Aran şaşırmış bir halde gözlerini kırpıştırdı. İktidarın incelikleri konusunda eğitim almış kardeşlerinin aksine, birkaç yakın arkadaşı dışında kendi yaşındaki soylularla sınırlı bir etkileşimi vardı. Başka bir deyişle, yakın tanıdıkları olmayan soyluların tam adlarını bilmiyordu. Taç giyme töreni sırasında önemli kişilerin isimlerini öğrenmişti ama onlara isimleriyle hitap etmek için hiçbir zaman bir nedeni olmamıştı ve yavaş yavaş unutmuştu.
Dük Silas onun adını bilmemesine şaşırmış görünüyordu. Aran cehaletinden dolayı kendini suçlu hissederek bir kez daha "Hessian" diye mırıldandı.
Birden Dük Silas'ın yüzü kızardı. Aklını kaçırdığını düşünmüş olmalı ki, kızın istemeden mırıldanmasını bile sevimli buldu. Hemen konuyu değiştirdi.
"Artık gidelim mi?" diye sordu.
Onun bu sözleri üzerine Aran'ın grubu hedeflerine doğru koşmaya devam etti.
* * *
Lord Renz, Dük Silas'ın kaçan askerlerini takip ederken hedefini belirlerken hata yaptığını fark etti. Büyük Dük'ün oklarından bu kadar ustalıkla kaçabilen biriyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Oktan kaçan kadın bir kez daha ona baktı, güneşten kızarmış sağlıklı yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
"Hayır! Sen değilsin! Bu bir tuzak!" Lord Renz şaşırmış bir halde haykırdı. Çok öfkeliydi ama kendisini kandıran sahte imparatoriçeyi cezalandıracak zamanı yoktu. Kendisine gülen askerleri geride bırakarak arkasını döndü.
"Deniz yolunu kullanmamız gerekiyordu, kara yolunu değil... Rotayı değiştirin! Rıhtıma doğru gidin!" diye emretti.
Aralarındaki mesafe açılmış olsa da imparatoriçenin yakalanması an meselesiydi. İmparatoriçe'ye sadık olanlar bir elin parmaklarını geçmezken, gökyüzünde gecenin yıldızları gibi İmparatoriçe'ye gönülden bağlı sayısız insan vardı. Bu çok doğaldı.
"Seni sıçan!" Lord Renz lanet okudu, sesi endişeyle kabalaşmıştı. Kaos etrafını sarmıştı. Büyük Dük dönmeden önce her şeyi tamamlayamazsa, lordu devrilecekti. Ne olursa olsun o zamana kadar her şeyi bitirmek zorundaydı.
* * *
Enoch kandırıldığını anlayınca, Dük Silas'ın eşlik ettiği Aran'ın peşine düştü.
Aran'ın Dük Silas'a güvendiğini düşünmek onu öfkeyle doldurdu. İmparatoriçe kaçtığı için minnettardı ama onun yanındaki kişinin Dük Silas olması dayanılmazdı. Dük Silas'ın Aran'a bakışının görüntüsü, onu sürükleyip götürmek ve mavi gözlerini oymak için içinde bir dürtü uyandırdı.
Hepsinden önemlisi, Aran'ın şu anda Dük Silas'a bel bağladığı gerçeği bunu daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Ellerinin ona dokunup dokunmadığı, birbirlerine şefkatle bakıp bakmadıkları konusunda hayaller kuruyordu.
Eğer tek bir parmağı bile onu sıyırmışsa, Aran'ın ağlamaklı bakışlarıyla yüzleşmek zorunda kalsa bile Dük Silas'ı öldürmeye yemin etti.
ç/n:salak mısın Enoch eğer Dük Silas olmasaydı Aran'ın cesedini bulurdun mal herif
Ama şimdi duygulara kapılmanın sırası değildi. Aran'ı Dük Silas'tan önce bulmak istiyorsa her zamankinden daha mantıklı olması gerekiyordu. Kabaran öfkesini kontrol etmek için mücadele etti.
Astlarına fazla güvenmek bir hataydı. Aşırı duyguların sorunlara yol açabileceğini her zaman göz önünde bulundurmalıydı. Aran'ın hayatı kendisinin ve astlarının aptallığı yüzünden pamuk ipliğine bağlıydı. Enoch onun hayatının zayıf alevinin sönmesinden korkarak nefes almakta bile zorlanıyordu.
Ancak, Enoch umudunu kaybetmedi.
Neyse ki astlarının planı kötü uygulanmış ve amatörceydi. Aran'ın güvende olduğunu teyit eder etmez, tüm bu durumun aceleyle hazırlandığını fark etti. Diğer her şey bir kenara bırakılmıştı ve direnecek hiçbir aracı olmayan imparatoriçenin kaçmış olması, astlarının beceriksizliğini ortaya çıkarmıştı.
Dahası, ne yazık ki Enoch Dük Silas'ın o kadar da beceriksiz olmadığını biliyordu. Lord Renz'in henüz dönmediğini görünce, Aran'ı bulamadığı anlaşılıyordu. Lord Renz böyle durumlarda kendini kaptırma eğilimindeydi ve şu anda muhtemelen Dük Silas tarafından manipüle ediliyordu. Bu sayede ihtimaller biraz daha Dük Silas'ın lehine dönmüştü.
Kara yolu üzerinden Danaar'a gitmekte olan Lord Renz'i takip ederken arkasından bir his onu yakaladı. Sanki bir şeyler ters gidiyormuş gibi rahatsız edici bir histi bu.
Dük Silas'ın Aran'ı böylesine bariz bir tehlike yoluna sürüklemesini beklemiyordu. İronik bir şekilde, şimdi ona bağlandığı için kendini daha çaresiz hissediyordu.
Ona bağlanmak.
Enoch, Dük Silas'ın bakış açısını anlayabileceğini hiç düşünmemişti. O sadece parlak şeyleri arzulayan cahil bir adamdı. Dük Silas gibi kara kalpli birinin ne düşündüğünü nereden bilebilirdi ki?
Yine de şimdi, her nasılsa, düşünceleri zihninde açığa çıkmış gibi hissediyordu. Rasyonel olmayan bir sezgi mantıkla harmanlanmış, Enoch'un zihninde farklı bir yol çizmişti.
Enoch, Danaar'a giden deniz yolunun yakınındaki bir köye bir şövalye gönderdi. Zaman tükeniyordu ama küçük bir olasılığı bile gözden kaçırmayı göze alamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Majesty, I Want You (NOVEL ÇEVİRİ)
Historical Fictionİmparatorluğun 17. İmparatoru bir kadındı. Roark Dükü sayesinde kardeşlerine karşı tahta geçebildi. "Majesteleri, isteğinizi yerine getirmeye hazırım." O, imparatorun sadık destekçisiydi ve her soylu, emriyle başlarını eğip kuyruklarını sallardı...