Onun sesini duymamla beraber hızla arkama döndüm. Üzerinde hala forması duruyordu fakat şortunu değiştirmiş yerine pantolon giymişti.
"Zekice yazılmış bir kitap. Gençosman Denizci'nin kalemini seviyorum."
Şaşkınlığımı hemen sonlandırıp gözlerimi kaçırdım. Dikkatimi tekrar kitaba verirken tekrar konuştu.
"Senin de seveceğine eminim."
Kaşlarım havalandığında gözlerine bakmadan konuştum.
"Nereden biliyorsun seveceğimi? Belki polisiye sevmiyorum ben?"
'Ters konuşmasan ölürsün dimi?'
Ne alakası var? Benim seveceğime nasıl emin olabiliyor?
"O yüzden mi sürekli polisiye kitapları arıyorsun?" dedi o da altta kalmayarak. Bunu nereden bildiğini düşündüğümde kaşlarım çatılmıştı.
"Sen nereden biliyorsun benim polisiye kitabı aradığımı?"
Kendinden gayet emin bi şekilde bakıp eliyle saçını düzeltti.
"Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Seni ne zaman burada görsem bu kitapların yanına geliyorsun."
Beni ne zaman burada görse mi? Kaç kere görmüştü ki? Bi kere yağmur yağdığı zaman görmüştüm onu bi de bugün. O beni kaç kez görmüş olabilirdi ki bunu fark edecek kadar?
"Sen de çok sık geliyorsun buraya herhalde. Beni o kadar burada gördüğüne göre." dedim yandan bi bakış atıp. Tüm zekamla beraber yem atmıştım ona. Bakalım çok sık mı görmüş beni.
"Evet haftada iki üç kere gelirim."
Haftada iki üç kere mi? Yuh! Ben bile... Gerçi ben de haftada iki üç kere geliyorum buraya. Niye bu kadar şaşırdım ki?
'Kafan 1500.'
"Anladım." deyip kitaba döndüm tekrar. "Neyse ben şu kitabı yazdırıp gideyim geç olmadan."
Kitapla beraber yanından uzaklaşırken tekrar sesini duydum.
"Elif."
Arkama dönüp ona baktım. İki adımda yanıma gelip konuştu.
"Şey, evin uzak mı buraya?"
Sorduğu soruyla kaşlarım çatılırken merakla sordum.
"Hayır, neden sordun?"
Başının arkasını kaşırken söyleyeceği şeyden dolayı çekindiğini anlamıştım.
"Hava karardı ya, tek başına gidebilecek misin?"
Hava mı karardı? Hayır ya! Aceleyle cebimden telefonu çıkarıp saate baktım.
"Eyvah!"
Yirmi dakika çoktan geçmişti. Ve hava da kararmıştı.
"Benim hemen gitmem lazım çok geç kalmışım." deyip hızla kitapları yazdığımız yere gidip bugünün tarihini falan yazdım. Sonra koşar adım aşağıya inip dışarıya çıktım.
Allah'ım ben şuan dejavu mu yaşıyorum? Ya da rüya falan mı görüyorum? Şuan gerçekten yağmur mu yağıyor? Ve hava da kapalı, kararmış.
Stresle ellerimle oynarken ne yapacağımı düşündüm.
Düşün Elif düşün düşün...
Bir dakika! Onun şemsiyesi hala bendeydi dimi?
'Evet.'
Ve hala çantamda?
'Evet.'
Ama bu yağmurda onu ben kullanamam ki. Kaan'a vermem lazım.
'Evet.'
Bozuk plak gibi ne diye tekrar ediyorsun iç ses?!
'Sordun cevap verdik. Asıl sen benim her dediğime niye ters cevap veriyorsun?'
Kızdırıyorsun beni.
'Hep ben suçluyum zaten.'
Ya iç ses dur bi sonra trip atarsın. Şimdi ne yapmam lazım onu söyle.
'He aynen söylerim. Ne yaparsan yap umurumda değil.'
İç sesimi de kızdırdığıma göre kendimi tebrik edebilirdim. Sanırım onun da bi kalbi olduğunu unutuyordum. Bir dakika ya, onun kalbi var mı ki?
Ya Elif, şuan düşünmen gereken şey gerçekten bu mu sence? Tabii ki değil. Şuan ne yapmam gerektiğini düşünmem lazım.
Ne yapacağımı düşünürken kafamda çok da seçenek oluşmamıştı.
Ya şemsiyeyi ona verip eve ıslanarak gidecektim. Ya da yine şemsiyeyi ona verip abimi çağıracaktım.
İkinci seçenek daha mantıklı gelmişti. Hemen çantamdan şemsiyeyi çıkardım. İçeri tekrar girip Kaan'a şemsiyeyi verecektim ama o çoktan dışarıya çıkmıştı. Çabucak yanına gidip elimdeki şemsiyeyi uzattım.
"Al."
Kaan elimdeki şemsiyeye tuhaf tuhaf bakarken bi şemsiyesi olduğunu unutmuş olmaması için içimden dua ettim.
"Senin şemsiyen bu, hani yağmur yağdığı gün vermiştin." dediğimde bana bakıp eliyle havayı gösterdi.
"Yine yağıyor."
Yağmurun yağdığını bildiğim halde havaya baktım.
"Olsun, şemsiye hala senin."
Bana 'ciddi misin' bakışı attığında gözlerimi kaçırıp elimdeki şemsiyeyi biraz daha uzattım.
Tekrar ona baktığımda kaşlarını çattığını fark ettim.
"Elif saçmalama istersen, bu yağmurda senden şemsiyeyi alacak değilim."
"Sağ ol ama ben abimi çağıracağım. Al da emanetini sapasağlam teslim etmiş olayım." dediğimde bi bana bi şemsiyeye baktı.
"Abini mi çağıracaksın?"
Hızla başımı salladığımda omuz silkti.
"İyi, abin geldiğinde alırım o zaman."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dar Kafa
HumorŞu an sap gibi kalmıştım gerçekten. Neyse canım. Başa gelen çekilir. Yapacak bir şey yok, mecbur ıslanacağız. Gidebildiğim yere kadar kaldırımın yağmur gelmeyen yerlerinden ilerledim. O da işte beş on metre falan. Artık ıslanma vakti gelmişti. Ne d...