Ellerimin titremesi bir türlü durmak bilmiyordu.
Ne kadar sıkarsam sıkayım, eklem noktalarından kopacak gibi olsa da engel olamadığım bir titreme hali söz konusuydu. Korkuyu kemiklerimde bile hissediyordum. Aras'ın birkaç önceki üç cümlesi ecel terleri dökmeme sebep oluyordu. "Mehmet Ayaz burada... Babamla birlikte... Ve Zeynep'i de görüyorum."
Evren her şeyi alaşağı etmek zorunda mıydı?
Hesap sormak haddime düşmese de cevap arayışlarım bu gece için kaçınılmazdı.
Her iki taraftan da sakladığım bu hal, koca bir kaya misali beni altına alarak ezmişti. Ne ezmek ama... Nefes bile almaksızın kapılardan geçtiğimiz saniyeyi bekledim. Tekerler döndü ve döndü. Azalan ivmemiz sıfıra indiğinde arabadan çıkma konusunda derin endişelerim vardı.
Pencerenin önündeki siluet ödümü patlatmaya yetiyordu. Henüz şansım varken... Belki de... Uzaklaşmayı denemeliydim. Ayaklarım sürüklenirken mi? Ne mümkün? Yukarıdan gelen bakışlar kaya olup üstüme düşüyor gibiydi. Suçluluk çemberim öyle daralmıştı ki nefes bile alamıyordum. Ne olur mucize! Yalvarırım, bir mucize... Şu an beni kurtaracak her şeye razıydım. Değil yalan, tek bir yanlış kelime bile çıkmayacak ağzımdan.
Bütün sözlerim, anlaşma çabam fayda getirmedi.
Merdivenleri çıkıp kapılardan geçtiğimde koridorda bekleyen annem ve Aras ile karşılaştım.
Salon girişinin tam önünde duruyorlardı. Aras'ın sakin beden diline rağmen annem, saldırgan bir tutum içindeydi. Kollarını göğsünde kavuşturup gözlerini hafif kızarak neler çevirdiğimi soruyordu. Konuşamayacaklarım... Çok acı ki susmak durumunda olduklarım beni bir felakete sürüklüyordu. Açık sözlülük, dürüstlük yüce erdemler olsa bile hayattaki bazı dengeleri korumak adına yalan söyleme inisiyatifini kullanmaktı tercihim. Böyle insanların cesareti takdir edilmeliydi.
Annemi geride bırakarak salonun ölüm sessizliği sınırlarından geçtim.
Babam, koltuklardaydı.
Bir bacağı titrer haldeydi ki bu kendini tutmak için insanüstü çaba harcadığını gösteriyordu. Vücudunu saran öfkenin yüzdesi, gözlerinden okunuyordu. Bunu sevmiyorum. Başım öyle büyük beladaydı ki kestiremiyordum bile. Bana ne kadar kızacağını tahmin edemiyordum. Beni neyle cezalandıracağına hayal gücüm yetmiyordu. Bunca senelik çabalarıma, işimle ilgili her şeye hatta özgürlüğüme bile veda etmem gerekebilirdi.
"Baba, ben aç-"
Elini kaldırdığı an sustum. Uzatabileceğim bir şey değildi ve ısrar etmedim. Zaten açıklayamazdım.
"Aras!" Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. İkizim hemen yanımda belirince endişeli gözlerle onu kontrol ettim. "Yasin'in tazminatını ver, gönder. Bir saniye daha çatımın altında istemiyorum."
Ne? "Bunu yapamazsın." Diye çıkıştım. Onun bir suçu yoktu. "Her şeyi ben planladım." Ben istedim. "Benim fikrimdi." Yasin'i gözden çıkaramazdı. "Güvenliğim için-"
"Ne güvenliğinden bahsediyorsun, sen?" Başını iki yana salladı. "Ne evimde ne şirketimde ona yer yok. Sana gelince..." Babam yerinden kalkıp da yanıma yaklaştığında onu takip eden bakışlarım, salonun diğer köşesinde tanıdık bir siluet keşfetti. Dalgalı siyah saçlar ve duru mavilikteki gözler... Hayır! Hayır, hayır, hayır... Yüz kere, bin kere hayır! Burada olmamalıydı. Şimdi olmamalıydı. Olmamalıydı işte. Sadece olmamalıydı.
Mehmet Ayaz, karşımda olmamalıydı.
"Senindir, evlat."
Babam, bütün hesaplaşmayı ona bırakarak çekiliyor muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Damat Kaçırma (Final)
RomanceOlaya hiç bu açıdan bakmadım ben. Hayatım boyunca o kadar çok şey kaçırdım ki... Hayaller, dostlar, mutluluklar, güven, aşk, eğlence... Ama bu adam! Kaçırdığım en iyi şeydi.