Kampa yakın bir yere geldiğimiz zaman yardım için bağırmaya başladım ve saniyeler içinde birkaç asker yanımıza toplandı.
"Hemen onu çadırıma taşıyın."
Askerler Alec'i götürürken ben de birkaç saniye soluklanıp peşlerinden gittim.
"Çadıra sokun ve yatağıma yatırın."
"Efendim neler oluyor?"
Underhill ile birlikte birkaç asker yanıma gelmişlerdi.
"Alec, Griffin tarafından yaralandı. Şu an konuşamam, ona yardım etmem lazım."
Hızlıca içeriye girdiğinde askerlerin birkaçı da çadıra girmişti.
"Prensim bir şeye ihtiyacınız var mı?"
"Evet, sessizlik ve yalnızlık. Hepiniz çıkın şu çadırdan, hemen!"
İtiraz etmeden dışarıya çıktıklarında ben çoktan büyüyü bulup Alec'in yanına çökmüştüm.
Malzemeleri çıkartırken Alec'e bakmamaya özen gösteriyordum çünkü durumu çok kötü gözüküyordu.
"Sorun yok Alec, ben yanındayım."
"Mag..nus... su... su verir..."
"Tamam konuşma vereyim hemen."
Yanda duran suyu elime aldım ve Alec'in yanına dönüp başını tutarak onu biraz kaldırdım. Matarayı dudaklarına tuttuğumda zar zor sudan biraz içmişti.
"İyisin, sorun yok. Büyüyü hazırlayacağım ve sonra da seni iyileştireceğim."
Küçük bir kaba malzemeleri koymaya başladım ve bir sopa ile malzemeleri karıştırdım.
Bunu yaranın olduğu yerlere sürmem ve sonra da büyülü sözleri söylemem gerektiği yazıyordu kağıtta. Tek sorun, yara ne kadar derinse büyücünün gücü o kadar fazla tükeniyormuş. Ve eğer yara tamamen kapanmadan büyücü büyüyü bitirirse, yani gücü yetmezse, yara saniyeler içinde tekrar açılıyormuş.
"Ne... ne oldu?" Dedi Alec yüzümden ters giden bir şeyler olduğunu anlayarak.
"Sadece sözleri okuyordum." Dedim yalan söyleyerek. Karışım tamamlandığı zaman Alec'in üstüne sardığım gömleğimi çıkardım ve kana bulanmış olan kendi gömleğini de çekip aldım üstünden.
"Bunu yapacağım ve iyileşeceksin, bana güveniyorsun değil mi?"
Başını olumlu anlamda salladığı zaman alnına bir öpücük bıraktım.
"Benimle kal, sakın aklından gitmeyi geçirme."
Bir elimle onun elini tuttum ve diğer elimle yaranın üstüne karışımı sürmeye başladım. Karışım yavaş yavaş vücuduna yayılırken büyülü sözleri söylemeyi de ihmal etmiyordum.
Büyülü sözler bitince sadece elimdeki dumanla büyüye devam ettim. Diğer elimi hala Alec tutuyordu.
"A... acıyor..."
"Dayan sevgilim tamam mı? Az kaldı."
Başını sallamış olsa da alnına terler birikmişti ve gözleri acıdan dolmaya başlamıştı.
"Sakın ağlayayım deme, kendimi tutamam ben de ağlarım anlaştık mı? Dayanamam ağlamana, sakın bunu yapayım deme."
"Ca...nım yanıyor."
"Biliyorum ama..." yaklaşıp onun yüzünün her yerine öpücükler bıraktım. "Benim de canımı yakma, biraz daha sabret."
Elini bıraktım ve elimi yüzüne attım. O bileğimi tutarken ben de nemlenmiş saçlarıyla oynuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
This is my Kingdom (Malec)
Fiksi PenggemarBabası tarafından bir prenses ile evlenmesi istenen bir prens; Magnus. Ve imkansız olduğunu bildiği halde bir prense aşık olan bir şövalye; Alec. Peki işler daha ne kadar çığırından çıkabilirdi ki?