Doksan Sekizinci Bölüm

37K 2.4K 726
                                    

Zaman...

Geçmiyor. Geçti mi yakalanmıyor. Yakaladığını düşünsen bile tutulmuyor. Şarkılar haklıydı. Tutamıyorum zamanı... Zamanı tutabilmek ne mümkündü? Bize düşman mıydı, bilmiyordum. Tek bildiğim aynı tarafta değildik.

Davalar...

Günler, haftalar, aylar... Hatta yıllar...

Bu kabus başlayalı üç yıldan fazla oluyordu. Babam, üç yıldır tek kişilik hücrede tutuluyordu. Üç yıl... Masumiyetinin cezalandırıldığı koca üç yıl... Torunları, üç yaşındaydı. Ben, üç yıldır Mehmet Ayaz ile evliydim. Eren, üç yaş daha büyüktü ve canavar gibi okuyordu, zehir gibi matematik biliyordu. Karaca GYO'yu terk edeli neredeyse üç yıl oluyordu.

Üç yıl, bize o kadar çok şey eklemişti ki...

Daha çok babasızlık...

Üç yılın, babamdan çok şey götürdüğüne emindim.

Her yeni dava, bir fazla ceza ile sonlanıyordu. Hâkimlerin, savcıların ağzından çıkan her sözü kaydediyordum. Dört yüz on yedi yıl... Aras'ın ve benim mağdur sıfatıyla ifade verdiğimiz davadan beraat edebilmişti sadece. Bu da bir şeydi, değil mi?

Kale gibi yükselen adliye binasına baktım.

Basamaklarda oturan Aras'a baktım. Arabaya yaslanarak bekleyerek Mehmet Ayaz'a döndüm. Bugün, Süheyla Artuklu cinayetinin son davası görülüyordu. İnterpol'ün getirme emri uygulamaması üzerine Sadi Subaşı'nın dava ile ilişkisi düşürülmüştü. Sebebini tahmin edebiliyordum. Merve Subaşı... Dünya'nın bir yerlerinde saklandıklarına emindim. Aramalarımız sonuç vermemişti. Onları artık yakın arkadaş kontenjanına aldığım Gerald bile bulamamıştı.

Kaldırımın ortasına gelerek durdum.

Aklımdaki binlerce düğüm arasında beni en çok korkutanı Süheyla Artuklu davasında, babama ceza verilme ihtimaliydi.

Çok sevdiği kız kardeşini öldürdüğünü düşünürler miydi? Allah'ım babama yardım et. Kaç milyonuncu duam olduğunu hatırlamıyordum. İstanbul'a dönüşümüz ile başlayan son bir yılımızda bu kaldırımda kaçıncı kez beklediğimi hatırlamıyordum. Babamı görmek umuduyla, cezaevi aracını kaç kez takip ettiğimi de hatırlamıyordum. Umutsuzca... Bir şekilde babama yaklaşmaya çalışıyordum. Bir adım değil bana bir santimetre bile yeterdi.

Durduğum bu kaldırımdan biraz daha yakın...

Yanımda Mehmet Ayaz'ın varlığını hissederek döndüm. "Birazdan sonlanacaktır." Dedi kulağımın yanında. Başımı, çenesine yasladım.

Evet.

Başımı salladım. Yüzümdeki güneş gözlüğü, kâküllerim ve siyah şapkam ile tanınmadığıma güvenerek çevreyi kontrol ettim. Basın bandının gerisinde bekleyen kameramanlar, kanallar, spikerler, mikrofonlar acımasız bir orduyu andırıyordu. Babamı yemek için buradaydılar. "Basın için bir şey yapamaz mıyız?"

"Kamu davası..."

Dudaklarımı sıktım. Kamu davası değildi. Benim babam, birilerinin kurban edebileceği bir figür değildi. Parmaklarım arasındaki parmaklara tutundum. Mehmet Ayaz'ın koluna sarıldım. O an merdivenlerden koşarak inen iki jandarmayı gördüm. Sonra iki tanesi daha çıktı. Ve babam...

Siyah takım elbisesi içinde... Saçları tümüyle beyazlamıştı. Başını öne eğerek iniyordu basamakları. Ellerindeki kelepçeyi gördüm. Kollarına kilitlenmiş jandarma vardı iki yanında. Yanında, sağında, solunda... Her yerinden tutuyorlardı.

Damat Kaçırma (Final)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin