Önceki Bölümde...
Alec de atından indi ve Elizabeth'e baktı. Kabul etmek istemese bile, üzerindeki uyku mahmurluğuyla çok tatlı görünüyordu. Gözünü Daniel'a çevirdi. Daniel, Elizabeth'i belinden tutarak yavaşça aşağı indirdi. İndirdiğinde dengesini sağlaması için bir süre tuttu. Bunu sırf kız bir daha düşmesin diye yapmıştı. Biliyordu. Ama kaşlarının çatılmasına engel değildi bu. Elizabeth'le göz göze geldi. Ama kız gözünü hemen kaçırdı. Daniel'a gülümseyerek teşekkür etti ve onun yanından ayrıldı. Alec'in bakışlarından rahatsız olmuştu. Ona bağıracakmış gibi duruyordu. Ama Alec hep ona bağıracakmış gibi duruyordu zaten!
"Hepinize teşekkür ederim; Crispin, Daniel, Leonard, Dylan, Arthur." En son Alec'e dönerek isteksizce reverans yaptı Elizabeth. Neredeyse kamp kuralı iki saat olmuştu. Yemek yemişlerdi ve Elizabeth'in çok uykusu vardı. Yatmak istiyordu. "Hangisi benim çadırım acaba?" "Ortadaki." diye cevap verdi Alec. "Pekala, iyi geceler." Ortadaki çadıra doğru ilerledi. İçeri bir göz attı. Tanrı'ya şükür ki kalın postlar vardı. Pelerininin önündeki ipi çözdü. Üstünden çıkarıp, katladı ve kenara koydu. Elbisesini üstünden çıkarmayı düşündü. Bu kalın postların altında üşümeyeceğini biliyordu. Elbisesiyle yatarsa buruşacaktı ve Elizabeth bundan nefret ederdi. Ama diğer türlü de bu ormanın içinde kendini savunmasız hissediyordu. Hep böyleydi, hep kararsızdı. Kendi kendine sinirlenerek elbisesinin arkasındaki ipleri biraz zor da olsa çözdü. Elbise gevşeyince başının üstünden hızlıca çıkardı. Beyaz askılı üstüyle birleşik iç etekliğiyle kaldı. Nasıl olsa yalnız olacaktı. En ufak bir soğuk hava esintisinde ürperen bir insan olarak üşümesine izin vermeden, hemen postların altına girdi. Kafasında o kadar çok düşünce vardı ve bir o kadar da yorgun hissediyordu ki kendini, gerilen tüm vücudunu rahatlatmak için düşüncelerin hepsini kafasından kovdu. Gözlerini kapattı ve uyumaya çalıştı.
Aradan bir saat geçmişti ve Elizabeth hala uyuyamıyordu. Kendisine o kadar çok kızıyordu ki! Bu postların sıcak tuttuğu falan yoktu, ya da hava gerçek anlamda çok soğuktu. Elbisesini çıkarmayacaktı işte! Hep yanlış kararlar veriyordu. O kendi düşüncelerinde kendiyle tartışırken, aniden dışardan gelen tıkırtılar dikkatini çekti. Hemen yanında olan pelerininin iç cebinde, her zaman yanında taşıdığı kamasını eline aldı. Soluğunu öyle yavaşlattı ki en ufak sesi duyabilirdi artık.
Alec, askerleriyle nöbet planını yapıp, bir kez daha yolculuk rotalarının üstünden geçtikten sonra artık uyumaya karar verdi. Zaten gün boyunca kız yüzünden yeterince kendi kendini sinirlendirmeyi başarmıştı. Ortadaki çadıra doğru ilerledi. Elizabeth dönüş planlarında olmadığından, yolculuk için kullandıkları çadırlardan yeterli kadar yoktu. Bu yüzden de kızla aynı çadırı paylaşmak zorundaydı. Askerlerinden biriyle aynı çadırı paylaşmasına ise asla müsaade etmezdi. Daniel'la aynı atı paylaştığında hissettiklerini biliyordu. Yavaşça çadırın girişini araladı. Bir silüet aniden üstüne atladı. Alec bir an şaşırsa bile çok hızlı hareket etti. Hemen ellerini yakalayıp saldırganın başının üstünde birleştirdi ve kendi vücudunu onunkine bastırarak etkisiz hale getirdi. Bıçak saldırganın ellerinde parıldıyordu. Alec boşta kalan eliyle hemen bıçağı bir kenara itti. Sonra burnuna tanıdık papatya kokusu geldi. O an yavaş yavaş olanları idrak etmeye başladı. Şu an tam da Elizabeth'in üstünde yatıyordu. "Tanrı aşkına Elizabeth! Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Kızın ellerini bıraktı ve kendi ellerini kızın vücudunun iki yanına koyup, yerden destek alarak vücudunu yukarı kaldırdı. Annesinin kolyesi Elizabeth'in boynunda parıldıyordu. "Sen, sen... Sen ne yapıyorsun? Bir hırsız gibi neden çadırıma girdin? Beni çok korkuttun." Göğsünde birleştirdiği elleri titriyordu. Dudaklarının da ellerinden aşağı kalır yanı yoktu. Gecenin karanlığında bile titrediğini ve renginin mora döndüğünü fark edebiliyordu. Gerçekten korkmuş ve üşümüştü. Üstüne gitmemeye karar verdi. Vücudu tehlike olmadığını anlayıp, kızın vücuduna bu kadar yakın olmasına tepki göstermeye başlamıştı. Çok güzeldi... Elizabeth'in titremesi artınca Alec de endişelenmeye başladı. "Alec..." Dişleri birbirine vuruyordu. "Ben çok üşüyorum..." Alec hemen kızın üstünden çekildi. Kızı kollarının arasına aldı. Soğuk vücudunu kendine bastırdı. Bir yandan da ellerini kızın çıplak olduğunu henüz fark ettiği kollarına sürterek ısıtmaya çalıştı. Postu üzerlerine çekti. Tanrı aşkına, nasıl bir deli bu soğukta, ormanın ortasında kıyafetlerini çıkartırdı! Yavaş yavaş kızın titremelerinin azaldığını fark etti. Solukları düzeldi. Elizabeth'in başı omzunda, vücudu kendi vücuduna bastırılmıştı. Ellerini kızın beline sarmıştı. "Elizabeth?" Kızın sesi çıkmıyordu. "Hadi konuş benimle... İyi misin güzelim?" Elizabeth başını yukarı kaldırdı. Alec'in yüzü çok yakındı. Yavaş yavaş kendine geliyordu. Yine üşüme krizlerinden biri kendini göstermişti. En olmayacak yerde... Dışardan gelen sesler onu korkuttuğunda zaten krizi gelmek üzereydi, biliyordu. Sonrası ise belliydi zaten. Alec'e karşı koymamıştı. Koyamazdı. Alec onu donarak ölmekten kurtarmıştı. Şu an bulundukları durum, her ne kadar hiçbir şekilde onaylanamayacak kadar yanlış ve uygunsuz olsa bile aksini yapacak hali yoktu. Vücudu çok yorgun düşmüştü. Böylesi bir yolculuğa alışık değildi. Hasta olmaması gerekiyordu. Alec'in gözlerinin içine baktı. "Teşekkür ederim Alec. Sen... Sen olmasaydın..." Alec kızın belindeki eliyle sırtını sıvazladı. "Şşş, tamam Elizabeth ben bir şey yapmadım." "Hayır, hayır. Ben çok özür dilerim Alec. Ben sandım ki, başka biri, kötü biri..." Sesi titriyordu. "Biliyorum ben, sen bana zarar vermek istemedin. Kendini yorma daha fazla. Hadi uyumaya çalış." Elizabeth aniden gelen farkındalıkla üstünde iç geceliğinden başka bir şeyi olmadığını idrak etti." Alec de bunu fark etti. "Elbiseni yarın giyersin. Şimdi onu giymeye çalışmak seni daha fazla üşütecektir." Elizabeth çekingenlikle ve endişeyle Alec'e baktı bir daha. Alec boşta kalan elini başının altına koyarak çadırın tavanına baktı. "Merak etme küçük hanım, bu aramızdaki ufak bir sır olacak. Kimse bilmeyecek." Biraz daha yakın kalsa öpecekti kızı. Kafasını çevirmek zorundaydı. Vücutlarının bu kadar yakın olması zaten onu yeteri kadar zorluyordu. "Teşekkür ederim." diye fısıldadı minnetle. Sonra elini Alec'in göğsünden çekti ve arkasına döndü. Bacaklarını kendine çekti ve gözlerini kapattı.
Alec kızın düzenli nefes alış verişlerini duyduğunda rahat bir soluk aldı. Elizabeth'in başının altındaki kolu uyuşmuştu ama halinden çok memnundu. Dalga dalga altın saçları Alec'in göğsüne kadar uzanıyordu. Papatya kokusu bütün çadırı doldurmuştu. O kadar huzur veriyordu ki bu koku! Olduğu yerde döndü ve kendisine arkasını dönmüş olan Elizabeth'e sarıldı. Burnunu saçlarına gömdü. Vücutları birbirine temas ediyordu ve Alec daha önce hiçbir kadına karşı sahiplenme ve koruma duygusu hissetmemişti. Şimdi bunu hissetmeye başlaması ise hiç hoşuna gitmedi. Şu an birliktelerdi diye böyle oluyordu. Alec de uzun zamandır bir kadınla vakit geçirmiyordu. Çünkü buna ayıracak boş ve gereksiz zamanı yoktu. Bu duygularının başka açıklaması olamazdı. Kız tam bir baş belasıydı evet, o zaman Alec de bu baş belasıyla geçirmek zorunda olduğu zamanı işkenceye dönüştürmeyecekti. Ve bir daha kendinden başkasıyla at sürmesine de izin vermeyecekti. Başını kızın boynuna doğru uzattı, onun teninin çekici kokusuyla uyuyakaldı.
Elizabeth uykusunda sıçrayarak gözlerini açtı. Etraf hala karanlıktı. Sıcacık olmuş postun etrafında döndüğünde birden Alec'le burun buruna buldu kendini. İrkilerek gözlerini kırpıştırdı. Alec'in bir kolu kendi başının altında, diğer kolu ise belindeydi. Vücutları temas ediyordu ve Elizabeth bu sıcaklığın kaynağının nereden geldiğini şimdi anlıyordu. Tanrı aşkına uyurken bile kaşları çatıktı. Yüz hatları o kadar keskindi ki Elizabeth'de dokunma isteği yaratıyordu. Hafif çıkmış kirli sakalları ve yüz hatları birbirini tamamlıyordu. Elini yavaşça onun yanağına doğru götürdü. Bir parmağını yanağında, çenesinde gezdirdi. Biraz daha aşağı inerek dudağına geldi. Orman kokusu her yerine sinmişti sanki. Bu kokuyu içine çekti. Elini dudağından aşağı indirerek göğsüne götürdü. Kalbi kendini belli edercesine çok sert ve hızlı bir şekilde çarpıyordu. Elizabeth elini kendine çekerek tekrar arkasına döndü. Neden böyle bir şey yaptığına anlam veremiyordu. Kendine engel olamamıştı. Bir daha böyle bir şey yapmayacaktı. Tek tesellisi Alec'in uyuyor ve kendisine dokunduğunun farkında olmayışıydı. Sonuçta kendisinden nefret eden bir adama böyle dokunması ve dokunurken heyecanlanması sadece kendi canını yakardı. Gözlerini kapattı ve uyumaya çalıştı.
Alec, Elizabeth arkasını döndüğünde, hızla atan kalbini sakinleştirmeye çalışırcasına derin derin nefes aldı. Neden böyle bir şey yapmıştı şimdi? Kafasını karıştırıyordu. Eli dudaklarına indiğinde, parmağını yüzünde gezdirdiğinde, kalbine dokunduğunda ve sonra elini çektiğinde az kalsın gözlerini açıp kendisine tekrar dönmesini söyleyecekti. Kendini zor tutmuştu. Bu kız onun korumakta güvendiği sınırlarını ve dirayetini çok kolay bir şekilde aşıyordu. Bu da hiçbir şeyden korkmamayı öğrenen Alec'i korkutuyordu. Bu kadar yakın olmamalıydı. Olmamalıydı çünkü hayatında bu tarz zayıflıklara yer vermemeye kendine söz vermişti. Tanrı ona güç versin, bir an önce şu yolculuğu bitirmek istiyordu. Yoksa hiç iyi olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...