Yetmişinci Bölüm

45K 2.8K 562
                                    


Ben...

Kendimi bu kadar salak hissetmemiştim.

Elinde iki adet bilet tutan adama bakarken utancımdan ölmek üzereydim. Yer yarılmalı. Ve ben içine düşmeliydim. Ancak bu şekilde düzlüğe çıkabilirdim. Salak! Salak! Salak! Hem de ne salak! Daha kaç kez tekrarlamalıydım? Daha kaç kez kendime hatırlatmalıydım? Konu Mehmet Ayaz Artuklu ise bir sonraki adıma geçmeden önce kırk düşünmeliydim. Düşünmedin ama. Düşünemedim.

Şimdi ise bu komik durumun orta yerindeydim.

Beni öldürmeyen utancım yaka paça yerlerde sürüklüyordu.

"Ben-sandım." Ne? Ne sanabilirim? Şu kontrolsüz heyecanımı nasıl açıklayabilirdim? Bana anlamlandıramayan gözlerle bakan bu adamı ne ikna edebilirdi?

Az önce gelişen sahneyi bir evlilik teklifi olarak yorumlamak mı?

Beynimi nerede unuttuğumu sorarlardı.

Paris, aşk, romantizm, ışıklar, duygular... Benim bir suçum yoktu. Klasikleşen Eyfel Kulesi- Bir saniye? Ah, teşekkür ederim Allah'ım. Dönerek yanımda kalan kuleyi gösterdim kollarımı kocaman açarak. "Orası." Bir kaşını kaldırdı. "Oraya gideceğiz sandım." Sonuçta Eyfel Kulesi'ne çıkmak büyük bir olay sayılırdı. "Yukarı çıkmadım hiç." Pinokyo Leyla. Pinokyo Leyla. Pinokyo Leyla. Burnum karıncalanıyordu.

Beni sessizce izliyordu.

İnanmış mıydı?

"Başka ne sanabilirim ki? Kule tabi ki..." dedim ısrarla. "Çıkmayacak mıyız?"

"Seni bu kadar heyecanlandıracağını tahmin edemedim."

"Çok." Atılarak bir daha gösterdim. "Mükemmel değil mi? O... O... Bacakları!" Bacak ne, be? Tüm açıklığı çapraz geçen çelikten ibaretti ve saçmalamak bile ancak bu kadar batırılabilirdi. "Yani... Manzarası!" Döndüm meydanın geri kalanını gösterdim. "Her yeri görüyor olmalı."

"Kuleye çıkmak mı istiyorsun?"

"Sanırım heyecanımı kaybettim." Kollarımı indirdim ve elindekilere odaklandım. "Onlar nedir?"

"İyi misin?"

Berbat haldeydim.

Bir an için kapıldığım rüyamın sonu resmen hüsranla sonuçlanmıştı. Yıkılmamak adına kendimi zorluyordum. Şurada ağlamadan durmanın güçlüğünü tarif edemezdim. Başımı salladım. Gülümsemeye harcadığım güç bütün enerjimi çekip aldı. "Onlar-"

Kendine gel, Leyla.

Biletleri havada salladı. Bu sefer ne olduğunu öğrenmeden atlamayacaktım. "Sinema mı?"

Elini uzattı ve tuttum. "Çok daha iyisi..."

Louvre Müzesi. Gerçekten harika... Bana tüm Paris'i gösterme konusunda azimliydi. Galiba kendimi fazla kaptırdığım için tarifsiz bir hayal kırıklığı pençesinde kıvranıyordum. Mehmet Ayaz ile birliktesin. Doğru. Mutluluğun her hali için yeter de artardı. Elimi sıkıca kavrayan adamın koluna yaslandım.

İyi ki vardı. İyi ki doğmuştu. İyi ki... Karşısında deyimi yerindeyse sudan çıkmış balık kadar şaşkın, panik ve çaresizdim. Yetişemiyordum. Anlayamıyordum. Algılayamıyordum. Onu biliyoruz. Az önce olanlara inanamıyordum. Resmen... Resmen evlenme teklifi sanarak küçük çaplı bir kalp krizi geçiriyordum. Bildiğin skandal! Anlamış olsaydı utancımdan varlık sürdüremezdim.

Saçlarımdan öptü beni. "Müzeye girmek istemiyorsan-"

"İstiyorum."

Ne kadar zaman geçirdiğimizi bilmiyordum. O kadar bilgiliydi ki... Neredeyse her sanat eseri hakkında söyleyecekleri vardı. Resimler, heykeller, el yazmaları... Ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar... Rönesans, Barok, Gotik, Modern... Büyük bir hayranlıkla öylece izliyordum. Sadece dinliyordum. Şüphesiz bir tarih profesörü ile oldukça düzeyli sohbet kurabilirdi.

Damat Kaçırma (Final)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin