İyi okumalar dostlarım...
----------
Sabahın ilk ışıkları Kuzey Riha Çölünü aydınlatırken geceden kalma olan bulutlar yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Bu gün tüm çölü kasvetli bir hava sarmalamıştı. Boğuk bir sıcak her yeri kaplamıştı. Kulağı tırmalayacak kadar rahatsız edici, uğultulu bir rüzgar vardı. Rüzgar sesi dışında çöl tamamen sessizliğe bürünmüştü. Hayat durmuş gibiydi... Tam manasıyla fırtına öncesi sessizlik uçsuz bucaksız çölü esir almıştı!
Gökyüzünü delercesine ilerleyen bir ışık hüzmesi yavaş yavaş hareket eden bulutları delerek geçiyordu. O kadar hızlıydıki bir yıldırımı anımsatıyordu. Tam olarak ne olduğu belli bile olmuyordu.
Bir süre bu şekilde ilerleyen ışık hüzmesi giderek yavaşlıyordu. Yavaşladıkça da neye benzediği açıkça ortaya çıkıyordu. Devasa boyutlara sahip bir ejderha gibi duruyordu. Kar kadar beyaz ve gökyüzü gibi mavi pullar, birbiriyle dans edermişcesine ardı ardına sıralanarak yaratığın bütün bedenini sarmıştı. Genişliği 5 metreden daha fazla olan kanatlarıda en az pulları kadar büyüleyici bir güzelliğe sahipti. Rüzgarda dalgalanan tüyleri bir pamuk kadar yumuşak, aynı zamanda da bir kılıç kadar keskin duruyordu. Özellikle kanatlarının ucunda bulunan altın sarısı tüyler gün ışıyla birlikte göz kamaştırıcı görünüyordu. Yaratığın kafasında bulunan boynuzları bir mızrak kadar sivriydi. Yaratık ilerledikçe arkasında süzülen kuyruğu tek bir vuruşla dağları yıkacak kadar sağlam duruyordu. Gözleri ise çok daha ilgi çekiciydi. Masmavi bir göz akına ve altın sarısı bir irise sahipti. Bu Gökyüzünün Asil Prensi, Gökyüzü Sedef Yılanından başkası değildi.
Bu eşsiz Tanrı Yaratığının başında ise lotus pozisyonunu almış bir insan vardı. Gözleri kapalı bir şekilde oturmuş genç bir adamdı. Yirmi yaşlarının başlarındaydı. Etrafa çok tuhaf bir his yayıyordu. Aurası Tanrı Yaratığından bile ihtişamlı ve güçlü duruyordu. Saçları rüzgarda dalgalanırken gözlerini yavaşça açtı.
"Neredeyse vardık Rebius. Alçal..." dedi genç adam. Ses tonundan da anlaşıldığı gibi oldukça ciddi ve aynı zamanda da endişeliydi. Bu ses Aiden'den başkasına ait değildi.
Rebius, Aiden'in komutuyla birlikte bir anda dalışa geçti ve devasa formu giderek küçüldü. Aiden, Rebius'un bu muazzam hızına rağmen sakince ayağa kalktı ve birkaç adım attı. Yere birkaç on metre kaldığında Aiden yavaşça zıpladı ve birkaç saniye sonra kumların üzerine ayaklarını bastı. Rebius, boyutunu yarım metrelik bir yılan kadar küçültmüş ve Aiden'in omzunda yerini almıştı.
"Burada olduğuna emin misin Aiden?" diye sordu Rebius sorgulayıcı bir ses tonuyla. Bir Tanrı Yaratığına evrildiğinden beri keskin olan algı yeteneği katlanarak artmıştı. Fakat ne tuhaf ki kilometrelerce çevresinde bile hiçbir şekilde Ela'yı hissedemiyordu.
Aiden ciddi bir surat ifadesiyle çevresini tararken bir yandan da konuşmaya başladı. "Ruh ipliğini tam olarak burada hissettim Rebius. Eskiden tamamen kendine has olan rengi çok tuhaf bir hal almış. İpliği çok solgun fakat giderek belirginleşiyor gibiydi. Kesinlikle burada bir yerlerde olmalı..."
Aiden'in konuşmasıyla birlikte Rebius da çevresini pür dikkat taramaya başladı. Görünürde pek bir şey gözükmese de Rebius Aiden'in hislerine güveniyordu. Aiden gözlerini tekrardan kapatırken odaklanmaya çalıştı. Bir kez daha Ela'nın ruh ipliğini kontrol etmek istiyordu. Doğru yerde olduğuna emindi fakat Ela sanki yer yarılmış yerin içerisine girmişti. Bütün algılarını kapatırken zihninde Ela'nın berrak suratı belirdi. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra Aiden bir kez daha ruh ipliklerini görmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümsüz Kral - Kitap 2: Karanlığın Yükselişi
Fantasy👑ÖLÜMSÜZ KRAL👑 🌟Kitap 2: Karanlığın Yükselişi🌟 Karanlık Yükseliyor! Kara Güneş'in doğuşu çok yakın! Felaket kapıda! Kuzey Riha Çöllerinde başlayan karanlık fırtına bütün Dünya'yı sarmalıyor! İşte Kader'in Oyunu şimdi Başlıyor! Kehanet derki: Kar...