Kutsal Anka İmparatorluğu, Anka Şehri.
Kutsal Anka'nın ana salonunda Feng Hengkong, ellerinde büyük ve geniş bir harita tutuyordu. Harita, Mavi Bulut Ulusunun bölgesini gösteriyordu ama haritanın üzeri, bir sürü ateş desenleriyle işaretlenmişti... Ateş desenleriyle işaretlenmiş olan yerler, Kutsal Anka Ordusu tarafından el konulan yerlerdi.
Feng Hengkong'un gözleri, haritanın en sağına, "Yüzen Bulut Şehri" yazan yere dikilmişti. Bir süre hareketsiz kaldıktan sonra, derin düşüncelere dalıp gitti.
Uzaklardan muhteşem derecede yüksek sesli bir yankı duyuldu ve bu yankı, Feng Hengkong'un bütün kemiklerini titretti... Bu normal bir çağrı değildi. Bu, Anka'nın çağrısıydı! Anka'nın çağrısı o kadar asildi ki; vücudunda bulunan Anka kanının azmasına sebep oluyordu ve bu da tüm kalbi ve ruhuyla ona tapma isteği veriyordu.
Aynı zamanda, gökyüzünde altın renklerle parlayan ve zor bir şekilde görünen bir ışık hüzmesi görüldü.
"Anka Tanrısı'nın Çağrısı mıydı?" Feng Hengkong aniden elindeki haritayı düşürdü ve şok içinde haykırdı. Oradan Anka Tanrısı'nın geçtiğini adı gibi biliyordu... Fakat bu sefer yapılan çağrı, kesinlikle Anka Tanrısı tarafından yapılmıştı. Bu çağrıyı bir insan, yaratık, hatta Kutsal Anka Tarikatının en güçlü üyesi bile taklit edemezdi.
Feng Hengkong aceleyle ilerlemeye başladı. Ana salonu geçmesiyle birlikte Feng Ximing'i müthiş bir hızla gelirken gördü. Feng Hengkong'u görür görmez, aniden yerinde durdu ve hiç vakit kaybetmeden dedi ki, "Baba... O... Xue'er... Xue'er uyanmış!!"
"Ne?" Feng Hengkong afalladı, ardından son derece mutlu ve heyecanlı bir ifade takınıvermişti. Daha fazla konuşarak vakit kaybetmeden alev ışığına dönüştü ve direkt olarak Kutsal Anka Salonuna doğru uçtu. Feng Ximing de aynı şekilde onu hemen arkasından takip ediyordu.
Üç yıl önce, Feng Xue'er İlkel Kaynak Ark'ından kaçıp, Ye Xinghan'ın işlediği suçlar üzerine kaldığı zaman; gözyaşları içerisinde komaya girmiş ve o zamandan beri uyanmamıştı.
Bugüne kadar, üç yıldır komadaydı.
Onun girdiği koma, hiç de normal bir komaymış gibi durmuyordu. Komaya girdiği zaman, kızıl renkli bir Anka alevi, tüm vücudunu yakmaya başlamıştı ve alevlerin ortaya çıkardığı ışık, tüm vücudunu sarıp sarmalamıştı. Böylece Anka Tanrısının yaşadığı yer olan Kutsal Anka Salonuna ışınlandı. Bu süre boyunca, Ye Xinghan, Antik Mavi, Ji Qianrou ve diğerlerinin terör estirdiği Anka Tanrısı'nın ruh kalıntıları tamamen kaybolmuştu.
Feng Xue'er, o zamandan beri komada kalmaya devam etti. Bütün vücudu Anka alevleriyle yanıyordu ve hiçte sönecekmiş gibi durmuyordu. Ankanın alevleri çok keskindi ve bu alevler, Kutsal Anka Tarikatındaki hiç kimsenin dokunmaya cesaret dahi edemeyeceği kadar ölümcüldü. Feng Hengkong tüm gücünü kullansa bile on beş metreden daha yakına yaklaşamazdı.
Bu üç sene boyunca Feng Hengkong, Kutsal Anka Salonuna gidip Feng Xue'er in uyandığını kişisel olarak görmek istiyordu ve bu yoldan hiç vazgeçmedi. Sadece 2 saat önce oradaydı... Ve şimdi onun uyandığını duymuştu. Kutsal Anka İmparatoru o kadar heyecanlıydı ki tüm vücudu titriyordu. Ona göre Feng Xue'er, kendi ve bütün Kutsal Anka Tarikatının hayatından önemliydi. Feng Xue'er in üç yıl boyunca komada olmasından dolayı Feng Hengkong, her gününü mutsuz bir şekilde geçiriyordu.
Feng Hengkong, Kutsal Anka Salonuna sert bir fırtına gibi giriş yaptı ve önün duran Feng Xue'er'i gördü. Feng Hengkong adımlarını durdurdu. Titreyerek ve yavaş bir şekilde Xue'er'e yaklaştı. Titrek bir ses ile dedi ki, "Xue'er... Xue'er... Uyandın... Sonunda uyandın."