Burası da... Neresi?Yun Che önünde sadece tamamen beyaz bir dünya görebiliyordu.
"Kocam..." Cang Yue'nin sesi kulağına geldi. Anka cübbesi giyiyordu, nazik ve yumuşak bir ifade ile güzel yüzünü sergiliyordu: "Kendine iyi bakman gerek, seni başkentte bekliyorum... Arzularının hepsini yerine getirene kadar bekleyeceğim, ardından nereye gitmek istersen sana eşlik edeceğim. Senden başka bir şeye ihtiyacım yok."
"Kıdemli Kız Kardeş Xuerou... Yue'er..." Yun Che elini uzatıp onun yumuşak omuzunu tutmak için elinden geleni yaptı: "Endişelenme, uzun süre bekletmeyeceğim. Hayatımda sana zaten çok fazla yanlış yaptım... Ama kesinlikle... Seni yüz üstü bırakmayacağım."
Ama eli sadece bir hayali geçmişti.
"Küçük Che, yine mi yaralandın?"
Bu sefer Lingxi'nin tatlı ve nazik sesini duydu: "Bir araya gelmemiz kolay olmadı, bu nedenle sana bir şey olmamalı. Aksi halde daha fazla yaşamaya nasıl devam edeceğimi bilemiyorum. Küçük Che... uuu..."
"Küçük Hala, endişelenme, ben iyiyim... Bu yerden çıktıktan sonra hemen yanına geleceğim."
"Peki ya ben? Ne zaman dönüp beni göreceksin?"
Kızgın bir ses arkasından geldi. Döndü ve imparatoriçeyi gördü. Küçük ve narin olabilirdi ama bedeninden korkutucu bir güç yayılıyordu: "Kısa sürede döneceğini söyledin ama yarım sene geçmesine rağmen tek bir mesaj bile göndermedin?! Artık beni hatırlamıyor musun?!"
Yun Che panikli ve endişeli bir tonda cevapladı: "Caiyi, seni nasıl unutabilirim? Hayali Şeytan Ülkesinden ayrıldığımdan beri her gün seni düşündüm. Ancak burada çok fazla beklenmedik olay yaşandı. Her şeyi hallettiğimde en kısa sürede yanına geleceğim ve birçok kişiyi de yanımda getireceğim."
Yun Qinghong ve Mu Yurou'nun görüntüleri İmparatoriçenin arkasında ortaya çıktı. Hafif bir gülümseme Yun Qinghong'un sakin yüzündeydi, her zaman olduğu gibi rahattı: "Che'er, sen gerçek bir adamsın, babanın en gurur duyduğu şey sensin. Ayrıca ailemizin de gururusun. Devam et evlat. Kendini endişe ve kısıtlamalar ile yük altında bırakma, sana doğru gelen şeyleri yap. Ne yapman gerekiyorsa onu hallet!"
"Hayır, babanı dinleme..." Mu Yurou konuşurken gözleri nemlendi: "Che'er, acele edip eve gel. Annen seni özledi... Annen senden büyük şeyler başarmanı istemiyor. Hayatın sıradan olsa bile önemli değil. Sadece senin güvende olmanı ve endişe duymamanı istiyorum..."
"Baba, anne..." Yun Che mırıldanırken elini uzattı, ancak onlara dokunamazken onların figürleri de yok odlu.
"Yun Che, çok çok uzak bir yere gittim ve belki de bir daha karşılaşamayacağız. Kendine iyi bakman gerek."
Bu ses yumuşak ve nazikti, ama neredeyse duygusuz geliyordu. Yun Che kafasını doğrulttu ve mavi kıyafetli Qingyue'nin bulutların üzerinde olduğunu gördü. Figürü sisliydi ve sanki cennetten gelen bir peri gibi gözüküyordu. Güzel gözleri Yun Che'ye baktıktan sonra döndü ve bulutlar ile birlikte süzülerek uzaklaştı.
"Qingyue! Neredesin... Gitme!! Nerede olduğunu söyle!"
Ama ne kadar seslenirse seslensin Qingyue de yavaşça kayboldu.
"Heh, enişte her ne kadar ablamın gittiği yeri bilmesek de ben artık aşırı güçlüyüm! Ondan bile güçlüyüm!"
Yuanba önünde ortaya çıkarken yumruklarını sıktı: "Daha önce eniştem beni koruyordu. Ama bundan sonra eniştemi koruyan ben olacağım! Eğer birisi enişteme zarar vermeye cüret ederse o kişiyi dövemesem bile hayatımı ortaya koyup savaşacağım!"