Bölüm 27

585 67 14
                                    

Önceki bölümde...

  Saat gece yarısını geçeli çok olmuş ama Alec bir türlü uyuyamamıştı. Kalesinin dışına çıkıp biraz hava almak istemişti. Çünkü kalbinin en derinine kilitlediği duyguları, Elizabeth'i karşısında görünce kendisine ihanet edip, başına üşüşmüşler ve Alec'i gecenin bu vakti uykusundan edip, yatağından çıkarmıştı. Üzüntüsünü ve pişmanlığını neredeyse dokunacak kadar yanında hissediyordu. İçinde harmanlanmış, ona acı çektiren bu duyguyu içinden atamıyordu. Elizabeth'le konuşmak istiyordu. Onunla oturup sabahlara kadar konuşmak istiyordu. Sürekli onunla birlikte olmak istiyordu. Bütün gün kendi evinde gezip papatya kokusunu kalesinin her tarafına yaymıştı ve şimdi Alec onun kokusunu ne kadar özlediğini en derinden hissediyordu. Bu soğuk kış gününde üşümeyecek kadar hissizleşmişti. Tek istediği şu karmaşık duyguların kafasından silinip gitmesiydi. Sıkıntıyla gözlerini kapattı. Ama tam o sırada vücuduna çarpan yumuşak bir şeyle eli hemen kılıcına gitti. "Alec!"

Alec karşısında Elizabeth'i görünce önce hayal gördüğünü düşündü ama karşısında altın rengi saçlarıyla, nefes nefese kalmış, pelerinin arasından geceliği nefes kesici bir şekilde görünen kişi ondan başkası olamazdı. Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden biraz da olsa attıktan sonra kaşları çatıldı ve konuşmaya başladı. "Elizabeth bu saatte, burada ne işin-" Elizabeth hızla ellerini Alec'in boynuna dolayıp sarılarak kendini ona bastırdı. Kafasını Alec'in boynuna yaslamış panikle bir şeyler söylemeye çalışıyordu. "Alec b-ben bir şey gördüm. Sana anlatmam gerekiyor, söylemeliyim." Hala nefes nefeseydi ve boynuna sardığı ellerinin titrediğini hissediyordu. Ellerini kızın beline sararak onu kendine iyice çekti. Saçını öperek onu sakinleştirmeye çalıştı. "Tamam, seni dinleyeceğim. Ben yanındayım, lütfen sakin ol. Ben buradayken sana kimse bir şey yapamaz." Elizabeth, Alec'in boynuna sardığı ellerini biraz gevşetmiş olsa da bırakmadı. Başını geriye doğru çekerek gözlerini Alec'in gözlerine çevirdi. "Ben o adamı gördüm Alec. Hani Amelia'yı kaçıran adam, seni görünce kaçmıştı. Senin klanından biriyle konuşuyordu." Alec'in kaşları çatıldı ve kızın belini tutan elleri sertleşti. "Ne diyorsun sen? Ne işin vardı senin dışarda, nerede duydun? Nasıl benim klanımdan biriyle görmüş olabilirsin? Hava çok karanlık ve yanılmış olabilirsin." Elizabeth ellerini Alec'in boynundan çekerek kollarını tutarak konuştu. "Hayır, beni dinle! Dışarıya hava almaya çıkmıştım. Sophie'nin bahsettiği meyve bahçelerinize bakmak için. Sonra gezinirken sessizce konuşan iki adamı gördüm. Yaklaşınca o adamı tanıdım. Senin renklerini de çok iyi biliyorum. O sırada onları dinlemeye çalışırken sanırım bir dala bastım ve ses çıktı. İkisi de beni gördüler. Haydut hemen kaçmaya başladı ama senin klanındaki adam benim üstüme gelmeye başladı. Sonra Tanrı'ya şükür ki seni buldum. Ben çok korktum Alec." Bir solukta hızlıca anlatmıştı. Paniği üstünden biraz da olsa attıktan sonra Elizabeth hala sarılıyor olduklarını fark etti ve kendini geri çekerek Alec'in kollarından kurtuldu. Alec ise dinlediğini sindiremediği ve anlam veremediği için öylece kalmıştı ve bir şey söyleyemiyordu. Aniden bir şimşek çaktı ve hemen ardından başlayan yağmur Elizabeth'i sıçrattı. "Alec ben çok korktuğum için, farkında olmadan sana sarıldım. Özür dilerim." Alec bu sözlerin üzerine dayanamayıp Elizabeth'i kendine çekti ve öpmeye başladı. Ellerini kızın beline sarmış, büyük bir açlıkla öpüyordu. Yağmurun onları ıslatması umrunda değildi. Elizabeth ilk duraklamasından sonra ona karşılık verince, karşısında bütün klanı onları izliyor olsa bile Alec sabaha kadar kızı öpmeye devam edebilirdi. Elizabeth'in yakınında olması bile Alec'e her şeyi unutturmaya yetiyordu. Nitekim Elizabeth ellerini Alec'in göğsüne koyarak onu kendinden uzaklaştırdı. Sırılsıklam olmuşlardı. Elizabeth'in saçlarından sular damlıyordu. Bir anda yere çökerek ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Alec hemen yere eğilerek onu ayağa kaldırdı ama Elizabeth'in gözyaşları dinmiyordu. Katilinin göğsünde ağlıyordu. Nasıl olacaktı? Bu sefer nasıl atlatacaktı, nasıl kendini toplayacaktı? Alec çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı. "Güzelim neden ağlıyorsun? Ne oldu?" Elizabeth gözlerindeki yağmurla karışan gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Alec'in kollarından bir kez daha kurtularak geri gitti. "Ne mi oldu? NE Mİ OLDU? Sen hala nasıl sorabilirsin bana bunu? Ne hakla! Ne cüretle! Alec sen bana hayatımın en güzel yolculuğunu yaşattın! Bana sarıldın, öptün! Sonra da bana söyleyebileceğin en acımasız şeyleri söyledin ve bir özür dileme zahmetine bile girmeden çekip gittin! Bugün yanıma gelip tek kelime etmedin, yüzüme bile bakmadın neredeyse. Senden sonraki zamanımı nasıl geçirdim haberin var mı? Beni öpüşünü, dudağının kenarını kıvırarak gülümsemeni, senle aynı sabaha uyanmanın mutluluğunu yeni yeni kendime unutturuyordum. Şimdi her şey başa döndü. Sen ne istiyorsun benden? Uzak dur artık, yanıma bile yaklaşma benim. Bütün bunlara dayanacak gücüm kalmadı-" Eliyle başını tutarak yalpaladı. Başı feci şekilde dönmeye başlamıştı. "Alec ben..." Onun için gerisi boşluktu. Elizabeth'in ayakta duramadığını görünce endişelenen Alec, o bayılınca delirdi. Hemen ileri atılarak onu yakalayıp kucağına aldı.

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin