Dördüncü Bölüm

65.3K 5K 481
                                    

Bütün geceyi toplasam bir saat uyumamışımdır. Yerimde dönüp durmaktan kollarım ağrıyarak çıktım yataktan. Saçlarımı öylece bir topuzun içine hapsettikten sonra tutsağımı kontrol etmek için alt kata geçtim. Tutsak! Kulağa gerçekten de insan kaçakçısı gibi geliyordu. Neyse ki sadece bir süreliğine alıkoyucuydum aslında.

Kilidi açmadan önce kapıyı tıkladım. İçeriden gelen herhangi bir yaşam belirtisi yoktu. Anahtarı sonuna kadar çevirdim. "İçeri giriyorum." Diye seslendim.

Dün akşam bıraktığım yerdeydi. Koltuğa yaslanarak yerde oturuyordu. Bacaklarını kendisine doğru çekmişti. Bağlı ellerini dizinin üstüne yaslamıştı. Gözleri doğruca üstüme odaklandı.

"Tuvaleti kullanmalıyım."

Ah! "Ta-tabi... Hemen burada..." Geri çekildim ve odanın dışındaki ilk kapıyı gösterdim.

"Zıplayarak gidebileceğimi sanmıyorum."

"Ayaklarınızı çözmeyeceğim."

"Öyleyse ortalığı temizlemek zorunda kalacaksın, Leyla Karaca."

Sesinden zor durumda olduğu anlaşılıyordu. Başımı salladım. Bir kez daha şans tanıyacaktım. Önüne geçtim. Attığım basit düğümü çözdüğümde ayakları serbest kaldı. Hemen geri çekildim. Bir kez daha başıma darbe yemek istemiyordum. "İşte... Kısmen özgürsün." Koltuktan destek alarak ayağa kalkmasını izledim. Bir anda devleşti. Karşısında küçücük kalma hissini sevmedim. Fiziksel olarak birbirimize rakip olmamız söz konusu bile değildi. Elimi geriye götürdüm.

Hayır! Hayır! Hayır!

Silah yanımda değildi! Aradaki mesafeyi biraz daha açtım.

Bunun farkına bile varmadı. Doğruca beni geçti ve gösterdiğim kapıdan içeri girdi. Hemen dışarı çıkamayacağını varsayarak salon kısmına koştum. Silahı dün gece buraya bir yere bırakmış olmalıydım. Hızla etrafa bakındım. Yukarıda! Basamakları benden beklenen hızın belki de dört katıyla tırmandım. Başucumdaki çekmeceyi açtım. Bingo!

Geri dönmek için fazla zaman kaybettiğimin farkında değildim. Basamakları inmeyi bitirdiğimde Mehmet Ayaz Artuklu'yu salonun ortasında dururken buldum. Çevreyi inceliyordu. Döndü ve beni gördüğünde durdu. "Nereye kaybolduğunu merak ediyordum." Bakışlarını indirdi. Elimdeki şeyi fark edince kaşlarını birbirine yaklaştırdı. Bir şey söylemesini bekledim. Aksine sessizliğini koruyup televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu.

"İçeriye geçmek zorundasınız." Pek de zorunda hissetmiyormuş gibiydi. Yayıldı iyice. Ayaklarını önündeki sehpanın üzerine uzattı. "Lütfen..."

"Gidip yiyecek bir şeyler hazırla."

Hey! "Hizmetçiniz yok burada." Dünkü öfke dolu adama ne olmuştu? "İçeri geçmeniz için ısrar etmek durumunda kalacağım." Bağlı ellerini havaya kaldırdı ve başının gerisine attı. Yatar pozisyona geçmişti neredeyse.

"Beni vurmak zorunda kalacaksın, Leyla."

"Vurmamayı tercih ederim."

"Öyleyse buradaki varlığıma alışsan iyi edersin."

O aşırı öfkeli nefret dolu adamdan insanı delirten umursamaz birine dönüşmüş olması fazlasıyla sinir bozucuydu. Silahı eşofmanımın beline sıkıştırdım. Dolaştım ve Amerikan mutfağına geçtim. Neler hazırlayabileceğim için dolabı karıştırdım. Aşçı bensem ne hazırlarsam yemek durumunda kalacaktı. Sandviç ekmekleri çıkardım. Elimdeki malzemeler kadarıyla yapabileceklerimi kontrol ettim. Ekmekleri tavada biraz ısıttıktan sonra üstlerine biraz yağ sürdüm ve kaşar peyniri dilimleri yatırdım. Isınmaya bıraktım. Bir tabağa domates ve salatalıkları doğradım. Reçeller için küçük kase arayışına başladım. Yarım saate yakın zaman harcamama değmişti. Hiç de fena gözükmeyen bir iş çıkarmıştım.

Tavadakileri tabağa alırken arkamda gezinen ayak sesleri işittim.

"Gayet başarılı..." Bağlı ellerini salatalıklara uzatmış bir şekilde yakaladım. İçlerinden bir tanesini alıp ağzına attı. "Sabahları kafeinsiz kahve içerim. Sade ve şekersiz... Suyu iyice kaynamış olmalı."

Zoraki gülümsedim. "Kafanıza bir kez daha vurmamı istiyorsunuz, sanırım."

"Hemen sinirlenme, güzelim. Burada bana iyi bakmak zorundasın."

Tabağı gürültülü bir şekilde bıraktım. Zorunluluğumun onu burada tutmak olduğunu hatırlatmamak için kendimi güçlükle tuttum. "Kafeinsiz kahvemiz yok. Eğer arzu ederseniz yoğun kafeinli bir kahve hazırlayabilirim. Ya da beni fazla zorlamazsınız ve şurada demlenmekte olan çaydan bir bardak almayı kabul edersiniz." Cevap vermesini beklerken sırtımı dönmedim. Aramızdaki mesafe bu kadar azalmışken dünküne benzer bir olaya daha fırsat tanımak istemiyordum. "Evet?"

"Su yeterli olacaktır."

Güzel! Kendime bir fincan çay almak için ona bakarak geri çıktım.

"Sana saldırmayacağım, Leyla." Bir parmağını üstüme doğrulttu. "Silahın belindeyken üstelik..." Yine de güven duyma konusunda sağlam nedenlerim vardı. Onu görüş alanımdan çıkarmadan bir bardak su ile çayımı adım.

"Teşekkür ederim."

Teşekkür mü? Galiba kafasında ciddi bir hasara sebep olmuştum. Başımın gerisini gösterdim. "Acıyor mu?" Sorumu yanıtlamak yerine kızartılmış ekmeklerden bir tanesini ağzına götürdü. Yutmasını bekledim.

"Bütün gece..."

Bir magazin programında düğün ile ilgili haber bulma umuduyla kanalları gezmeye başladım. Diğer yandansa Mehmet Ayaz Artuklu'nun televizyonu görebileceği şekilde taburesini çekmesini takip ettim. Arada çayımdan küçük yudumlar aldım.

"... genç gelinden gelecek açıklama merakla beklenirken..." Mehmet Ayaz Artuklu neredeyse ışık hızında televizyona döndü. "Sesini ver."

Ben de öyle yapacaktım zaten.

"İlk açıklama Artuklu cephesinden geldi. Bu sabah Sadi Subaşı ile görüştüğü bilinen Ziya Artuklu adına konuşan kızı Zeynep Ece Artuklu durumu şu sözlerle ifade etti." Görüntü değişti. Spiker ekrandan kaybolurken hamile bir kadın belirdi. Biraz yorgun gözüküyordu. "Yaşananlar karşısında bizler de çok şaşkınız." Yaşananlar derken? "Ayaz'ın ailesinden böyle bir durumu saklamış olması... Gerçekten şaşırtıcı..." Mehmet Ayaz Artuklu oturduğu yerde döndü. Artık tüm vücuduyla televizyonun karşısındaydı. "Hem Subaşı Ailesi'ne hem de Karaca Ailesi'ne karşı mahcubuz."

Anlamadım!

"Ne saçmalıyor bu?"

Beklemediğim çıkışı beni yerimden sıçrattı. Neredeyse çayımı üzerime döküyordum. Bir kazaya sebep vermemek için onu tezgâhın üstüne bıraktım.

"Suphi Karaca'nın görüşme tekliflerinizi reddettiği doğru mu, efendim?" Kadın, gazetecinin sorusu karşısında gülümsedi. Acı içinde bir gülümsemeydi. Babamla neden görüşmek istiyorlardı? Allah aşkına İstanbul'da ne oluyordu? Mehmet Ayaz Artuklu masaya uzandı ve su bardağını aldı.

"Leyla Karaca'nın abim tarafından kaçırılmış olması kesinlikle affedilemez."

Yerimden fırladım.

Karşımdaki adam ağzındaki suyu bardağa püskürtüp dışarı taşırdı. Elleri, yüzü ve giysileri, su içinde kalırken küfrettiğini işittim. Neredeyse kıracak kuvvetle mermerin üstüne bıraktı. Artık televizyona değil doğrudan bana bakıyordu.

Öldün sen, Leyla!

Damat Kaçırma (Final)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin