Gece çökmüş olsa da İlahi Anka Şehri hala sakinleşmemişti. Anka öğrencileri hala Yun Cheyi aramaya devam ederken kafasız karasinekler gibi geziniyorlardı. Tüm gün yaptıkları çalışmanın bir sonuç vermemesi onları kızdırmıştı ve hiçbiri geri dönüp bulduklarını rapor edecek yüze sahip değildi. Bu nedenle giderek telaşlı ve gözü dönmüş hale gelmişlerdi ve sayısız büyük tüccar loncasını, tarikatı, tıbbi salonu ve hatta yerleşim bölgesini arayıp temelde bir kişinin saklanabileceği her yerin altını üstüne getirmişlerdi.Bu bölgelerin tek istisnası ise doğal olarak Kara Ay Tüccar Loncası idi.
Tüm çabalarına rağmen Yun Che'nin gölgesine bile rastlayamamışlardı. Başardıkları tek şey şehir vatandaşlarını öfkelendirmek olmuştu ki onlar da bir şey söylemeye cüret edemiyorlardı.
Gecenin ortası geldiğinde aramayı sonunda durdurmuşlardı, ancak hala tarikattaki ışıklar yanıyordu. Yun Che'nin izini neredeyse tüm tarikatı kullanmalarına rağmen bulamamaları şok olmalarına neden olurken, atmosferin aşırı yoğun ve baskıcı hale gelmesini sağlamıştı. Feng Hengkong ve çeşitli büyükler de istisna değildi; hiçbiri uyuyamamıştı ve bu nedenle de Anka Ana Salonunda toplanarak Yun Che ile ilgili ne yapacaklarını tartışmışlardı... Yun Che'nin gitmeden önce söylediklerinden yarın bir kez daha geleceği açıktı.
Bu sefer Yun Che'yi ne olursa olsun ortadan kaldırmaları gerekiyordu. Yun Che'nin ilk seferinde kaçması onun garip hızının onları hazırlıksız yakalaması ile açıklanabilirdi. Eğer bir kez daha kapılarına kadar gelir ve ikinci kez onu öldürmekte başarısız olurlarsa, tüm Kaynak Gökyüzü Kıtası İlahi Anka Tarikatına büyük bir şaka olarak davranacaktı ve beş bin yıllık prestijleri tek darbede sarsılacaktı.
Mutlak kaos gününün ardından İlahi Anka Şehri belli bir sessizliğin altındaydı. Özellikle de İlahi Anka Tarikatının içindeki atmosfer o kadar baskıcıydı ki birisi sanki düdüklü tencerede pişiyormuş gibi nefes almakta bile zorlanıyordu.
İlahi Anka Şehri içinde insanlar Anka Şehrine doğru bakıyorlardı ama bunu ne zaman yapsalar artık kudret ve huşu yayan Anka Tanrısı Heykelini göremiyorlardı.
İlahi Anka Tarikatı içinde Feng Hengkong ne uyumuş ne de tarikat kapılarından çıkmıştı. Anka Ana Salonunun girişinde kafasını kaldırarak duruyor ve gökyüzüne bakarken bedeni çevredekilerin kalbinin korku dolmasına neden olacak vahşi bir aura yayıyordu... Anka Tanrısı Heykeli yok edilmişti ve oğlu öldürülmüştü. Ancak bunun suçlusu olan Yun Che kaçmayı başarmıştı ve onun izini bile bulamamışlardı. O anda Yun Che'nin birkez daha gelmesini beklemekten başka şansları kalmamıştı. Tüm bunlar Feng Hengkong'un kalbindeki kızgınlığın ve içerlemenin kaynama noktasına ulaşmasına neden oluyordu.
"Tarikat Lideri..." Otuz Sekizinci Büyük Feng Yunzhi ona doğru ilerlerken konuştu.
"Yun Che'nin yerini hala bulamadınız mı?" Feng Hengkong duygusuz bir sesle sordu, bu konuda pek umudu olmadığı belliydi.
Feng Yunzhi kafasını salladı ve alçak sesle konuştu: "Bir gün boyunca aradık... Yani artık... On Dördüncü Prensin cenaze seromonisini yapma zamanımız geldi..."
Feng Hengkong'un kaşlarının merkezi şiddetlice sarsıldı, sanki bir tür iğne batırılmış gibiydi. Feng Xiluo ölmekle kalmayıp cesedi bile kalmamıştı. Feng Hengkong bunu ne zaman düşünse kalbi parçalanıyor gibi hissediyordu. Aşırı alçak ve kasvetli bir sesle konuştu: "Hala Yun Che'yi yakalayamadık... Onun kanını ve hayatını Luo'er'in aramızdan ayrılan ruhunu rahatlatmak için kullanmalıyız!"
Feng Yunzhi başını eğdi ve usul bir iç çekti: "Anlaşıldı. Dün, biz tamamen hazırlıksız yakalandık, bu nedenle o başarıyla kaçabildi. Ama eğer bir kez daha gelirse kesinlikle ağımızdan kurtulamayacak. Onu gün boyunca aradık ama izine rastlayamadık, açıkça şehirden çoktan kaçmış. Şu anda şehrin her bir köşesi gözetleniyor, yani bölgemize girdiği an tarikata hemen bildirilecek ve onun ellerimize düşmesini bekleyeceğiz."