Elli Dokuzuncu Bölüm

41K 3K 448
                                    


Bugün başka bir gelişmeye odaklanmayacaktım.

Tek düşünebildiğim arka koltuktaki Pandora'nın kutusuydu. Bir haftadır bunun için fırsat kollamanın sonundaydım. Birazdan teyzemin evine ulaşmış olacaktık. Allah'ım yalanlarımı affet. Ailemi ve Mehmet Ayaz'ı kandırmak konusunda huzursuz hissetsem de başka seçeneğim yoktu. Zeynep'in adını buna ortak etmek zorunda kaldığım için utanıyordum. Müsaade etmezlerdi. Dürüstlük, bir çözüm getirmeyecekti. Politik davranarak ilerleyebilirdim.

Kötü asfaltlanmış bir yoldan özel mülk olduğu belirlenen bir yola geçtiğimizde ev görüş alanımızda belirdi. Tekerin her dönüşüyle kat ettiğimiz her mesafe heyecanımı tırmandırıyordu. Sanki elime aldığım her kağıt ile geçmiş yeniden can bulacakmış gibi hissediyordum.

Fazla umutlanma.

Dosya kapatılmıştı.

Daha büyük endişeler taşıdığı için gerçeklerden kaçılmıştı.

Belki bir noktada babam bile ailesini korumak adına birlikte büyüdüğü insandan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Üzgünüm, baba! Ne Suphi Karaca ne de Ziya Artuklu gibi korkak değildim. Aksine... Karanlığı yok saydıkça daha büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğumuz fikrindeydim. Bir gün... Biri... Bir neden... Derin acılar yaşatacak 'bir' hepimiz için yeterli olurdu.

Durduk.

Bizi, yarın sabaha kadar idare edecek erzakları içeri taşıyan Yasin'in gerisinde küçük el çantam ve Süheyla Artuklu dosyam ile ilerledim. O, doğruca mutfak kısmına geçerken dosyayı salondaki büyük masanın üzerine bıraktım.

Eve döndüm.

Her şey aylar önceki halindeydi.

İnsan izleri temizlenmiş olsa da geçirdiğim kırk sekiz saat öylece duruyordu. Mehmet Ayaz Artuklu'yu arkadaki odada alıkoyuşum. Şuradaki dolabın önünde silah ile yaramam. Koltuktaki varlığı... Salonun ortasında rollerin değişimi... Kendime engel olamayıp da gülmeye başladığımda Yasin'in dikkatini çektim. "İyiyim." Dedim endişeli ifadesine. "Anılar canlandı."

"Şu dolabı değiştirmek gerekecek."

Mehmet Ayaz'ın kolunu sıyırıp da ahşabı parçalayan kurşun izinden bahsediyordu.

Bu süreçte beni en rahatsız eden şey buydu. O an ne olursa olsun kendimi tutmalı ve zarar vermekten kaçınmalıydım. Niçin uyarı ateşi açmayı akıl edememiştim? Panikle bile olsa bunu yapmalıydım.

"Başlayalım mı, Leyla Hanım? Vaktimiz dar."

Dosyayı ona sürükledim. "İşte, burada." 21 Kasım 1996, Perşembe gecesine dair her şey... Yasin, dosyanın içinden çıkanları masanın üzerine yerleştirirken kalbim boğazımda vuruyordu. "Yirmi seneden fazla olmuş. Bir sürü delil geçerliliğini yitirmiş olabilir."

Yasin, reddetti. "Yüzlerce senelik kan izlerinin ve binlerce senelik ayak izlerinin analiz edilebildiğini hatırlatırım, Leyla Hanım." Bu da bir bakış açısıydı tabi.

İlk olarak resimleri bir hizada sıraladı.

Belgeleri üst üste topladı.

Alanın krokisini içeren kağıdı görebileceğimiz bir noktaya yerleştirdi.

"Ne görüyorsun?"

"Fal bakmıyorum, Leyla Hanım."

"Ha! Ha! Çok komik."

"Gerginliğinizi yatıştırmak için espri yapmaya çalışıyordum."

Normal şartlar altında komik olabilirdi. "Bir sonuca ulaşırsak gerginliğim geçebilir." Resimleri karıştırmaya başladı. İlk olarak alanın uzaktan bir resmiydi. Yola göre biçimsiz duran bir araç ve tekerleklerin yanında uzanan erkek ayakları... Işıklar, aracın içerisindeki gölgelerin duruşunu belirgin hale getirdiği için görüntü zihnimde canlanıyordu. Süheyla Artuklu'nun cansız bedeni kapıya yaslanmış şekildeydi. Cama yayılan lekelerin kan olduğunu tahmin ediyordum.

Damat Kaçırma (Final)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin