Eylül dışarı bakmaya devam etti, gözlerini kaçırıyordu Serkan'dan. Nerdeyse söyleyecekti, nerdeyse taa o zamanlardan beri onu sevdiğini, ona aşık olduğunu söyleyecekti. Ama o ona hala bücürük derken bunları nasıl derdi? Yüzüne gülerdi, kahkahalarla gülerdi hem de...
Eylül : saat kaç? Hih! On buçuk olmuş bile. Nasıl farketmem?
Serkan : sorun değil... sohbet güzel akıp gitti...
Eylül : bana taksi çağırır mısın?
Serkan : seni taksiyle göndereceğimi düşünmüyorsun herhalde, hele ki böyle bir havada... seni çağıran benim, tabii ki ben götürücem evine...
Eylül : gerek yok ama... kar yağıyor hala, onca yolu gidip gelme benim için. Bir de dönmesi var, trafiğe kalırsın..
Serkan : ama taksiyle gitmene de izin veremem. Ben bırakırım seni... ya da...
Eylül : ya da?
Serkan : burada kalabilirsin. Evde bir sürü oda var. Yarın sabah bırakabilirim, hem benim de o taraflarda işim var zaten yarın.
Eylül : şey o zaman kalabilir miyim? Seni de yormamış olurum...
Serkan : tabii ki. Gel sana odanı göstereyim...
Serkan onu üst katta, kendi odasının yanındaki odaya götürmüş, ışıkları açmıştı. Eylül mest olmuş bir şekilde karşısındaki manzaraya bakıyordu...
Eylül : vay be...
Serkan güldü... Eylül'ün yatağa oturmadan önce kıyafetlerine baktığını fark etti. Onlarla yatmayacaktı tabii ki...
Serkan : ben üstüne giyebileceğin bir şeyler bulup geliyorum. Sen de rahat ol lütfen...
Eylül kafasını sallarken odanın bir duvarının komple camdan olduğunu görmüş, camın yanına giderek dışarıdaki yağan karı izliyordu...
O sırada Serkan gelip bir eşofman takımı bıraktı yatağın üstüne. Eylül kadın eşofman takımına bakıp iç geçirdi. Demek ki buraya gelip giden olmadığı koca bir yalandı...
Serkan : Ayşen'in bunlar, o da aşağı yukarı senin kadar, belki biraz daha topludur... o yüzden sana biraz büyük gelebilir ama üstündekilerle yatmandan iyidir diye düşündüm...
Eylül kafasını salladı....
Serkan : yarın kahvaltıyı hazırlamaya geldiğinde seni burada üstelik üzerinde kendi kıyafetleriyle görürse biraz şaşırabilir. Çalışanlarım burada benden başkasını görmeye alışkın değildir. Şimdiden söyleyeyim, haberin olsun...
Ayşen çalışanı mıydı? Eylül eşofmanlara baktı, pahalı takıma benzemiyordu zaten. Gülümsedi...
Serkan : iyi geceler bücürük
Eylül : iyi geceler... Serkan?
Serkan: efendim?
Eylül : yarın işin saat kaçta? Sabah kaçta uyanmam gerekiyor?
Serkan : ben her sabah yedide kalkarım. Ama sen istediğin kadar yatabilirsin, erkenden spor yapmayı seviyorum, alışkanlık işte. Sen uyandığında kahvaltı yapar çıkarız, acelem yok...
Eylül : tamam, ben de yedide kalkarım o zaman...
Serkan: erken kalkma... ne zaman uyanırsan...
Eylül kafasını salladıktan sonra Serkan ışıkları kapatıp odadan çıkmıştı. Eylül de telefonundan saat yediye alarm kurarak, giyinip hemen uyudu.
Eylül sabah alarm sesiyle uyanmış, odanın içindeki banyoya yönelmiş ayılmaya çalışıyordu. Dışarısı tamamen beyaz bir örtüyle kaplanmış, yağan kar da durmuştu...dünkü kıyafetlerini yeniden giyip eşofmanları az önce düzenlediği yatağın üzerine bırakarak odadan çıktı. Saçlarını koridorda gördüğü bir oda kokusunun bambu çubuğu tutturarak dağınık bir topuz yapmıştı...
Eylül yavaş yavaş mutfağa geçmiş, etrafta kimseyi göremeyince evi dolanmaya başladı. Salona geçtiğinde geçen geldiğinde evde olmayan bir çok şeyin olduğunu farketti. Bu resimlerin hiçbiri yoktu mesela... Annesiyle bir sürü resmi vardı, hepsi de eski zamanlardan kalmaydı. Serkan'ın dün anlattıkları geldi aklına. Nazan teyze onu neden affetmemişti acaba? Eylül gidip konuşsa onu tanır mıydı?
Eylül diğer resimlere de baktı, takımıyla olan resimleriyle doluydu burası. Bazıları da koçuyla olan ikili resimleriydi. Ama öyle bir resme denk geldi ki, Eylül'ün kalbi duracaktı. Bu kendisi miydi? Tam çerçeveyi eline alacaktı ki arkasından bir ses duydu...
Serkan : günaydın!
Eylül : günaydın...
Serkan : erkencisin... erken uyanmana gerek yok demiştim.
Eylül : olsun... rahatsız etmedim değil mi?
Serkan : hayır... ben de sporumu bitirdim. Duş alıcaktım ama odanın kapısını aralık görünce çıktığını anladım. Günaydın demek için etrafa bakınıyordum...
Eylül : doğru, ev o kadar büyük ki seslensen de duymam...
Serkan güldü...
Eylül : bu ben miyim?
Serkan yanına gelip çerçeveyi eline alıp gülümsedi... çocukluk fotoğraflarıydı bu. Serkan Eylül'ün kafasını kolunun içine almış, diğer elinde de basket topunu tutarak sırıtıyordu.
Serkan : evet...
Eylül : bunu çekildiğimizi hatırlamıyorum
Serkan: ben hatırlıyorum... gerçi sen kaç yaşındasındır burda, on belki... ben de liseye gitmiyordum henüz
Eylül : evet çok küçükmüşüm... sen de daha o zamanlar benim şuanki boyumdasın herhalde...
Serkan güldü...
Serkan : aşağı yukarı...
Eylül : ben seni tutmayayım, duş alacağım demiştin.
Serkan : tamam... sen de istediğin gibi takıl, rahatına bak. Ayşen de birazdan gelir, hazırlar kahvaltıyı...
Eylül : tamam...
Serkan gider gitmez Eylül mutfağa girdi. Serkan kahvaltıda ne yemeği severdi acaba? Eskiden olsa bir simit, iki tane de üçgen peynir alıp bölüşürlerdi ama ağzına kadar dolu olan dolapta sevmediği bir şey var mıydı acaba?