşı karşıyalardı. O suya batmıştı batmasına ama gördüklerini unutamazdı ki! Islak kombinezonunun üstüne yapışmasını, göğüslerinin o ıslaklıkla ortaya çıkmasını, altın gibi parlayan saçlarının omuzlarından aşağı dökülmesini, yüzündeki su damlalarını, onu görünce endişelenip ıslak dudaklarını ısırmasını nasıl unutabilirdi ki? Madem bir kere bu durumun içinde bulmuştu kendini, o zaman geri dönmek yoktu. Gülümseyerek onlara doğru ilerlemeye başladı.
Elizabeth utancından kaskatı kesilmişti ve kıpırdayamıyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu adam? Sabah uyandığında Alec'i yanında bulamayacağını biliyordu. Çünkü çadır çok küçüktü ve gerçekleştirdikleri o tatsız konuşmadan sonra elbette yanına gelmeyecekti. Diğer çadırlardan birinde uyuduğunu düşünmüştü. Askerler uyanıp, kendilerine gelmeden işlerini bitireceğini düşünmüştü ama bu koca devler uykuyu kendisi kadar sevmiyorlardı. Ah yüce Tanrı, ayak parmaklarından burnunun ucuna kadar kızardığını hissediyordu. Hevesle Alec'i yanlarına çağıran çocuğa baktı. "Amelia! Hatırlasana üstümüzde kıyafetlerimiz yok, bu hiç uygun değil!" Küçük kız kendisine dönerek: "Ama Elizabeth bu ayıp bir şey değil ki! Annem ve babam hep birlikte göle giderlerdi. Üçümüz giderdik hatta. Hem Alec senin 'kocacığın' değil mi? Annem babama hep öyle söylerdi." Elizabeth neye tepki vereceğini şaşırmıştı. Amelia'nın ikisini evli sanmasına mı yoksa anne ve babasından ilk defa bahsedip, artık onlar yokmuş gibi davranmasına mı? Alec de bu sırada gölün kenarına kadar ilerlemişti. Cevap vermesine izin vermeden konuşmasına devam ediyordu hala. "Hem Alec de sana, babamın anneme baktığı gibi bakıyor. Gerçekten Elizabeth, ben hep görüyorum. O zamanlar sen hep başka bir yere bakıyorsun." Artık Amelia'nın gerçekten susması gerekiyordu. Gerçeklik payı olmayan ve asla da olmayacak olan şeyler söylüyordu. Alec'in suratının bozulması ve rahatsız olması ise çok hoşuna gidiyordu. Ama yine de müdahele etmeliydi artık. "Amelia, Alec ve ben evli değiliz." Adama döndü. "Alec, bizim üstümüzü giyinmemiz gerekiyor. Lütfen bizi yalnız bırakır mısın?" Alec'in yüzünde, o çok sevdiği, dudağının kenarının seğirmesiyle oluşan gülümsemesi belirdi. "Üzgünüm Elizabeth, sizi korumasız bir şekilde bırakamam." Ahh nasıl sinir bozucuydu! Bunu bilerek, kendisini kızdırmak için yaptığına o kadar emindi ki! Sinirle içini çekti. "Pekala, o zaman biraz ilerleyip arkanı dönebilir misin?" Alec'in arkasını dönerken pis pis sırıttığına adının Elizabeth olduğu kadar emindi. Arkasını döner dönmez Amelia'ya beklemesini söyleyip hemen sudan çıktı. Islak kombinezonunu üstünde sıkabildiği kadar sıkarak, elbisesini üzerine geçirdi. Güneşin altında yolculuk yapacaklardı, elbet kuruyacaktı. Çünkü kombinezonunu değiştirmeye cesareti yoktu. Bu çatlak adamın ne yapacağı bilinmezdi. Elbisesini beceriksizce düzeltip iplerini bağladıktan sonra, eliyle işaret ederek Amelia'yı yanına çağırdı. Küçük kızı havluyla hızlı bir şekilde kurutup elbisesini üzerine geçirdi. O sırada Alec arkası dönük bir şekilde ne kadar yavaş giyindikleri hakkında söylenip duruyordu. "Tanrı aşkına Alec, yaşlı aristokratlar gibi söylenip durma! Dönebilirsin." Amelia'nın saçlarını yavaşça, canını acıtmadan taramaya başladı. "Elizabeth elbisenin her tarafı ıslanmış!" Keşke bunu şu anda ve bağırarak söylemeseydi. Çünkü Alec kaşlarını çatarak kendisine bakıyordu. "Biliyor musun Elizabeth, annem her zaman ıslak giysileri giymenin bizi hasta edeceğini söylerdi. Bir de terlediğimiz zaman soğuk su içmek de bizi hasta edermiş. Doğru söylüyor, çünkü ben de suda oynarken üstümü ıslatmıştım ve sonra çok hasta oldum." Elizabeth iç sıkıntısıyla homurdandı. Çocuğun saçlarını tarayıp örmüştü. "Hemen kurur elbisem, sen hiç merak etme canım." Gölde yıkanmasının çocuğun enerjisini biraz da olsa azaltacağını düşünmüştü ama yanılmıştı. Amelia gölün etrafında sürekli yeni bir şeyleri işaret ederek koşuşturuyordu. Nefes nefese yanına geldiğinde tekrar konuşmaya başladı. "Benim gibi hastalanmanı istemiyorum Elizabeth. Lütfen üzerini değiştirebilir misin?" Alec de kaşlarını çatarak kendisini süzüyordu. Elizabeth pes etti. Zaten üşümeye başlamıştı ve bu elbisenin de kuruyacağı yoktu. "Peki Amelia, değiştireceğim üstümü. Sen sakın bunun için üzülme miniğim." Amelia gülümseyerek karşısında eğilmiş olarak duran Elizabeth'in yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra Alec'in gür sesi duyuldu. "Hadi Amelia, gidip senle Elizabeth'e bir elbise bulalım. Sen de bana yardımcı olursun." Çocuk koşarak Alec'in yanına gelip onun elini tuttu. "Tamam, hadi gidelim!" Sonra Elizabeth'i yalnız bırakarak gittiler. Yalnız kalınca da düşünceleri tek tek başına üşüştü. Amelia, annesi ve babası artık yokmuş gibi bahsediyordu ve Elizabeth birkaç kere sorduğu halde hiç anlatmamıştı. O da üstelememesi gerektiğini düşünmüştü. Ah bir de kendisini Alec'in karısı sanmıştı! Bir an öyle olduğunu hayal etti. Alec eve gelip ona sarılıyordu ve sonra dudağından öpüyordu. Onu sevdiğini söylüyor ve üzerine titriyordu. Hüzünle, elleriyle başını ovuşturdu. Olmayacak bir hayale kendisini kaptırmasının bir faydası yoktu. Alec dün gece kendisini açıkça ifade etmişti. Belki de Alec'in hayatında bir kadın vardı ama o bunu bilmiyordu. Ama olamazdı değil mi? Çünkü kendisine sarılmıştı ve sürekli birlikte uyumuşlardı. Gerçi başka bir seçeneği olmadığı için birlikte uyumuşlardı. Kendisini kandırmasının gereği yoktu. Her şey bu akşam bitecekti. Alec'i belki de son kez görecekti. "Amelia bunu seçti." Alec elinde yolculuğun ilk gününde giydiği zümrüt rengi elbisesini tutuyordu. Elbise katlanmıştı. Alec'in gözlerine bakmadan elbiseyi aldı. "Arkanı döner misin lütfen?" Alec kızın ona davranışlarındaki farklılığı seziyordu. Daha mesafeli ve soğuk konuşuyordu kendisiyle. İstediği şey de tam olarak buydu ama şu an istediği şeyi yaşamak hiç hoşuna gitmiyordu. İstemeyerek arkasını döndü. Elizabeth elbisenin katını bozunca içinde temiz iç çamaşırı gördü. Ne akıllı bir çocuktu! Gülümseyerek hızla üstündeki ıslanmış elbiseyi ve kombinezonu çıkardı. Bir ağacın dalına astığı havlusunu paravan olarak kullanıp onun arkasında giyiniyordu. Bu sefer kombinezonu giyemeyecekti. Neyse ki bu akşam ablasının evine varmış olacaktı. O zaman giyerdi ama ah yüce Tanrı bu elbise düğmeliydi ve düğmelerinin hepsi arkasındaydı! Hiçbirine ulaşamıyordu tabi ki. Pelerini yanında olmadığı için omzuna ıslak elbisesini atmak zorundaydı. Yapacak bir şeyi yoktu. Kamp alanına dönünce hızlıca pelerinini omzuna atardı. "Dönebilirsin." Bunu söyledikten sonra hızla havluları, sabunları ve tarağını toplamaya başladı. Alec ise arkasını döndüğünde kızın oradan oraya koşturduğunu ve ıslak elbiseyi omzuna attığını gördü. Sabrını daha fazla ne kadar zorlayabilirdi acaba? Islak saçları da cabasıydı. Arkasına kadar gidip elbiseyi omzundan hızla çekmesiyle Elizabeth'in çığlık atması bir oldu. "Ne yapıyorsun sen!" Kızın sırtı omzundan kalçasına kadar açıktı ve çıplak teni gözlerinin önündeydi. "Islak elbiseyi omzundan alıyorum." Elizabeth sinirle iç geçirdi. "Neden bunu yapıyorsun peki? Ben senden böyle bir şey istedim mi?" Elbiseyi hızla adamın elinden aldı. "Düğmeni kapatabilirim Elizabeth." Alec ise cümlesini tamamlar tamamlamaz zorla kızı arkasına döndürdü. Yavaş yavaş iliklemeye başladı. "Alec gerçekten bunu neden yapıyorsun?" Gardını indirmiş, karşı koymuyordu artık. "Dün gece söylediklerini çok açık bir şekilde anladım ben. Ama şu an çok başka davranıyorsun. Neden bunu yapıyorsun? Yapma artık lütfen Alec." Alec ise elini Elizabeth'in yumuşak tenine değdirmeden yapamıyordu. Pürüzsüzdü ve karşı koyamıyordu. Gözlerini kapatarak içini çekti. Kızın söylediklerine dikkatini veremiyordu. En son düğmeyi de kapattığında ellerini Elizabeth'in beline koyup, başını ise onun boynuna gömdü. Papatya kokusunu sonsuza kadar koklayabilirdi... Elizabeth, Alec kendisine sarılınca irkildi. Böyle bir şey yapması beklediği son şeydi. Kendine itiraf etmese de sarılması çok hoşuna gidiyordu. Ama konuşmalarıyla yaptıklarının bir olmaması onu delirtiyordu. Alec'in kollarından çıkmadan ona doğru döndü. Alec bir elini belinden çekip çenesini yukarı kaldırdı. Göz gözeydiler. Alec dudaklarını dudaklarına yaklaştırmaya başladı. "Alec! Elizabeth! Geç kalıyoruz ama. Hadi sizi bekliyoruz!" Elizabeth telaşla Alec'ten uzaklaştı. Alec içinden bildiği bütün küfürleri etti. Elizabeth kendine gelirken yine ne kadar kolay teslim olduğunu fark etti. Böyle olmamalıydı, bu yanlıştı. Aceleyle Amelia'nın elini tuttu. Alec'e bir kez bile bakmadan hızlı hızlı kamp alanına doğru yürüdü. Alec gerçekten anlaşılmaz bir adamdı! Bir an kendisini kollarına alıp diğer her şeyi unutturuyordu. Bir anda da Elizabeth hiç var olmamış gibi davranıyordu. Ahh korkunç adam!
Alec ise acele etmeden yavaşça peşlerinden yürümeye başladı. Kendisine inanamıyordu. Kızdan ne kadar uzaklaşmak istese de, hatta bunu onu üzme pahasına yüzüne söylese bile kendisiyle çelişiyordu. Kendine hakim olamamak onun tarzında bir şey değildi. Kırılmaz iradesinin tek hassas noktası kız kardeşiydi. Şimdi ise Elizabeth... Tanrı yardımcısı olsun, şu günü de atlattıktan sonra her şey daha kolay olacaktı. Kamp alanına vardığında gördüğü şey karşısında bütün düşünceleri yok oldu. Neredeyse kalbi duracaktı.
Umarım sabırlı ve dikkatli olmamız gereken şu günlerde biraz da olsa kafanızı dağıtmanıza yardımcı olabiliyorumdur. İyi okumalaar. 🌈🤗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficción históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...