Yirmi Beşinci Bölüm

47.3K 3.7K 89
                                    

           

Çok sıkıcısın, Leyla.

Bu akşamda mı ders çalışacaksın, Leyla?

Leyla, hafta sonu Milano'ya gidiyoruz.

Leyla, Birkan'dan hoşlanıyor.

Leyla ve Birkan nasıl birlikte olabilir ki?

Birkan bu kız da ne buluyor Allah aşkına?

Sen, benim en iyi arkadaşımsın, Leyla.

Üzgünüm Leyla. Ben, Birkan'dan hoşlanıyorum.

Üzgünüm Leyla, sanırım yürümüyor.

Birkan ve Tuğba birlikteler.

Birkan ve Tuğba evleniyor, Leyla.

Hayatımın film şeridi gibi gözümün önünden geçme kısmından hiç hoşlanmadım. Ne kadar kötü anı varsa bir anda zihnime doluşmak durumda mıydı? Bunu kesinlikle kabul etmiyordum. Sırf bu yüzden kadının beni mağlup etmesine izin vermeyecektim.

O, yumruğumun etkisinden kurtulup da beni saçımdan yakalaması ile namlusu havaya çevrilmiş silahla birlikte etrafımızda dönmeye başladık. Annemlere dikkat edemiyordum. En azından onlara zaman kazandıracak kadar dayanmak zorundaydım. İkinci turumuzda onların çıkışa kaçmak yerine asansörlere girdiklerini gördüm. Kapıların kapanmasıyla artık kendimi düşünebilirdim.

"Kimsin?"

Kadın başımı daha da geriye yatıracak şekilde saçımı çekti. Onunkileri yakalayamıyordum. Kısacık telleri parmaklarıma sıkışmıyordu. Yüzüne yöneldim. Tırnaklarımı derisine sapladım. Acıtmış olmalı ki saçlarımı bırakıp sol bileğimden yakaladı. Bir an sonra karnıma güçlü bir tekme yedim. Dişlerim birbirine çarpınca tarifsiz bir acı hissettim. Dilim parçalanmış olabilirdi. Hala sağ bileğini bırakmadığım için tekmeden sonra onu kendime çektiğimi fark ettim. Namlu artık bana dönüktü.

Hemen boşluğa aldım.

"Elif'den ne istiyorsun?"

Cevap vermedi.

Bundan kurtulamayacağım.

En azından korumak istediklerimin yaralanmasını önlemiştim. Şimdi ise... Kadının yüzüne ulaştım. Çevredeki kameralardan birine yüzünün girmesini sağlayabilirdim. Ben daha örtüye tutunamadan solumdan bir yumruk geldi. Bütün dengemi o anda kaybettim.

Dünya hızla dönerken yer-tavan kavramı birbirine girdi. Önümdeki karanlık bana yaklaştı. Alnımın üzerindeki saçlardan yakaladı ve peşinden sürükledi. Bir saniye sonra çok sert bir şeye çarptım. "Seni geberteceğim, sürtük." Türkçesi düzgün değildi. Bir yabancı mıydı? Ya da ben mi öyle algılıyordum? Başımın ortadan çatlayacağını düşünüyordum ki daha keskin bir acı geldi. Bana bir şeyle vurmuş olabilirdi.

Bir daha saçlarımdan yakalandım.

Artık yürüyemiyordum. Ayakta durmak için denge bile kuramıyordum.

Yüzüm yere vuracak şekilde düştüm.

Üzerime eğildi.

Açıkçası ne söylediğini zerre kadar anlamıyordum. Tek düşünebildiğim en yazından bu kadının kimliğini deşifre edebilecek bir bulguya ulaşmaktı. Filmlerde DNA'sını falan alırlardı. Güç bela saçına ulaştım. Bir iki tutam alabilmiş miydim acaba? Anında elime vurdu.

Kafama soğuk bir metal yaslandı.

Az önceki film şeridinden daha mutlu anılar isteyebiliyor muydum?

Mesela...

Mehmet Ayaz'ı kaçırmam... Of, ne olaydı ama? Bunu birilerine anlatıp kahkahalar ile gülmeyi çok isterdim. Sonra yaşadıklarımız... Tamam, can sıkıcı olabilirdi. Herkes memnuniyet duymayabilirdi. Fakat eğlencesi inkar edilemezdi.

"... gidip o kadınları bulacağım."

Ne?

Sadece son kısmına yetişebildiğim söyledikleri, beni kendime getirmeye yetti. Annemleri mi bulacaktı? Gözlerimi açtığımda simsiyah iki göz tarafından izlendiğimi gördüm. İfadesiz, nefret dolu, soğuk, ölümcül... Katil terimine çok da uygundular. Silahın emniyet kilidini çözdüğünü işittiğimde bir elimi kaldırdım. Boştakiyle yakalamasıyla birlikte iki elini de oyalamış oldum.

Yüzündeki örtüyü indirdim.

İlk gördüğüm, yanağının üzerindeki derin yaraydı. Çökük elmacık kemikleri ve solgun, hastalıklı bir beyazlık... Küçük bir çenesi vardı. Kısacık saçlarıyla bir erkekten farksızdı. Kalkıp üst dudağının köşesinde iyileşmekte olan bir yarası vardı. Alışılmışın dışında yüz hatları onu hafızada kalıcı yapıyordu. Umarım yakınlarda bir kamera vardı ve kadının beş saniyelik şaşkınlığıyla oluşan görüntüyü kaydedebilmişti.

Doğruldu ve yüzünü kapattı.

Bir! İki! Üç! Dört! Beş!

Bütün o seslerden sonra görüntü kalmıyordu. Bulanık bir aydınlığın ortasında güçlü bir parıltı... Acı yok. Sızı yok. Sancı yok. Bir şey bırakmıyordu geriye. Susuzluğun yarattığından daha güçlü bir yanma vardı genzimde. Tat algım zayıflasa da ağzımı dolduranın kan olduğunu biliyordum.

Ölüm bu kadar yavaş mı yaşanıyordu?

Bir saniye süreceğini sanmıştım hep. Sıkıcı değildi ama. İzleyecek bir aydınlık vardı. Belki de takip etmem gereken işaretti. Kalkamıyordum ki yerimden. Kıpırdayamıyordum bile. Beni çağıran gücün davetine katılamıyordum bir türlü. Çatışma halindeydim. Sürüklendiğim ölüm ve içimdeki yaşam, benim için savaşıyorlardı. Kimin tarafında olmalıydım?

Her zaman güçlüyü seç.

Kazanmanın altın kuralı buydu.

Zayıfı koru.

İnsan olmanın temeli de buydu.

Gariptir ki ikisi için de enerjim kalmamaya başladı. Seçim yapabilecek kadar net düşünemiyordum. Sesler falan duyuyordum. Kalabalık bir uğultu yükseldi beynimin içinde.

"Leyla!"

İsmin güçlendi. O baktığım parlaklık hızla uzaklaştı benden.

"Leyla!"

Bu sefer daha güçlüydü. Göğsüm ağrıyla yankılanırken acı, vücuduma yerleşmeye başladı. O ana kadar duyumsamadığım güçte bir keskinlikle derim çatladı. Bir şey bedenimi bölmeye çalışıyordu.

"Leyla!"

Bir nefes doldurdu ciğerlerimi. Rızam dışımda içime sızan hava, algımı canlandırdı. Kanın tadı, ağzımdan taşıyordu.

"Geri geldi."

"Hemen ameliyathaneyi hazırlasınlar."

Ben ölmüş müydüm?

Damat Kaçırma (Final)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin