116

480 34 14
                                    

Serkan
Müthiş bir haftasonu geçirmiştik. Eylül, Masal ve ben şehirden uzaklaşmıştık ve ben kafamı bu güzel anlarla doldurmuş, pazartesi günkü davayı bir kez olsun düşünmemiştim ki istediğim de buydu. Zihnimi tamamen boşaltmak...

Sabah kalktığımda ev sessizdi, saat henüz altıya geliyordu ve beni uyku tutmamıştı. Erkenden kalkıp bugün giyeceklerimi hazırladım. Gömlek ütülü değildi ve iş başa düşmüştü. Hazır vaktim varken ütüleyebilirdim.

Ütü uzmanlıklık alanım değildi, aslında hiçbir ev işi uzmanlık alanım değildi, zaten yalnız kaldığımda da o yüzden yardımcı çağırırdım.

Kapım vurulduğunda Eylül'ü uyandırdığımı anlamıştım.

Serkan: gel canım... günaydın

Eylül kapıyı aralayıp içeri girmişti. Uykulu bir şekilde bir bana bir de elimdeki ütüye baktı...

Eylül: günaydın da naapıyorsun sen?

Serkan: ütü?

Eylül hafif bir kahkaha attı ve yanıma gelerek ütüyü elimden aldı...

Eylül: bunlar benim işim, sen git kahvaltını yap, ütüyü ben hallederim. Hem neden beni uyandırmıyorsun ki?

Serkan: daha saat erken çünkü. Ayrıca bu senin işin değil, bir ütüyü de yapabilirim herhalde

Eylül: emin misin? Yakayı bile düzgün yapamamışsın. Beni çağırmamana ne demeli peki? Haftasonu yoktuk diye ütüleri bitiremedim, normalde bunları benim yapmam lazımdı. Sen bana bırak, git son kez notlarının üzerinden falan geç. Ben hallederim beş dakikaya.

Serkan: canım, sen bu evin hizmetçisi değilsin, her şeyi senin yapmanı istemiyorum.

Eylül: ama ben keyif alıyorum. Sana bakmak hoşuma gidiyor. Senin bize baktığın gibi... ev işi yapmak hoşuma gidiyor...

Serkan: hoşuna mı gidiyor?

Eylül: evet... kendimi bu evin hanımı gibi hissettiriyor bana. İnsan başkasının evinde iş yapmaz, kendi evinin işini yapar. Ben de evimin işini yapmaktan zevk alıyorum. Hem seninle bu şekilde ilgilenmiş olmak da hoşuma gidiyor. Bırak da ben yapayım

Gülümseyip Eylül'ün saçlarına öpücüklerimi bıraktım...

Eylül: pantolon da ütü ister mi?

Serkan: hayır, sadece gömlek. Teşekkür ederim şimdiden..

Eylül: ne demek.

O ütü yaparken ben de kahvaltıyı hazırlamaya çalıştım. Eylül sayesinde yıllar sonra kahvaltı alışkanlığı edinmiştim. Bunca zaman sadece kahveyle geçiştirdiğime inanmak zordu. Sanki hep kahvaltı yapıyormuş gibiydim...

Eylül yanıma gelip gömleğin hazır olduğunu söyleyince odama geçip giyindim. Çok gergindim. Bir boşanma davasını kaybetmek istemiyordum. Hele ki meslektaşım Sibel ile bu şekilde karşı karşıya gelmeyi hiç...

Dün akşam yapmama rağmen yeniden tıraş oldum ve öyle geldim mutfağa. Eylül henüz Masal'ı uyandırmamıştı. Saat daha erken diye düşündüm.

Eylül: bu kadar gerilme Serkan, her şey iyi olacak.

O böyle söyleyince inanasım gelmişti

Serkan: davayı kaybedebilirim

Eylül: cinayet suçu değil ya, alt tarafı bir dava kaybedersin. Neden bu kadar gerildiğini anlamıyorum

Serkan: ben kaybetmekten nefret ederim

Eylül: biliyorum ama sen her şeyi kazanırsın... davaları, herkesin sevgisini, kalbimi... benim katır inadıma rağmen kalbimi kazandıysan bu davayı da kazanırsın. Uzun zamandır uğraşıyorsun zaten, kazanırsın.

Gülümsedim...

Serkan: ama kaybedersem gerçekten üzülürüm. Alt tarafı bir boşanma davası dedim, başıma neler geldi. Üstelik en sevmediğim meslektaşımla da yeniden karşı karşıya olacağım

Eylül: kim ki o?

Serkan: sen tanımıyorsun. Ama ben yıllar önce, daha yeni mezun olduğum zamanlarda ona karşı bir dava kaybettim. Hem de öyle basit bir davaydı ki, o aşırı derecede hazırlıklıydı, dakikalar içinde ben neredeyse tek kelime edemeden davayı kazandı. Ona yeniden yenilemem, anlıyor musun?

Eylül: eski meseleler yani... ama geçmiş geçmişte kaldı. Belli ki o zamanlar toy zamanlarındı ve hazırlıksızdın. Şimdi öyle başarılısın ki...

Serkan: ben bu sefer kendime güvenemiyorum

Eylül: Yine de bu kadar dert etmene gerek yok bence. Bu akşam sonuç ne olursa olsun ben de Masal da yanında olacağız mesela. Böyle düşün...

Gülümsedim... gerginliğim onun telkiniyle yavaş yavaş bedenimi terk ediyordu... Hipnoz gibiydi sözleri... bana başarabileceğimi söylüyordu, Sibel'i yenebileceğimi... kalbim de beynim de ona inanmamı söylüyordu.

Serkan: iyi ki yanımdasınız zaten...

Eylül: biraz kahvaltı yap, öyle git olur mu? Saçma bir şey için fazla gerginsin, midene vurur sonra...

Serkan: teşekkür ederim...

Kahvaltıdan sonra kravatımı alıp ayna karşısında bağlamaya çalıştım ama asla düz durmuyordu. Her gün bağladığım lanet olası kumaş parçası neden bugün düzgün durmaz olmuştu?

Eylül: yardım edeyim mi?

Serkan: olur...

Eylül: uzun zaman oldu, ama unutmadıysam böyleydi...

Yakalarımı kaldırıp kravatı benim pek alışık olmadığım bir bağlama stili ile bağladı.

Eylül: ve oldu sanırım... artık düz duruyor

Serkan: evet, teşekkür ederim. Sen nerden öğrendin bunu?

Eylül biraz alaycı bir şekilde kaşlarını kaldırarak baktı bana, sonra da hafifçe gülümsedi...

Eylül: eh, sonuçta kravatını bağladığım tek erkek sen değildin...

Serkan : ama Ali nefret ederdi takımlardan.

Eylül: evet, ama bazen resmi giyinmesi gerekirdi. O bağlamayı bilmiyordu, ben bağlıyordum.

Serkan: ellerine sağlık.

İlgilenilmek herkesin hoşuna giderdi elbet, ama Eylül'ün kıyafetlerimi ütülemek istemesi, bana kahvaltılar hazırlaması, destek olması ve hatta kravatımı bağlaması gibi ufak tefek hareketleri bile bana kendimi harika hissettiriyordu. Bir de bunları gerçekten sevgiyle ve istekle yapınca ortaya bambaşka bir şey çıkıyordu.

EmanetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin