"Sen ne hakla benim yardımcıma böyle bir şey yaparsın?"
Babamın odasına öyle bir dalmıştım ki... Sinirden delirmek üzereydim.
Oturduğu masada bana dönüp pislikçe gülümsedi.
"Demek hemen gelip sana yetiştirdi. Nedense hiç şaşırmadım."
"Bilerek yapıyorsun, her zaman bilerek yaptın. Sırf onu buradan göndermek için böyle olaylar kuruyorsun, teklifini kabul etmeyeceğini başından beri biliyordun."
"O kızın sana olan yakınlığı beni delirtiyor. Ya kızı birisiyle evlendirirsin ya da onu buradan gönderirim."
"Clarissa eğer kendisi isterse birisiyle evlenir, onu sevmediği birisiyle evlendiremem. Zaten zamanı geldiğinde sen beni sevmediğim birisiyle evlendireceksin, o da aynısını yaşasın istemiyorum."
"Bir prenses ile evlenmek zorundasın!" Sesi son derece korkunç çıkmıştı.
"Bunu biliyorum zaten. Baba bak, ben... benim çevremde benimle en iyi anlaşan kişi Clary. Bırak da... izin ver de yanımda kalsın. Onunla aramızda bir şey olduğunu görürsen onu sürgün etmene izin veririm ama öyle bir şey yok. Ona karşı hiçbir duygum yok, sadece arkadaşım o benim. Gidip arkadaşımı elimden alma."
Yalvarır gibi çıkan ses tonumdan ötürü kendime fazlaca sövmüştüm ama başka çarem yoktu.
"İyi tamam. Kalsın o zaman. Ama eğer ki sandığım gibi bir şey olduğunu görürsem... onu sürgün etmem direkt öldürürüm anladın mı beni?"
Kafamı anladığımı belirten şekilde salladığımda "Güzel, şimdi çık odamdan ve bir daha benimle bu şekilde konuşma." Diye bağırmıştı.
Karşılık vermeden odadan çıkmıştım. Bu sefer ikna olduğuna emindim ama yine de içimde bir korku vardı.
Hızlıca saraydan çıkıp askerlerin kaldığı yere ilerlemeye başladım. Clary'nin orada kalması için bir neden yoktu şu an.
Kapıyı birkaç kez tıklattığım zaman Alec kapıyı açtı.
"Clary uyuyor." Dediğinde içeriye girip hızlıca yataklara baktım. Clary yatakta öylece uyurken Jace de yerde yatıyordu.
"Sen uyumadın mı?" Dedim Alec'e dönerek.
"Dışarıda konuşalım mı? Uyanmasınlar. Clary çok yorgundu, uyansın istemiyorum."
Başımı onaylar gibi sallayıp dışarıya çıktık birlikte. Bahçe tarafındaki kapıya yönelip karanlıkta pek belli olmayan banka doğru ilerledik.
"Anlattı mı size olayı?"
"Az çok anlattı. Babanız neden böyle bir şey yapıyor? Kralın emrini sorgulamak bana düşmez tabii ki, yalnızca..."
"Sorun değil Alexander, babam benim hayatımı rezil etmeye adamış kendini. Clary ile aramızda duygusal bir şeyler olduğunu sanıyor."
"Peki var mı cidden?"
"O benim kardeşim gibi Alec, böyle bir şey mümkün bile değil ama babam bunu anlamıyor. Sonunda onu göndermek için böyle saçma şeyler yapmış işte."
"Aranızda bir şey olsa da ne olmuş ki?" Dedi beni süzerek. "Yani... siz birisini sevince onunla olamayacak mısınız?"
"Alec sence bu mümkün mü? Benim bir prenses ile evlenmem gerekiyor. Babamın elinde olsa bunun için bir yasa bile çıkartır."
"Anladım, bu... zor bir durum olmalı. Birisini sevemeyecek olma düşüncesi."
"Alıştım artık ben; zaten sevgi ve aşk kavramı bana her zaman saçma gelmiştir. Yani bir kadına sonsuz derecede bağlılık ve aşk duymak saçma bir mesele."
"Daha saçma bir mesele daha var ama dile getirmeyeceğim." Deyip kendi çapında gülmüştü.
"Neymiş o?"
Kafasını hayır dercesine salladığında ona sinirli bir bakış attım.
"Birisine karşı bağlılık ve aşk duymanın saçma gelmesi, bundan daha saçma bir şey daha duymadım. Duygusuz insanların kendilerini avutma şekli resmen."
"Sence ben duygusuz bir insan mıyım?"
"Öyle demedim ama bunu bahane olarak kullanmamalısınız. Belki şu ana kadar aşk karşınıza çıkmamış olabilir. Ya da çıkmış ve siz fark etmemiş olabilirsiniz. Zamana bırakın bence."
"Zamana bıraksam ne fark edecek? En geç bir iki yıl içinde biriyle evlendirileceğim."
Aramızda birkaç saniyelik sessizlik olmuştu ve bu durum beni birazcık gergin hale getirmişti.
"Sen buldun mu peki şu çok meraklı olduğun aşkı?"
"Buldum bulmasına da o beni henüz bulamadı. Zaten bulması da imkansız gibi duruyor."
"Kız uzakta filan mı? Ya da prenses filan mı seviyorsun da bu kadar imkansız geldi?"
"Prensesi nerede bulacağım ki? Ben köyde büyüdüm." Demesiyle gülmüştüm.
"Köyden birisini mi seviyorsun o zaman? Uzak kalmanız engel değil bence hiçbir şeye." Dediğimde kafa sallamıştı.
"Siz beni boşverin, kendi kendime iyi idare ediyorum ben."
"Hayır cidden, yakışıklı bir adamsın. Prenses birisini sevmiyorsan hangi kız seni istemeyecek ki?"
"Bilmem, onu kızlara sormak lazım sanırım." Diyerek gülmüştü Alec. "Benim olayım çok karışık majesteleri, içinden çıkılamayacak kadar karışık."
"Buldum." Dedim birden ona dönerek. Endişeyle bana bakmaya başlamıştı. "O zaman evli birisinden hoşlanıyorsun. Bildim değil mi bu sefer."
Alec birkaç saniye düşünür gibi durdu ve sonrasında küçük bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
"Evet, doğru bildiniz." Dedi kafa sallayarak. "Doğru bildiniz."
"Kafayı takma bu kadar, zamanla karşına başkaları çıkar. Bence hiçbir aşk sonsuz değildir, elbet sönüp gidiyor. Seninki de eninde sonunda söner."
"Ama ben ona her baktığımda daha çok arttığını hissediyorum, ne zaman sönmeye başlar bu şey tahminen."
"Bilsem keşke, ne yazık ki sana bu konuda yardımcı olamıyorum. Bazen duygular çok karışık olabiliyor sanırım ama benim gibi birisinin bunu anlaması beklenemez. Sevgisiz büyüdüm, gördüğüm tek sevgi Clary'den geldi. Nasıl anlarım ki sevgiden?"
"O yüzden mi onu bu kadar koruyorsunuz?" Dediğinde kafa sallamıştım.
"Babam elimdeki tek sevgi kırıntısını da almak için elinden geleni yapıyor ama ona izin vermeyeceğim. Bu konuda bana yardımcı olduğun için teşekkür ederim Alexander. Yarın gelir Clarissa'yı alırım. Jace'e de teşekkürümü iletirsin."
"İletirim efendim."
Elimi hafifçe onun omzuna koyup omzunu sıktım ve gülümsedim. Bunu yaptığım zaman öylece birkaç saniye elime baktı. Sonrasında ayaklanmıştım.
"Bu arada sohbetin hiç de kötü değilmiş Alec."
"Sizin de öyle efendim."
"Ve umarım, şu aşk işinde şansın benden daha yaver gider."
"Asıl umarım, sizinki benden daha yaver gider çünkü ben umutsuz vakayım."
Ondan uzaklaşırken böyle bir askerin bile sevgi konusunda bu denli sorunlu olması beni şaşırmıştı. Demek ki sevgi denen şey gerçekten zorlu olabiliyor, bunu hiçbir zaman bilemeyecek olmam ne acı.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
This is my Kingdom (Malec)
FanfictionBabası tarafından bir prenses ile evlenmesi istenen bir prens; Magnus. Ve imkansız olduğunu bildiği halde bir prense aşık olan bir şövalye; Alec. Peki işler daha ne kadar çığırından çıkabilirdi ki?