Güzel bir günün ardından Eylül kendini mutlulukla eve atmıştı. Serkan da aynı kanepenin diğer ucuna oturdu gülerek...
Eylül: hâlâ bu takımların böyle bir salon için koyu olduğunu düşünüyorum. Hatta sorun salonda sanırım, şu boydan boya cama rağmen bi daralıyor insan. Şu siyah koltukları alırken aklından ne geçiyordu?
Serkan: bilmem... yani eşyaları ben seçmedim, iç mimar almıştı.
Eylül: öf, her kimse işi bıraksın bence...
Serkan: sen olsan ne yapardın?
Eylül: önce şu mutfak ile salon arasındaki duvarı komple yıkar, iki odayı birleştirirdim
Serkan: olmaz... yani Ayşen orada yemek yaparken bizi mi gözetleyecek?
Eylül: e bunu mutfaktan çıkıp da yapabilir. Bir köşeden izliyordur belki ama ruhun bile duymaz
Serkan: izlemiş midir?
Eylül: bilmem Serkancım... Hem izlenmek istemiyorsan yapacağını ortalık yerde yapmayacaksın... ben burayı sevmiyorum zaten, evin her odasını buraya tercih ederim
Serkan: mobilyaları ne renk alırdın?
Eylül: turkuaz! Hatta biliyor musun bence hemen alalım. Şu iğrenç koltukları da at hemen.
Serkan: biliyor musun, eskiden bana da koyu gelirdi, hatta burada oturmazdım bile. Ama sen bu eve geldiğinden beri, seninle burda vakit geçirdiğimiz her gün burası bana daha renkli geliyor. Artık koltuk renginin bir önemi kalmadı bende...
Eylül güldü...
Eylül: cimrilik mi yapacağın tuttu Serkan? Bana hâlâ koyu geliyor, kusura bakma. O koltukları alalım bir an önce, ne olur...
Serkan: alalım bücürük, alalım...
Eylül: parmağın zonkluyor mu?
Serkan güldü...
Serkan: biraz...
Eylül: benimki de
Eylül oflayarak kanepede uzanmıştı ki telefonu çaldı. Ama Eylül öyle üşenmişti ki neredeyse telefonu açmayacaktı...
Serkan: açmayacak mısın?
Eylül: verir misin? Kalkmak istemiyorum, çok yoruldum.
Serkan telefonu uzatmış, kalkıp mutfağa geçmişti...
Eylül: Eda! Ah sesini duymayı bile özledim. Nasılsın? Naapıyorsun?
Eda : Eylül! Dur, önce birini seç. Önce doğum günü tebriği mi yoksa dedikodu mu duymak istersin?
Eylül: dedikodu tabii! Gönder gelsin, doğum günü tebriğini yapmasan da olur
Eda : peki... Berke bizim Sema ile çıkmaya başlamış.
Eylül: Sema? Cafedeki Sema? Yok artık!
Eda : yaa, hiç sorma. Berke aşağı Berke yukarı. Kusacağım artık...biri İstanbulda biri Antalya'dayken nasıl ve ne ara oldu bu hiç bilmiyorum...
Eylül : tencere kapak olmuşlar
Eda : aa, neden öyle dedin? Sen Berke'ye laf söyletmezdin ama...
Eylül: ailemi aşağılayan o haberi yaptığını öğrendiğimden beri öyle düşünmüyorum işte
Eda : yuh! O muymuş?
Eylül: evet! Üstelik kaç defa da aradım, açmıyor telefonlarımı.
Eda : gerizekalı... sanki kendi paşa soyundan gelme. Nasıl rezil bir haberdi o öyle... insanlık dışı. Bir de senin ailen yani, kaç defa yemeğini yedi annenin... yazıklar olsun.
Eylül : onu asla affetmeyeceğim. Serkan'a karşı onu savunduğuma inanamıyorum hâlâ...
Eda : kendi ailesinin yediği haltları ortaya döksek... tabii haber olmaz onun ailesi, ama olsa ne güzel olurdu, içimin yağları erirdi... kim ki o?
Eylül: aman boşver. Serkan dava açacakmış, engel olmadım bu sefer. Haketti çünkü, ailemi bu işin içine sokmayacaktı...
Eda : iyi yapmışsın... neyse bu kadar dedikodu yeter. İyi ki doğdun benim güzel gözlü, güzel kalpli arkadaşım. Sana hayatıma girdiğin için ne kadar teşekkür etsem az. Benim için neler yaptın... Ecem'i bize geri kazandırdın, daha ne isterim...
Eylül: anlamadım?
Eda : ah Eylül... bizimkiler de kaç hafta sizin evde kaldı, tüm o masraflar of... gerçekten senin için ne yapsak ödeyemeyiz...
Eylül: Eda gerçekten anlamıyorum. Neyden bahsediyorsun sen? Sizinkiler bizde mi kaldı? Ne masrafı ayrıca?
Eda : bir dakika... senin haberin yok muydu? Ben sen yaptın zannettim... yani Serkandan sen istedin sandım
Eylül: neyi istedim?
Eda : kızım, Serkan bizi aradı, bir doktor bulmuş Antalya'da önce onunla görüştürdü, adam hep kapısında sıra olan muayene ücreti dünyanın parası olan bir profesör. Biz elimizi cebimize götürmedik. Sonra o doktor Ecem'in tüm bilgilerini İstanbuldaki bir doktora göndermiş. Bir gün o doktor aradı kalp bulundu diye. Serkan bizi çağırdı, evinizde kaldı annemlerle Ecem. Sonra ameliyat falan işte... tek kuruş almadı bizden. Çok esaslı adammış... bizimkiler borç falan diyor ama nasıl ödeyecekler Allah aşkına... sen biliyorsun onlar da biliyor. Serkan zaten kesin şekilde istemiyorum dedi. Kardeşim sizin sayenizde iyi be Eylül...
Eylül'ün gözleri dolmuştu... Serkan bütün bunları onlar Avrupa'dayken mi ayarlamıştı? Maçları varken, Ecem ile mi uğraşmıştı? Üstelik Eylül'e sormamış, her işi gizli gizli halletmişti. Maçlarının arasında bütün bunlarla nasıl uğraşmıştı ki?
Eylül: sen de iyi ki varsın Eda... kapatmam lazım.
Eda : ah tamam... seni seviyorum arkadaşım...
Eylül telefonu kapattığında tepesinde dikilen Serkan'a baktı ve sıkı sıkı sarıldı...
Serkan: bu sevgi selinin sebebini öğrenebilir miyim?
Eylül: hiç, içimden geldi... seni seviyorum aşkım
Serkan gülümseyerek karşılık verdi. Eylül kafası kaldırıp Serkan'a bakmış, Serkan da onun çenesini tutarak büyük bir aşkla dudaklarını dudaklarıyla buluşturmuştu...