Eylül: hadi canım. Noolur kazan onu benim için. Sen kesin yaparsın, eminim ben...
Serkan: fazla güveniyorsun, onda on diyor adam, nasıl yapayım o kadarını?
Eylül: ya yaparsın diyorum, sen yapamazsan kimse yapamaz zaten.
Görevli adam onlara gülmüştü...
Eylül: gülme hiç, yapar o. Sen bakma böyle mütevazi davrandığına, benim kocam basketbolcu, hedefler konusunda onun üstüne yok.
Görevli : hadi abi, kazan o zaman vereyim yengenin istediği ayıyı...
Serkan başlamış, dördüncü atışında ıskalamıştı.
Serkan: ah be!
Eylül: yaa Serkan! Çok güzel gidiyordun...
Serkan: bir bilet daha alalım... buna devam etmeyeceğim, yeni onluk alalım
Eylül : ay hadi bu sefer olsun.
Serkan'ın üçüncü denemesiydi, aslında çok güzel gidiyordu ancak bu sefer dokuzuncu atışında ıskalamıştı...
Eylül: ya inanmıyorum
Serkan: hile var. İmkansız
Eylül: kesin, bence de
Görevli : hile yok, olur mu öyle şey... siz beceremiyorsunuz...
Serkan: kaç para o ayı? Vereyim parasını alalım gidelim...
Görevli : parayla satılmıyor, onda on yapmanız gerek, anca öyle verebilirim
Serkan ofladı...
Eylül: Serkan boşver ya, gel eve gidelim artık
Serkan: tamam son bir kez. Bir kez daha deneyeceğim, yine olmazsa o zaman gideriz
Eylül heyecanla ellerini çırptı. Dikkatle Serkan'ın atışlarını izliyordu... bu sefer olacaktı, hissediyordu
Eylül: sekiz! Dokuz! Hadi aşkım bi tane daha!
Serkan dikkatlice son atışını da yapmıştı ve şişenin parçalanmasıyla Eylül'ün mutluluk çığlığının kulaklarına dolması bir olmuştu...
Eylül: kazandık! Kazandık! Kazandık! Ayımı alayım hemen!
Görevli isteksizce ayıyı Eylül'e uzatmıştı... oradan ayrılırken Eylül, Serkan'dan eğilmesini istemiş, sonra onu yanağından öpmüştü...
Eylül: ya Serkan, çok teşekkür ederim. Baksana çok güzel değil mi? Çok tatlı...
Eylül, ayıyı Serkan'a doğru uzattı...
Serkan: güzel. Ama klasik peluş ayı işte, tutturdun bunu ama oyuncakçıdan da alırdık, bir numarası yok
Eylül : evet ama önemli olan da onu senin benim için kazanmış olman zaten, oyuncakçıdan alınanı istemem. Ama bunu hep saklayacağım
Serkan: ah bücürük... kocaman güzel ve çekici bir kadın oldun ama için hâlâ minicik bir çocuk
Eylül: ben içimdeki çocuğu öldürmedim, ama nerdeyse öldürecektim biliyor musun? Berke böyle davranmamdan hoşlanmıyordu çünkü. Onunla yaşaya yaşaya daha ciddi bir insan olmuştum ama o ben değildim. Ben buyum işte...sen benim içimdeki çocuğu ortaya çıkarttın Serkan.
Serkan: hiç öldürme zaten Eylül... sen busun. Kimse için değişmeye kalkma, benim için bile. Hem ben bücürüğümü çok seviyorum...
Eylül: bücürüğün de seni seviyor koca adam
Serkan kahkahalarla gülerken Eylül pamuk şekerciyi görmüştü...
Eylül: pamuk şeker de alalım mı? Ben çok severim, en son ne zaman yedim hatırlamıyorum bile
Serkan: alalım...
Serkan hemen pamuk şekeri alıp, bir banka kucağındaki ayısıyla oturan Eylül'ün yanına gelmişti...
Serkan: seni göremedim biliyor musun, ama ayıdan tanıdım. Arkasında görünmüyorsun bile
Eylül: o kadar da kısa değilim ya, abartma
Serkan: ama öylesin, miniciksin... ayrıca bu ayı da haddinden fazla büyük
Eylül kıkırdadı ve Serkan'ın elinden pamuk şekerini alırken ayıyı da Serkan'ın kucağına bırakmıştı. Tam Serkan onu yere bırakacaktı ki Eylül onu durdurdu...
Eylül: sakın yere koyma, pislenir Serkan. Odama koyacağım ben onu, kirlenmesin
Serkan ayıyı yeniden kucağına alınca Eylül kıkırdadı ama bir şey söylemeden pamuk şekerini yemeye başladı...
Serkan: odamıza mı koyacaksın sahiden?
Eylül: evet, tam köşeye, minik limon ağacımın yanına
Serkan güldü...
Serkan: yoruldun mu? Eğer yorgunsan eve gidelim.
Eylül: hayır, biraz daha durabilir miyiz?
Serkan: tabii...
Eylül etrafına baktı ve çarpışan arabaları gördü...
Eylül: senin arabanı çarpamadım ama çarpabileceğim bir araba buldum, binelim mi çarpışan arabalara?
Serkan: onlar senin gibi minikler için canım, ben sığamam ki oraya.
Eylül: doğru iki metre adamsın...
Serkan: aslında bir doksan sekiz
Eylül: e ne kalmış iki metreye? İki metresin işte
Serkan güldü...
Serkan: ben binemem ama sen bin, ben ayıcığınla burada beklerim seni...
Eylül: emin misin?
Serkan: evet... hadi
Eylül sırayı beklerken pamuk şekerini yemişti... sonra da bir arabaya binmiş, kimi gördüyse üzerine gidip arabasını çarpmaya başlamıştı. Çocuklar gibi eğleniyordu. Serkan ise onu gülerek izliyordu. Eylül arada ona el sallayıp yeniden kendini oyuna veriyordu. Serkan telefonuyla onun birkaç fotoğrafını çekmişti.
Onu ve bitmek bilmeyen çocuksu neşesini çok seviyordu. Başka bir kimseyi düşünemezdi onun yerine. En büyük aşkı oydu, o yoksa en büyük aşkı basketti. Bu yıllardan beri öyle olmuştu...
Eylül yanına geldiğinde ağzı kulaklarındaydı. Serkan'ın kucağından ayısını aldı ve yürümeye başladı... bir an durdu, Serkan ne olduğunu anlayamamıştı ki Eylül'ün sendelediğini ve düşmek üzere olduğunu görünce hemen belinden tutup ona destek oldu...
Serkan: Eylül iyi misin?
Eylül cevap veremeden gözlerini kapamış, kendini Serkan'ın kollarına bırakmıştı...