Eylül neredeyse yere düşecekken Serkan onu kucaklayıp arabaya bindirdi ve hızlıca hastaneye geri götürdü. Doktorlar içeride onunla ilgilenirlerken Serkan da dışarıda volta atıyordu...
Doktor odadan çıktığında hemen yanına gitti...
Serkan: sorun ne? Bugün çok iyiydi...
Doktor : bunlar olası şeyler. Enfeksiyon kapmış, antibiyotiklerle kontrol altına aldık ama şimdilik iyi... endişelenicek bir şey yok
Serkan: oh, çok şükür. Görebilir miyim?
Doktor : tabii, ama şu an uyuyor. Bu gece burada dinlensin, yarın çıkarsınız...
Serkan kafasını sallayıp odaya girdi ve yatağın yanındaki koltuğa oturdu. Eylül hiç olmadığı kadar soluk görünüyordu...
....
Eylül birkaç saat sonra gözlerini açmıştı, hava hafif aydınlanmış gibiydi, hastanedeydi ve Serkan yanındaki koltukta Eylül'ün elini tutarak uyuyakalmıştı.
Eylül'ün en son hatırladığı lunaparkta olduklarıydı. Sonra biraz başı döner gibi olmuştu ama sonrasını hatırlamıyordu. En olmadık zamanlarda hastaneye gidip gelmeler başlamıştı işte...
Bir eli Serkan'ın elinde, diğerinde de damar yolu açılmışken suya uzanması imkansızdı. Serkan'ı mecburen uyandırmak zorunda kaldı...
Serkan: Eylül, iyi misin?
Eylül: evet... ne oldu?
Serkan: enfeksiyon kapmışsın... lunaparkta bayıldın, hemen buraya getirdim.
Eylül: sana bunlar olacak demiştim. Başladık işte
Serkan: benim yüzümden... kahretsin benim yüzümden burdasın Eylül. Nerden soktum ki seni o lunaparka? Ne vardı yani eve gitseydik! O kadar kızgınım ki kendime...
Eylül: Serkan senin suçun yok. Ben evde otururken de böyle oluyordum, ailem beni kaç defa hastaneye taşıdı haberin var mı senin? Senin bir suçun yok, yapma böyle... bunlar olucak, çok sık olacak hem de. Şimdiden böyle yaparsan o günlerde ne yaparım ben, söylesene bana...
Serkan: özür dilerim tamam... iyi misin? Bana doğruyu söyle...
Eylül: yorgunum ama iyiyim.
Serkan: sen uyu... iyi hissettiğinde çıkacağız
Eylül: ben susamıştım aslında, biraz su verir misin?
Serkan: tabii...
Serkan ona bir bardak su uzatmış, içmesine yardım etmişti...
Serkan: istediğin başka bir şey var mı?
Eylül: sabah söylerim... bu saatte bulamayız
Serkan: sen söyle, ben bulurum
Eylül: bulamazsın... annenin çorbasından, şu tavuk suyuna olandan.
Serkan: ben haber veriyorum hemen. Söz konusu sensin, senin için bu saatte gelir getirir...
Eylül: bu saatte kadını arayıp rahatsız etme lütfen. Sabah ararız tamam mı? Hem belki o zamana canım istemez bile, belki de gerek kalmayacak
Serkan: ben arıyorum...
Eylül ne kadar itiraz etse de Serkan odadan çıkıp annesini aradı...
Nazan : Serkan? Bu saatte ne oldu? İyi misin?
Serkan: iyiyim, ölmedim daha.
Nazan : of o nasıl laf öyle! Gecenin bir vakti aradın, korktum. Bir şey yoksa neden aradın bu saatte?
Serkan: senden bir daha hiçbir şey istemeyeceğime söz vermiştim ama bir isteğim var... gerçi benim için değil, Eylül için. Onun için yaparsın, biliyorum
Nazan : ne oldu Serkan?
Serkan: anne... anne Eylül hiç iyi değil. Kimseye söyleme dedi ama gerçi sana söylememem konusunda baskı yapmadı, sadece kendi ailesinden saklamamı istedi, o yüzden sorun yok olmaz. Eylül'e lösemi teşhisi kondu anne...
Serkan'ın boğazı düğüm düğüm olmuştu, konuşamadı bir süre...
Nazan : ne?! Nasıl?
Serkan: nüksetmiş... ama hiç iyi değil anne, şimdiden öyle soluk ki... hastanedeyiz şimdi. Enfeksiyon kapmış. Evde iki lokma yemek yedirmek için taklalar atıyorum. İştahı kapandı. Aslında bugün akşama kadar çok iyiydi pamuk şeker bile yemişti ama şimdi...
Nazan : bu saatte aradın, korkutma beni.
Serkan: şimdi iyi gibi... ama ağzına iki damla yemek sokmakta zorlanan kız senin çorbandan istiyor şu an. Biliyorum daha sabahın dördü ama...
Nazan : ben hemen yapıp getiriyorum. Hangi hastanedesiniz?
...
Eylül: keşke haber vermeseydin Serkan, önce senin hastalığın, şimdi bi de benim durumum... kadın ne kadar üzülecek. Bir de kaldırıp getiriyoruz buraya
Serkan: sen bunları düşünme. Birazdan çorbanı getirecek.
Eylül hiçbir söylemedi... yine su içmek istedi ama midesi ağzına gelmişti. Öğürmeye başlayınca Serkan bir kova çıkardı yatağın altından ve Eylül'ün saçlarını tutarak ona yardımcı olmaya çalıştı...
Eylül: ıyy... git burdan Serkan. Git de bana hemşireyi çağır, iğrenç. Bunu görmeni istemiyorum...
Serkan: sen rahat ol... ben buradayım, hiçbir yere gitmiyorum.
Eylül içini boşaltıp rahatladığında Serkan hemşireyi çağırıp kovayı ona verdi. Ve Eylül'ün yanına oturup elini tuttu yeniden...
Eylül: rahatladım biraz. İyiyim şimdi...
Serkan: ah Eylül...
Eylül: valla iyiyim. Biraz yorgunum ama iyiyim.
Serkan: sen yat istersen biraz, annem geldiğinde uyandırırım seni...
Kapı çalmış, Nazan elinde kocaman bir torbayla içeri girmişti...
Nazan : ah benim güzel kızım... Eylül, nasılsın?
Eylül: iyiyim Nazan teyze... yorgunum biraz. Serkan seni buraya kadar yordu kusura bakma. Sabah ara dedim ama dinletemedim
Nazan : evlendiniz siz, hâlâ teyze mi diyeceksin bana?
Eylül mahçupça gülümsedi ama Serkan sertçe çıkıştı...
Serkan : ne demesini bekliyorsun? Anne mi diyecek? Ben senin oğlun değilim ya hani, senin oğlun altı sene önce öldü hani... benim de annem olmadığına göre sana teyze demeye devam edecek...