Serkan : benim seninle ilgili çok güzel hayallerim vardı bücürük, keşke böyle olmasaydı...
Eylül bir yandan ağlarken bir yandan kafasını olanlara inanamaz gibi iki yana sallıyordu...daha yarım saat öncesine kadar ne kadar da mutluydu... tek derdi Serkan'ın depresyona girmiş olmasıydı ki şimdi bu depresyonun sebebinin yürüyemeyecek olması olduğundan şüpheliydi... muhtemelen bu da bahaneydi...
Eylül : sen sanki her şey yolundaymış gibi nasıl düğün hazırlarsın? Nasıl yaparsın bunu?
Serkan : çünkü seni seviyorum Eylül... seninle seni sevdiğim için evlenmek istedim, hasta olmasaydım bile bunu yapardım, belki her şeyin kusursuz olabilmesi için birkaç ay daha beklerdim ama mutlaka bu yaza kadar bu düğün yapılırdı, inan bana...
Eylül : ama ben bunu yapamam... her şey yolundaymış gibi davranamam Serkan, yapamam... sen bana evlenelim dedin, görebileceğim, hayal edebileceğim en mükemmel bir şekilde, en beklenmedik şekilde bir evlilik teklifi yaptın sen bana... ama...
Serkan: ama ne?
Eylül: ama ben seninle bir ömür boyu yaşlanmaya evet dedim Serkan! Ömrünün son günlerinde evlenip beni bir iki ay sonra sensiz bırakmana değil!
Eylül daha fazla dayanamayıp elindeki büyük ve pahalı yüzüğü çıkarıp öfkeyle yere fırlatmış, Serkan'ı odasında bırakıp oradan çıkmış kendini odasına kapatmıştı. Serkan'a bunu ona daha önce söylemediği için çok kızgındı. Neden söylememişti?
Söylemiş olsa değişen ne olurdu diye düşündü Eylül... muhtemelen hiçbir şey dedi kendi kendine... yine de söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Belki de evlenmekten vazgeçerdi? Yapar mıydı bunu?
Eylül odayı terk eder etmez, Serkan komidinin üzerindeki bardağı kapıya fırlatarak küfürler okudu hem kendine, hem de bu amansız hastalığa...
Peki neden böyle olmak zorundaydı? En mutlu zamanında, Eylül'e kavuştuğu zamanlarda neden bu hastalık onu bulmuştu? Aslında zaten bu hastalık sayende kavuşmuşlardı ama yine de böyle olmak zorunda mıydı? Bir mucize olamaz mıydı? Kader böyleymiş deyip de teslim mi olacaktı?
Hem ne günah işlemişti de bunlar başına gelmişti? Annesinin ahı mıydı tutan? Beş yıl önce o evi terk ederken annesi arkasından beddualar mı okumuştu?
Serkan annesini aradı ve sabırla açmasını bekledi...
Nazan : efendim?
Serkan : beni evden kovduktan sonra bana beddua mı ettin anne? Ondan mı böyle oldu? Sen biricik oğluna mutluluğu çok mu gördün?
Nazan : ne diyorsun sen? Ne bedduası? Bir anne oğluna beddua eder mi hiç?
Serkan : senin oğlun o evi terkettikten sonra ölmüştü, böyle demiştin bana. Bana beddua ettin değil mi? Ben mutlu olmayayım, senin söylediklerinin kıymetini anlayayım, lafına geleyim diye arkamdan beddua ettin, kesin ondan yaşıyorum bunları, başka açıklaması yok. Bunu hakedecek hiçbir şey yapmadım çünkü ben... Mutluluğu çok mu gördün bana anne?
Nazan : hayır, tabii ki hayır, hatta pişman olma diye dua bile ettim...oğlum ne oluyor? İyi misin sen?
Serkan : değilim... hiç iyi değilim anne... ölüyorum, gerçekten ölüyorum. Beş yıl sonra nihayet ölüyorum, sen de mutlusundur umarım.
Serkan sinirle telefonu da fırlatıp kendini yatağa bıraktı... para var ama mutluluk yok dedikleri tam olarak buydu işte... koca bir servet içinde koskocaman bir çaresizlik. Serkan bunu başka bir şekilde yorumlayamıyordu...
Eylül de giderse, onu terk ederse ne yapardı? Doğru olan bu muydu peki?
Serkan ayağa kalkabilecek gücü bulduğunda eğilip Eylül'ün daha az önce sinirle yere fırlattığı yüzüğü cebine koymuş, çekinerek Eylül'ün odasının kapısını çalmıştı. Ses gelmediğinde içeri girdi...
Eylül yatağa oturmuş dirseklerini dizlerine bırakmış, parmaklarını saçına geçirmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...
Serkan : Eylül...
Eylül : Serkan... bunların hepsi kabus mu? Öyleyse ne olur uyanayım artık, dayanamıyorum çünkü...
Serkan : değil canım, çok üzgünüm ki değil...
Eylül : ama ben bunu yapamam... benden istediğin... dayanamam ki buna. Nasıl izlerim, nasıl kabullenirim?
Serkan : ne yapacaksın peki? Gidecek misin?
Eylül: ne yapacağımı bilmiyorum
Serkan : kalbim ayaklarına kapanıp sana burada benimle kalman için yalvarmamı söylüyor, çünkü seni çok seviyorum ve ne kadar ömrüm varsa her saniyesini seninle geçirmek istiyorum ama beynim bırak gitsin ölümünü mü izlettireceksin ona diyor...
Eylül : deme onu... o kelimeyi söyleme...
Serkan : söylesem de söylemesem de gerçek bu bücürük...
Eylül : gitmek istiyorum...
Serkan : anlıyorum... git be Eylül, git. Sana kızamam, küsemem. Hakkım yok buna...
Eylül : ama istesem de gidemem ki Serkan...
Serkan : yapma işte, acıma bana...
Eylül ona sıkı sıkı sarıldı...
Eylül : sana acımıyorum. Seni öyle iyi anlıyorum ki Serkan, lösemi olduğumda ben de aynı şeyleri hissettim. Sana acımam, sadece seni anlayabilirim...
Serkan : o zaman şimdi ne olacak?